Sanki kafam, tıka basa dolu bir valiz gibi. İçine sığdırmaya çalıştığım her şey dışarıda kalıyor, oradan buradan çekiştirdiğim her şey buruşup esnemekle meşgul. Tekrar alıp giyemeyeceğim kadar kötü üzerime bol gelen kıyafetler. Tıpkı zihnime kazımaya çalıştığım her şeyin yarım yamalak beynime saplanması gibi. Ya başını ya sonunu hatırlıyorum artık, hiçbir şey tam değil. Çok doluyken kendini bomboş hissetmek!  

Ve gereksiz bir özgüven kaybı ile hayatına kaldığın yerden devam etmek. Hatırlıyorum da hiç şımarmaya zamanım olmadı benim. Doğru cümle bu değil aslında. Beynim, kalbimle savaşmakta! Sanırım doğru cümle hiç yanında şımaracak birine rastlamadığım olacaktı. Nasıl olduğunu bilmediği bir şeyle baş edemiyor insan. Belki de bir kız çocuğunun en şımardığı zamanlar babasıyla olduğu zamanlardır kim bilir? Ama onu da erkenden kaybeden birisi olarak hayatın neresinden tutmalıydım bilemiyorum.

Güvenin, arabanın dört tekerine asılı kaldığını öğrendiğinde fark ediyorsun her gün tonlarca ağırlık altında ezildiğini. Bir gün patladığında yolda kalacağınla ilgili değildi hayat, seni ezen insanların aracın konforlu koltuğunda oturduğunu bilmekti asıl mesele. Seni senden edenlerin sana tapıyor taklitleri de çok saçmaydı elbet. Bu havası inen lastikleri bir benzin istasyonunda şişirip, bir inşaat alanındaki çivi döşenmiş yollardan geçmesi gibi anlamsız hayatının arkasına saklanmaktan başka bir şey değildi. Alnında yazıyordu oysa insanların ama kimse aynaya bakmıyor olmalıydı.

Senin ne yaşadığını bilmeden senin hayatınla ilgili ahkâm kesmeleri de bir halt bilmediklerinden kaynaklı olsa gerek. Duygusuz, tahammülsüz, bencil insanların çoğalması sadece delinmiş bir naylonun mahsulü olmamalı, herkes biraz suçluydu kanımca. Herkes biraz ahmak, herkes biraz karışık, herkes herkesti işte. Sevginin, dostluğun, güvenin ne demek olduğunu bilmeyen insanlardan normal davranışlar beklemek beni de onlardan biri yapıyordu sanırım.

Belki birazda inanma ihtiyacı. Kaybettiğim inançları yeniden bulmak için yaratılana inanmak. Tersten başlamak gibi bir şey değil bu, kaybettiğin yolu bulmak için her şeyi denemekle ilintili. Ama kayboluyorum! Denedikçe, inandıkça, alttan aldıkça…  

Kendime bile itiraf edemediğim zamanlardayım. Sanırım korkuyorum, bu ilk değil. Sanıldığı kadar güçlü değilim ben. İşinize geldiği gibi yaftalamaya çalıştıklarınızdan hiç değil.  

Ben sadece üzgünüm, bu beş para etmez hayatı kendime doğru anlatamadığım için! 

Üzgünüm, çünkü hayat o kadar ciddiye alınacak kadar insancıl değil. 

Üzgünüm, otobanda son hızla giderken şoföre güvenip, emniyet kemerini takmadığım için!  

Gülay MORGÜL / İçime sığamadığım zamanlar… 

Editör: TE Bilisim