Nebil Özgentürk: Bu ülkede kötülük ve iyilik at başı gidiyor.

Nisan’ın 23’de Çocukların en güzel gününde en güzel çocukluklardan bir tanesi konuşulmalıydı bu sayıda Nebil Özgentürk konuğumuz olacak.

30 yıldır yazıyor, 30 yıldır yazması hiç kolay bir şey değil

“Söz uçar, yazı kalır; Belgesel Döndükçe Döner” diyor kendisi.

Onu anlatmak için çok sözcük aradım, en güzel nasıl söylenir, en güzel nasıl anlatılır?

Adana’da bu Coğrafya ’da yaşamış bir insan en güzel nasıl anlatılır?

Onu en güzel dostları anlatmış. Zülfü Livaneli; “Tarihe kayıt düşen insan” diye bahsetmiş ondan ve noktayı koymuş. Sunay Akın, “haritalar yol göstericidir” Nebil Özgentürk bir harita ustasıdır. Bize insanlarımızın haritasını çıkarmasaydı, kültür iklimimizin yağmuruyla birlikte ağlamayacak, güneşiyle gülmeyecektik. Yüreği Çukurova’nın güneşine benzer öyle aydınlatıcıdır ki Çukurova’nın pamuğu gibidir yüreği, öyle huzurlu, İki ayaklı bir müzedir Nebil. İnsan olmanın tarihini anlatır, “Bir Yudum İnsan Belgeselinde.”

Pelin Özer Uz: Bir Nisan ayında, 23 Nisan’da konuşulabilecek en güzel çocukluk sizin ki Nebil Bey?

Nebil Özgentürk: Ben hüzünlüyüm bugün. Bugün çok enteresan 23 Nisan Halkımızın Ulusal Egemenlik Bayramını, Çocuklarımızın da Mustafa Kemal Atatürk’ün armağan ettiği bayramını kutlarım.

Çok özel bir günde çok yakınımı az önce uğurladık gökyüzüne. Bunu özellikle anlatmak istiyorum, özellikle vurgulamak istiyorum.

Belki de şu an sizinle konuşmama neden olan durumdur aslında bugünkü yakınımın vefatı. Çünkü ben belgeselci olduysam, benim hayatıma yön veren bir anlam da bir yudum insanı başlatanlardan biriydi 90’ların ortasında. Yani siz beni belgeselci olduğum için Adanalı olduğum için davet ettiniz ama sonuçta biz Selahattin Duman abimize şükran duymalıyız diye içimden geleni söylemek istedim ilk başta.

Pelin Özer Uz: Selahattin Duman dünya tatlısı bir insandı o da. Ben hatırlarım Vatan gazetesinin evimize girmesine sebeptir kendisi. Ben okurum diye alınırdı bizim eve. Sadece kendisini okurdum.

Nebil Özgentürk: Bir zamanların Sabah gazetesi vardı. Sabah gazetesini hem yönetiyordu Zafer Mutluyla birlikte hemde benim portre yazılarımı başlatmıştı. Yani bir ekimiz vardı Sabah’ta 90’ların başında o ekte ben portre yazıları yazıyordum. Babamı bile yazdım aslında. Adana’yı, Hazvuzlubahçe’yi, çocukluklarımızı ve sonra televizyondan bir teklif geldi bu sayede. O yüzden bugün benim için çok özel bir gün her anlamda. Ülkenin çok önemli bir günü.

Yasaklansa da biz onu sosyal medya üzerinden bugünü kutlamak, anmak gerektiğini düşünüyorum. Bakıyorum sosyal medyaya her tarafta bir 23 Nisan coşkusu ve hüznü var.

Bu vesileyle çocuklarımızın ve halkın Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlamış olayım.

Pelin Özer Uz: “Bayram çocuklaşmaktır” diyorsunuz her zaman. Eskisi gibi sahici mi sizce, hüznü de güzel ama bunu yaşamak, bu dönem yaşamak da bir başka özel.

Nebil Özgentürk: Nostalji meraklısı değilim aslında ben, nostalji işi yapıyorum ama nostalji meraklısı değilim. Yani sürekli nostaljiye, geçmişe sığınmakta iyi değil önümüze de bakmak gerekiyor. Ama şunu söylememiz lazım daha mahalle komşuluklarının, iyiliklerinin yapıldığı yıllar geldi geçti. Masumiyet çağı yaşandı bu ülkede. Daha iyiydik galiba. Şimdi son yıllarda bakıyorum toplum mutsuz. Üzerine bir de Pandemi de eklenince, çocuklarımız da dahil oldu. Milyonlarca insan mutsuzluk yaşıyorlar. Çocuklar eve kapandılar. Babalarının annelerinin asık yüzlerini görüyorlar. Çünkü pek çok sorun var ülkede. Baskı ortamından ve ülkede ki özgürlük ortamının olmayışından başlayalım geçim sıkıntısına artı pandeminin verdiği kapalılığa kadar. Bundan çocuklarda etkilenebilir. Şimdi artık eskisi gibi olamaz bu yüzden. Son iki yıldır biz 23 Nisan’ı evlerde karşılıyoruz, herkes kendi evinde. Fakat herkesin bir derdi var. O yüzden çok büyük sorunlar yaşanıyor.

