Gerçek dergisi muhabiri Namık Tarancı, 20 Kasım 1992'de silahlı saldırıya uğradı. Öldüğünde 37 yaşındaydı ve Derman Tarancı ile evliliğinden üç yaşında bir oğlu vardı.

Diyarbakırlıydı, 1955'te doğdu. Çocukluğu zorluklarla geçti; dört yaşındayken babasını kaybedince büyük ağabeyi evin yükünü omuzladı, annesi evde altı çocuğunu büyütmek için çalıştı.

İlk gençlik yıllarından itibaren siyasetle ilgiliydi ve Diyarbakır Yurtsever Devrimci Gençlik Dernekleri (YDGD) başkanıydı. Şair Cahit Sıtkı Tarancı'nın yeğeniydi, edebiyatla ilgileniyordu ve Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde öğrenciydi.

Tarancı 12 Eylül 1980 askeri darbesinde altı yıl cezaevinde kaldı. 1992'de Gerçek dergisinde gazeteciliğe başladı ve aynı yıl Evrensel Basın Yayın'dan "Sevdamıza Prangalar Vurulmaz" isimli şiir kitabı çıktı.

Tarancı cinayeti iki yıl "faili meçhul" kaldıktan sonra 1994'te Hizbullah askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar'ın Diyarbakır 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (DGM) gıyabında yargılandığı davaya konu oldu.

Tutar 3 Ocak 2000'de İstanbul'daki "Hizbullah operasyonu"nda yakalandı. Kolluktaki soruşturma ifadesinde Tarancı cinayetiyle ilgili emri İsa Altsoy'dan aldığını, eylem talimatını kendisinin verdiğini,  eylem sorumlusu Abdülkadir Selçuk'un gözcülük yaptığını ve tetiği Mustafa Demir'in çektiğini anlattı.

Tutar Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki Hizbullah Ana Davası'nda 20 Aralık 2009'da müebbet hapse mahkûm edildi. Fakat Yargıtay 9. Ceza Dairesi'ne giden dosya karara bağlanamadan, 1 Ocak 2011'de Ceza Muhakemeleri Kanunu (CMK) yürürlüğe girdi. Bu kapsamda Tutar tutukluluk süresi on yılı geçtiği için tedbir şartıyla 3 Ocak 2011'de tahliye edilenler arasındaydı.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi 11 gün sonra 14 Ocak 2011'de tedbir şartıyla tahliye edilen sanıkların tekrar tutuklanmasına karar verdiyse de sanıklar bulunamadı. Yargıtay 26 Ocak 2011'de Tutar'ın da aralarında bulunduğu 16 sanığa müebbet cezasını onadı.

Demir hakkındaki dava 1994'te Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başladı. Sanık hakkında 2007'de müebbet hapis verildi. 29 Nisan 2009'da karar Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onandı. Selçuk'un öldürüldüğü iddia edildi, Altsoy ise hala firari. Bilinenler dışında yeni isimlere ulaşma imkanı ise zamanaşımına uğradı.

Namık Tarancı'yı Eşi Derman Tarancı anlatıyor.

Derman Tarancı

Namık ile 1988'de evlendik. Çok disiplinli ve güler yüzlüydü. O dönemde roman ve şiir çalışmaları vardı. Şair ruhluydu, kuşu, taşı, insanı seven biriydi.

Namık 1992'de Gerçek dergisi Diyarbakır temsilciliğine başladı. Haberleriyle Doğu'nun gözü, kulağı olmak istedi. Bir zamanlar Amed sokaklarında devrimci mücadeleyi yürütürken, devrimci bir gazeteci olarak bölgedeki olayları haber yapmakla uğraştı. Kürt illerinde yaşananları basın yoluyla paylaşması birilerini rahatsız etmiş olacak ki bir sabah Namık Tarancı katledildi.

