KURUNUN YANINDA YAŞ DA YANDI: %88.7
ADİL YARGILANMADIK: %98.8
GERİ DÖNMEK GÜVENLİK RİSKİ OLUŞTURMAZ: %99,1
İLGİSİZ KURUMLAR DA KHK İLE KAPATILDI: %79,5
ÇOCUKLARIMIZ OKULDA VE İŞTE AYRIMCILIĞA UĞRADI: %91,8
PSİKOLOJİK DESTEK ALMA İHTİYACI HİSSETTİM: %67,1
İHRAÇ NEDENİMİZ ASILSIZ İHBAR VE HUSUMET
MAK Danışmanlık “KHK Mağduru Olduklarını Beyan Edenlerin Soruna Yönelik Bakış Açıları” başlıklı bir araştırma yaptı.
15–20 Kasım 2025 tarihleri arasında yürütülen çalışmaya, Türkiye’de yaşayan ve kendisini KHK mağduru ya da birinci derece KHK mağduru yakını olarak tanımlayan 6.500 gönüllü katıldı. Örneklemin %1’i ile yüz yüze görüşmeler gerçekleştirildi. Bu nedenle araştırmanın, “nitel ve nicel yöntemlerin birlikte kullanıldığı hibrit bir tasarıma sahip” olduğu kaydedildi.
Araştırmada özetle şu sonuçlara varıldı:
KHK’lı katılımcıların önemli bir kısmı 9–15 yıl kıdeme sahiptir. Kıdemli personelin ihraç edilmesi, karar süreçlerinde bireysel performans veya kurumsal ihtiyacın değil, politika temelli toplu tasarrufların etkili olduğuna işaret etmektedir.
Bu durum, katılımcıların gözünde ihraç sürecinin “kişisel kusura değil, kategorik değerlendirmelere dayandığı” algısını güçlendirerek adalet duygusunu zedelemekte ve devlet–vatandaş ilişkisini uzun vadede yıpratmaktadır.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında gerçekleştirilen KHK uygulamalarının gerekliliği ve hukuki meşruiyetine ilişkin görüşleri sorulan katılımcıların %91,4’ü “Hayır, gerekli değildi” yanıtını vermiştir; bu yüksek oran, uygulamanın toplumsal algıda ciddi bir hukuki ve adil yönetim krizi yarattığını göstermektedir.
Bu sonuç, KHK’ların amaç-araç dengesini kaybettiği ve kitlesel bir cezalandırma aracına dönüştüğü yönündeki algıyı desteklemektedir.
Katılımcılar, suçun şahsiliği ilkesine uygun olmayan, bireyselleştirilmemiş bir yargılamaya tabi tutulmadan işten çıkarılan yüz binlerce kişi nedeniyle uygulamayı adaletsiz ve gereksiz bulmaktadır.
Bulgular, sürecin suçun şahsiliği ilkesini ihlal ettiğini ve somut delillere dayanmayan kararların suçsuz bireylerin haksız yere cezalandırılmasına yol açtığını ortaya koymaktadır. Bu durum, hukuki ve idari süreçlere duyulan güveni zedelemekte, adalet ve hakkaniyet algısında derin bir yara bırakmaktadır.
Ayrıca, katılımcıların kabulü, KHK uygulamalarının toplu cezalandırma aracı olarak algılandığını ve sürecin terörle mücadele amacını aşarak geniş kapsamlı bir tasfiye ve sosyal damgalama etkisi yarattığını göstermektedir.
KURUNUN YANINDA YAŞ DA YANDI: %88.7
Katılımcılar, yargılamaların meşruiyet ve objektiflikten uzak, bireyselleştirilmemiş ve keyfi bir şekilde yürütüldüğü kanısındadır. Bu durum, idari kararların yeterli inceleme ve delil teminine dayanmadığı, savunma mekanizmalarının etkisiz kaldığı algısını güçlendirmektedir. Hukuki usul güvencesinin ihlali, sürecin yalnızca amaçsal olarak değil, yöntem ve uygulama açısından da kabul edilemez olduğunu ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak, soru, KHK sürecinin hukuki meşruiyetini yitirdiğini ve temel hukuki güvencelerin göz ardı edildiği yönündeki kolektif kanaatin en belirgin şekilde ortaya çıktığı bulguyu temsil etmektedir.
ADİL YARGILANMADIK: %98.8
OHAL KOMİSYONU BAŞARILI ÇALIŞMADI: %99
Bu soruya verilen neredeyse oybirliği niteliğindeki olumsuz yanıt, OHAL Komisyonu’nun KHK sürecinde üstlendiği temel işlevi yerine getiremediği yönünde güçlü ve kolektif bir kanaat bulunduğunu göstermektedir.
Katılımcılar, Komisyon’un hem kurumsal yapısına hem de işleyiş biçimine yönelik ciddi güvensizlik taşımaktadır. Bu güvensizlik, yalnızca karar süreçlerinin yavaşlığına değil, daha kapsamlı kurumsal sorunlara işaret etmektedir.