Eskiden ben şimdi Havuzlubahçe ilkokulunda okudum. Bilenler biliyor, takip edenler benim Adanalı olduğumu biliyor.

Şimdi Havuzlubahçe ilkokulundan sonra 23 Nisan İlkokulunda ve 23 Nisan Ortaokulunda da okudum. Keyifli bir şey 23 Nisan okullarından mezun olup bugün 23 Nisan’da sizinle sohbet etmek çok güzel. Haliyle daha güzel kutlardık, daha coşkulu kutlardık. Eskiden tabi çok daha coşkulu kutlanırdı. Yani bayramlarda anne ve babalarımız ayakkabılar alınırdı ya 23 Nisan böyle bir şeydi biraz.

Bir ülkenin kurucularına büyük saygının olduğu, daha böyle dokunulmaz bir halin olduğu yıllardı. Ve hakaret edilmezdi kuruculara böyle bir terbiye vardı toplumda. Gerçekten bunun altını çizmem gerekiyor.

Son yıllarda tartışma konusu yapılıyor bu ülkenin kurucuları, çok üzülüyorum!

O yüzden tabi ki geçmişte ki coşkulara benzemiyor. Coşkular yasaklanıyor gördüğünüz gibi. Bugün pek çok şey yasaklanmazken bildiğiniz gibi son haftalarda, aylarda. 23 Nisan yasaklanabiliyor. Bu anlamda tabi ki coşku yaşanmaz.

Sadece son iki yıldan söz etmiyorum.

Son yıllarda 19 Mayıslara, 29 Ekimlere, 23 Nisanları daha az heyecanla “devletimiz”, yöneticiler daha az heyecanla vurgulamak istiyorlar. Heyecanlarını topluma bırakıyorlar ama bence toplum çok heyecanlı. Yani bakıyorum sosyal medya çok güçlü bir şey. Sosyal medyanın çok iyi yanları kötü yanlarıyla birlikte. Ben sabahtan itibaren bakıyorum herkeste bir keyif her keste bir tepki gibi paylaşımlar görüyoruz. Bu değerli bir şey.

Bu ne demektir? Bizim Cumhuriyet’e uzanan, özgürlüğe uzanan tek bir kişinin kararıyla değil, Cumhuriyet’in demokrasinin kararlarıyla yönetilme biçimine uzanan bir günün adıdır 23 Nisan. Ulusal Egemenlik bayramı dedikleri de bu. Bir anlamda halkın Türkiye’nin değişik topraklarından, bölgelerinden insanlar temsil ediliyor ve 23 Nisan günü bir araya geliyorlar; bir ulusal egemenlik kavramı oluşturuyorlar, M.Kemal Atatürk önderliğinde. Bu çok değerli bir şey.

Biz Osmanlı topraklarıydık. Bir padişaha kulduk bu toprakların çocukları. Sonra ne oldu? Bir köylü ya da çoban ki örneği var bir başbakan oldu. Biri Malatya’lı Turgut Özal iki köylü karı kocanın evladı olarak okullardan mezun oldu, Amerika’da masterler yaptı geldi, Başbakan oldu, Cumhurbaşkanı oldu gibi. Sadece Başbakan veya Cumhurbaşkanı olmak önemli değil. Her şey güllük gülistanlık geçti demekte istemiyorum. Ama, her şeye rağmen seçim, demokrasi, özgürlük, egemenlik kavramları çok değerli bir şey. Büyük hatalar, büyük travmalar yaşanmış olsa da biz her şeye rağmen meşrutiyetle, padişahlıkla yönetilmek yerine, Cumhuriyetle yönetilmemizin keyfini sürdürmeliyiz.

Pelin Özer Uz: Kesinlikle. Cumhuriyet çocukları yetiştirmek, sorgulayan, aydın bir nesil yetiştirmek nasip olsun o zaman bize.

Bizim başlığımız Nilgün Marmara’nın şiirinden bir alıntı olan “Bana ne getirdin çocukluğumdan?” diye başlıyoruz ve konuklarımıza sunuyoruz. Biz size bir portakal çiçeği getirdik hediye olarak, kokusu gelsin isterim size. Portakal bahçesi içerisinde büyümüş, Havuzlubahçe’de büyümüş bir insan ancak bu şekilde bir hediye getirilebilinir diye düşündüm.

