Cumartesi, yani 3 Haziran, Nazım’ın ölüm yıldönümünde, Mersin 68’liler Derneği’nin öncülüğünde düzenlenen, Kent Konseyi ve Mersin Büyük Şehir Belediyesi’nin katkı verdiği, Turhan Alıcı’nın “Türkü ve Slaytlarla Şeyh Bedreddin Destanı/Nazım Hikmet” etkinliğindeydim.

Etkinliğe giderken ve etkinlik esnasında sürekli şunları düşündüm: Yüzyıllar öteden gelen Osmanlı İmparatorluğu’ndaki, toplumsal dönüşümü, eşitliği, kardeşliği temel alan Şeyh Bedreddin hareketi, bugün için neler anlatıyor bizlere? Güncelliği nedir? Nazım Hikmet’ten önce de çok şairler gördü bu memleket, sonra da… Peki, nedir, Nazım’ı bugün de vazgeçilmez ve en önde yapan?

İnsanlığın Kutbu, Rotası!

İnsanlığın kutbu, rotası; sınıfsız ve sınırsız bir dünyadır. İnsan, ister bunu, “öteki” dünyada yaşanılacağını zannettiği “cennet” olarak algılasın; ister peygamberi döneminde yaşadığına inandığı “asrısaadet” olarak algılasın; ister ırkının ilk ortaya çıktığı “bolluk” dönemi olarak algılasın; isterse “komünizm” olarak algılasın. Kutup bellidir: Adil ve eşit yaşanılacak, bolluğun ve kardeşliğin yurdu!

İnsanlar aslında düşüncelerinde “ara bir yol” aramazlar, “tam eşitliği ve müreffeh” bir yaşamı arzularlar. Tamam, kimisi bunu sadece kendi mezhebine, ırkına istese de arzuladığı, refah toplumudur. Ona göre “tam eşitlik” odur. Ancak bu kesimin görüşlerindeki “tamlık” bizim için geçer yol değildir. Sadece bu kişilerin de isteklerinin rotasını göstermek için söyledim bunları. Ya hangi kesimdir bizim için, “gerçek insanlığı” temsil eden kesim: Irk, din, dinsizlik ayrımı yapmadan insanı insan olarak gören kesimler! Ve evet… Dünya vatandaşlarının önemli bir kısmı, sadece kendi mezhebine ya da ırkına değil; herkese eşitlik ister!

İşte Şeyh Bedreddin’i, Nazım’ı ve tabii ki komünizm düşüncesini diri tutan alt yapı budur: Ara yollar aramamak, net olmak! Sınıfsız ve sınırsız bir yaşam!

Sanatın Dili, Etkisi, Gücü…

İdeolojileri, istekleri, düşünceleri, hayalleri, en etkili ve güçlü olarak dile getiren alan sanattır. Sanat, düşünceyi duyguya taşıyan bir kaldıraçtır, hareket ettirici ve hareket edendir. En çok da sınıfsız, sınırsız dünya özlemine yakışır. Aşk ile…

Bahsettiğim sanatsal etkinliğin yapımında ve sunumunda ise Turhan Alıcı ismini görürüz.

Turhan Alıcı’yı ilk gençlik yıllarımda, yani bağlamayı geliştirmeye çalıştığım yıllarda, Mersin’in yerel kanallarında halk müziği sanatçısı olarak gördüm ilk olarak. Daha sonra, tiyatro ile ilgilendiğim yıllarda ise tiyatrocu olduğunu duymuştum.

Yaklaşık üç yıl kadar önce bağlama almak için gittiğim Kültür Merkezi’nde tanıştığımızda ise gerek konuşmasında, gerek hal ve hareketlerinde ‘derin’ bir kişilik olduğunu anladım. Yıllara dayanan solo, koro çalışmaları, çalıştırıcılığı, tiyatro geçmişi, toplantılarda sunuculuk yapması, albüm çıkartmış olması gibi geçmişi ile kendine güvenli bir sanatçı profili çiziyordu.

Birkaç kere konserlerini de izledim. Ama beni en çok, bahsettiğim bu son programı etkiledi. Oratoryo da diyebiliriz bu etkinliğe. Tek eksiği, kalabalık bir korosunun olmaması!  Ama üç kişiyle, “dev” koro güçlerini göz önüne alırsak, oratoryo tamamdı, diyebiliriz.

Orkestrada, günlük yaşamında müzik harici işler yapan, yani profesyonel olmayan kişiler de vardı; ataması yapılmayan müzik öğretmenleri de. Vokaldeki kadın sesi özellikle etkileyici idi. İsmini sonradan öğrendim. Özge Çabuk imiş! Unutmayalım bu ismi, devam ederse, tanınırlığı artacaktır.

Yine orkestradaki tüm ekip de anlatıcı da gayet iyilerdi. Temsilin danışmanlığında iki akademisyenin olması ise şaşırtmadı beni. Çünkü temsilin üzerinde iyiden iyiye çalışıldığı belliydi. Turhan Alıcı ise gerek sunucu olması, gerek şiirleri okuması, gerekse de türkülerdeki başarısı ile adeta “devleşti” sahnede.

Halen takip etmeyenler için söylüyorum: Bence takip ediniz kendilerini, çünkü onun etkinlikleri özellikle “hareketli” yanı ile farkını ortaya koyuyor. Şu “genç sayılabilecek” yaşlarında, bu yanını, canlı canlı izleyiniz derim. Bedreddince, Nazımca…

Editör: TE Bilisim