"O dönemde herkes tedirgindi"

Namık öldürülmeden kısa süre önce tehdit telefonları alıyordu ve takip ediliyordu. Hatta derginin merkezine de haber vermişti. Bana çok anlatmak istemiyordu ama evimizin çevresinde birilerinin dolandığının farkındaydım. Tedirgindik, o dönemde herkes tedirgindi. Çünkü silahların gölgesinde yaşamak insanın psikolojisini bozuyordu.

Olaydan bir gün önce Namık'ı ziyaret ettim. Büroda herkes sessizdi, ne olduğunu sordum. Meğer benden az evvel büroya biri gelip Namık'ı sormuş.  Bürodakiler adamı izleyince dergiden çıkıp Diyarbakır Emniyet Sarayı'na gittiğini görmüşler.

"Sokakta yatıyordu"

Namık o sabah haber için adliyeye gidecekti. Eşimi uğurladım, çocuğumun yanına uzandım. Tam dalmıştım ki silah sesiyle sıçradım,  aradan 10 dakika bile geçmemişti. Balkondan bir şey göremeyince "Çok şükür bugünü de atlattık" dedim. O sırada kapı çaldı ve komşumuz "Eşinizi vurdular" dedi. Kendimi kaybettim, yalınayak dışarı koştum.

Namık sokakta kanlar içinde yatıyordu, yanında iki sivil polis vardı. Namık'ı o halde görünce oğlumu komşuya emanet ettim ve büroya koştum. O sırada onu Diyarbakır Devlet Hastanesi'ne kaldırmışlar.

Olayı tanıklardan dinlediğimiz kadarıyla biliyoruz. Biri Namık'ın arkasından seslenmiş ve dönünce şah damarından tek kurşunla vurmuş. Yere düşünce birkaç el daha ateş etmiş, kovanları toplamış kaçmış. Namık yanında kalem taşırdı, hatta vurulduğunda kalemi yerde, yanındaydı.  Ben katili tanıdığına ve not bırakmaya çalıştığına inanıyorum.

"Kocanın mezarını bile bulamazsın!"

Polisler hastanede kuş uçurtmadı, cenazeyi hemen kaldırmamızı istedi. Şehir dışından ailelerimiz gelecekti, kabul etmedim. Benden zorla imza almaya çalıştıklarında direndim. Bunun üzerine yetkililerden biri "Senin de ne mal olduğunu biliyoruz. Öyle bir yere götürürüz ki, kocanın mezarını bile bulamazsın!" dedi.

Hastanede fenalaştığım sırada polisler Namık'ın kardeşini korkutarak imza almış. Kendime geldiğimde, cenaze eller üzerinde dışarı çıkarılıyordu. Karşı koymaya çalıştım ama engellediler.

Polisler Saraykapı Mezarlığı'nda da bizi rahat bırakmadı; cenazedekilere saldırdılar, birkaç kişiyi gözaltına aldılar. Bu ortamda apar topar gömüldü Namık.

"Resmi makamlar bilgi vermedi"

Sonraki dönemde bir ay kendimde değildim. Derginin merkezinden arkadaşları geldi, valiyle ve savcıyla görüştüler. O süreçte detaylı bir soruşturma yapılmadı, benim veya bürodaki arkadaşların ifadesi alınmadı.

Cinayetle ilgili Cemal Tutar'ın ismi geçti. Davayla ilgili resmi makamlar bana bilgi vermedi, ben basından öğrendim. Hatta Tutar, cinayetin üzerine yıkılmaya çalışıldığını iddia etmiş. Devlet bu cinayetin failini ortaya çıkarma sorumluluğunu taşımadı.

Karanlıklar Aydınlansın Platformu adına Ahmet Telli ve Aydın Çubukçu ile birlikte "faili meçhul"lerle ilgili bir dosya hazırladık, TBMM önünde basın açıklaması yaptık. Daha sonra Meclis Başkan Vekili ve İnsan Hakları Komisyonu'na dosyamızı ilettik. Maalesef sonuç alamadık.

Editör: TE Bilisim