Nebil Özgentürk: Beni duygulandırdınız. Neden? Ben sadece portakal bahçeleri arasında büyümekle kalmayıp benim berber babam berberlikle 10 çocuğu okutup geçinemediği için başkalarının portakal bahçelerini kiralayıp kış boyunca bakardı bir çocuk gibi. Ürünler vermeye başladığı gün alım yapan insanlara satardı. Yani yıllar boyunca portakal bahçeleri yönetti babam. Bu yüzden bu portakal çiçeği kokusu benim bütün çocukluğumun peşinden geldi hep. 15 -20 yıl boyunca hiç unutmuyorum 60’larda, 70’lerde babam portakal bahçelerini işletirdi yönetirdi. Kendi mülkü olmadı.

Bizim evimiz şimdi çocukların eğitim birimi oldu. TEGV’e bağışlandı.

Pandemiden önce orada 600 çocuk eğitim gördü. O evde de portakal bahçesi, turunç ağaçları vardı. Tabi ben o evde o kokular arasında büyüdüm. Her uyandığımda o kokuyu hissederdim, hem de babam o bahsettiğim portakal bahçelerine götürürdü bizi. Motorunun arkasına binerdik abiler, kardeşler herkes o sıradan geçti.

Babamın bir motoru vardı. Sünnetlere giderdi. Akkapı’ya, Hadırlı’ya, Yalmanlı Köylerine giderdi beraber. Efsanedir portakal bahçelerinin gölgelikleri. Yani portakal bahçeleri sık sık olduğu için  altında serinlemek o Adana sıcağında bir efsaneydi.

Portakal Çiçeği Karnavalına çok düşkünümdür Biraz ilk kuruluşunda da katkım olmuştur. Sağolsun Karnavalın başkanı Ali Haydar sayesinde. Karnavalı çok seviyoruz. Ben her karnavala geldim. Her karnavalda özellikle önce ki yıllarda gerçekleştirilen kortejli karnavallar da çok mutlu oldum. 40 yıl önceyi yaşadım çocukluğumu yaşadım. Benim için olağanüstü duygu oluşuyor karnavallarda. Bu sene de geldim. Yarım oldu, yarım kalan bir şarkı gibi.

Pelin Özer Uz: Türkiye’nin Hatıra Defteri çok kıymetli bizim için. “40 Paranın Onurunun” mücadelesini veren gençlerle, günümüz gençlerini nasıl karşılaştırabiliriz?

Nebil Özgentürk: Bazen çok umutlanıyorum, bazen çok umutsuzlanıyorum. Ekranlara bakıyorum televizyonlarda gündüz boyunca süren rezillik programları var ya onlara bakıyorum. Bazen piyano çalan bir çocuğa bakıyorum. Nasıl umutlanıyorum. Hani derler ya “Umut en son ölür.” Sonra şuna sığınıyorum. Bu ülkede 85 milyon yaşıyor ve tamamına ilham olmamız mümkün değil. Öbek öbek filmler var öbek öbek Nebil’ler var, öbek öbek Yaşar Kemal’ler okuyanlar var. Var ama. Ve çocuklarımız var, torunlarımız var ya da insanların yakınları var. Ama bence azınlık da değil. Sosyal medya ya bakıyorum olağanüstü Türkçe kullanan, çok değerli sözler, sözcükler paylaşımlar görüyorum. O yüzden ben şuna karar verdim. Bu ülkede kötülük ve iyilik at başı gidiyor. İyiler ve kötüler yarışıyor. İyi düşünenlerle tamamen zır cahil dinleyenler ve gaddarlarla zulme uğrayanlar; mazlumlarla mağdurlar harman olmuş gidiyor ve bu yüzden biz kendi öykümüzü dokuya dokuya yaşayalım.

Türkiye’nin Hatıra Defteri tekrar yayınlanıyor şimdi. Benim 2008-2009 yılında yayınlanmış bir belgesel. Tam 1200 dakika, 16 bölüm zamanında yayınlandı. Şimdi nerde yayınlanıyor biliyormusun Vodafone da. Bu bir şans. Senin yakınların olan 13-14 yaşlarında ki çocuklar bu “40 Paranın Onurunu orada” izleyecekler. 40 Paranın Onuru diye bir başlığı vardı o az önce ki anlattığım Cumhuriyet’in ilk eylemiydi. Onlar bedel ödediler. Günümüz gençliği bu hikayeleri dinleyecekler ve pek çok hikayeyi. Biz neden Kore’ye gitmişiz? Bu ülkenin şairlerini, edebiyatçılarını, darbeleri dinleyecekler.

Şairlerimiz, edebiyatçılarımız zorlu açılardan geçmiş. Bu topraklarda ölmek ve öldürmek çok kolay. Bu topraklarda her zaman umut var. Akdeniz ülkesiyiz biz.

Bu öyküleri dokuyarak, kuşaktan kuşağa aktaracağız. Ben sadece Türkiye’nin hatıra defterini yapmıyorum. Bilimin hatıra defterini yapmaya çalışıyorum. Görkemli hatıralar diye bir programa konuk oluyorum her hafta. Benim o programları yaptığım yılda bir yaşında olanlar, dört yaşında olanlar şimdi 21-24 yaşlarına geldiler. Biz o 24 yaşında ki çocuklara şimdi benim çocuğumun yaşında ki insanlara yeni dil eski belgesel sunabilmekte beni mutlu ediyor.

Yani Ahmet Arifleri, Yaşar Kemalleri, Atilla İlhanları. Mesela Zülfü Livaneli’nin belgeselini 19 yıl önce yapmıştık. Zülfü abi arada 5 roman yazdı, üç film, 9 beste yaptı. Yeniden anlatmak gerekiyor. Eski belgeseli sunmak gerekiyor bu insanlara. O zaman üç yaşında olanlar şimdi geldiler 25 yaşına. Buna tekrar anlatmalısın. O yüzden bu durmuyor, hayat dediğimiz şey, değişim durmuyor. O yüzden ben dostluklarımı yaşıyorum, yeni belgeseller çekmeye çalışıyorum. O yüzden açıkçası ben mutlu olmaya çalışıyorum. Çok fazla umutsuzluğa kapılmadan yaşıyorum. Dün Ayvalık’ta Köy Enstitüleri belgeseli gösterdim ben. Bu çok güzel bir şey. Bir televizyon yayınında gösterildi. Orada diyelim ki üç bin kişi izledi. Sizinle röportajımız yüzlerce kişi dinleyecek veya okuyacak. Böyle böyle örgü gibi düşünmek gerekiyor hayatı.

O yüzden bir arada olmalıyız. Bütün bu bize yaşatılan baskıları ve umutsuzlukları kırmalıyız diye düşünüyorum.

Pelin Özer Uz: Ne kadar meraklı bir çocuktunuz diye sormanın yanı sıra ne kadar mantı sevdiğinizden bahsedecektim. Bu merakınız çünkü sizi Mösyö Fedon’a götürmüş ondan bahsedecektim biraz. Hala çocukluktan kalma bir merak devam eder çünkü insanın içinde ki çocukluğunda. Neden Adana’da ki evlerde edebiyat ve kalem bu kadar güçlü denildiğinde, neden bu kadar çok sanatçı, sanat insanı çıkmış diye sorulduğunda hep Dadaloğlu’yla, Karacaoğlan’la başlıyorsunuz. Onların adımlarını izleyen Yaşar Kemal’ler, Orhan Kemal’ler ve ceketinde büyüyen Yılmaz Güneylerden bahsediyorsunuz. Tarihe iz bırakan insanlardan bahsederken şunu sormak istiyorum Hababam Sınıfını izletiyoruz çocuklara ama Ertem Eğilmez’den bahsetmemek mi lazım yani birazda işin detayını tarihini iz bırakan insanları sizin gibi dokundurmak mı gerek çocuğa diye sormak istedim.

Nebil Özgentürk: Oğlum tabi ki benim çalışmalarımı izliyor. Ben haftada beş program yapıyorum. Oğlumda yan odada beni dinliyor. Etkilenmemesi mümkün değil. Yayının yanı sıra konu geçiyor o bir film izlerken ben bir şey söylüyorum; “bak diyorum böyle bir adam ve kendisi de çok güzel sorular soruyor. Etkilenmemesi mümkün değil. Önce ki gün bir hikaye yazdım dedi. Bir buçuk sayfalık bir öykü yazdım dedi ve gerçekten çok gururlandım. Çok hoşuma gitti. Yani üzüm üzüme baka baka kararır. Babam sürekli bize kitap okuturdu. Alın şunu okuyun derdi, Yaşar Kemal’i okuturdu bu bizim hemşerimiz derdi. Bu yüzden bütün evlerde tabi ki çok isterdim kitap konuşulmasını ama zor.

Benim bir lafım var hani sanki bir atasözü gibi söylemek istemiyorum;

Bu ülkenin milyonlarca insanı, Neşet Ertaş türküsü dinlemeden, Atilla İlhan şiiri okumadan, Yaşar Kemal romanı çevirmeden,  Zülfü Livaneli bestesine kulağını vermeden say sayabildiğin kadar geçip gitmişler yok oluyorlar. O yüzden bizim ülkenin en büyük talihsizliği okuma yazma oranının ortalama olduğu ama kitap okumanın bilgi almanın çok az olduğu bir ülkedir. Bilimin ışığını alamadım, edebiyatın ışığını alamadım. Bu yüzden 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutluyorum. Çok teşekkürler

Pelin Özer Uz: Biz teşekkür ederiz. İyi ki varsınız.

Editör: TE Bilisim