Savunma hakkının, delillere erişimin ve şeffaflığın yetersiz olduğu yönündeki genel algı doğal olarak bu kuruma da taşınmıştır. Böyle bir bağlamda Komisyon, hukuki bir denetim makamı olmaktan ziyade, süreci uzatan ve mağduriyetleri kalıcılaştıran bir idari filtre olarak değerlendirilmiştir.
Ayrıca, Komisyon’un binlerce dosyayı makul sürede inceleyebilecek kapasiteye sahip olmadığı yönündeki yaygın kanaat, kurumun çözüm üretme işlevini zayıflatmaktadır.
KHK’LILARIN ÖZEL ŞİRKETTE ÇALIŞMASI SAKINCALI DEĞİL: %98,2
“SİVİL ÖLÜMÜ” ÇAĞRIŞTIRIYOR!
KHKlıların özel sektörde çalışma hakkının engellenmesini, temel insan haklarının ihlali olarak değerlendirdiklerini göstermektedir. Buradaki temel mesele, hakkında kesinleşmiş yargı kararı bulunmayan bir bireyin masumiyet karinesi gereği ekonomik ve mesleki hayatına devam etmesi gerektiği yönündeki güçlü algıdır.
Bu yaklaşım, literatürde “sivil ölüm” olarak tanımlanan durumu çağrıştırmaktadır. Kişinin yalnızca kamu görevinden değil, ekonomik hayatın bütün alanlarından dışlanması, onu sosyal ve ekonomik varoluş imkânlarından mahrum bırakarak sivil hayatın dışına itmektedir.
HAKLAR SADECE MAHKEME KARARIYLA İADE EDİLMELİ
Katılımcıların tercihi, göreve iade sürecinin siyasi iradenin değişkenliğine bağımlı olmaması gerektiğini vurgular. Bu yaklaşım, sadece teknik bir çözüm talebi değil, aynı zamanda KHK mağdurlarının:
Haklarının korunması,
Gelecekte olası siyasi değişikliklerde geri alınamaması,
Hukuki aklanmanın kesinleştirilmesi
gibi beklentilerini yansıtmaktadır. Buradan, KHK sürecinde yaşanan belirsizlik ve idari mekanizmalara güvensizlik, hukuki çözüm arayışının temel motivasyonu olarak ortaya çıkmaktadır.
%20,7’lik “Hayır” yanıtı, hukuki güvenceye karşı çıkmayı değil, çözümün hız ve kapsamını önceliklendiren bir yaklaşımı yansıtmaktadır. Bu kesim, uzun süren yargı süreçleri yerine toplu iade veya yasal düzenleme yoluyla daha hızlı ve kapsamlı bir çözüm beklemekte, böylece hukuki güvence ile çözüm hızı arasında bir denge arayışını ortaya koymaktadır. Katılımcıların mahkeme kararı talebi ise, hukuki aklanmayı kesinleştirmenin yanı sıra, siyasi otoriteden bağımsız, tarafsız bir hak iade mekanizması oluşturma isteğini de göstermektedir.
Bu bağlamda, hukuki meşruiyet ve istikrar, KHK mağdurları için temel bir öncelik olarak öne çıkmakta, hak iade süreçleri yalnızca görevlerin geri verilmesiyle sınırlı kalmayıp, toplumsal ve bireysel itibarın yeniden tesis edilmesiyle de ilişkilendirilmektedir.
Haksız ihraçların yakın çevrede yaygın olarak gözlemlenmesi, mağduriyetin bireysel bir hata veya münferit bir olay olmadığını, aksine toplumsal düzeyde kolektif bir adaletsizlik biçimi olarak deneyimlendiğini göstermektedir.
KHKLAR TOPLUMDA ADALET VE GÜVENİ OLUMSUZ ETKİLEDİ
Yüksek olumsuz yanıt oranı, hukuk devleti ilkesine ve kurumsal tarafsızlığa olan inancın neredeyse tamamen sarsıldığını ortaya koymaktadır.
KHK uygulamalarının yol açtığı bu yaygın olumsuz algı, toplumsal ilişkilerde güvensizlik, kurumlara karşı mesafelenme ve geleceğe yönelik belirsizlik gibi sonuçlar doğurmuştur. Bu bağlamda, %98,7’lik olumsuz yanıt, mağduriyetin yalnızca bireysel değil, toplumsal bir kriz haline geldiğini ve adalet ile güvenin yeniden tesis edilmesinin, KHK sürecinin çözümünde en uzun vadeli ve en zorlu hedef olduğunu ortaya koymaktadır.
İLGİSİZ KURUMLAR DA KHK İLE KAPATILDI: %79,5
Katılımcılar, bazı kurumların kapatılmasının dayanağının net olmadığını düşünmekte ve bunun orantılılık ilkesine aykırı olduğu algısına sahiptir. Bu durum, uygulamaların amaçtan sapmış ve adeta toplu bir cezalandırma niteliği taşıdığı izlenimini güçlendirmektedir.
SENDİKA VE BANKA SUÇLAMA KONUSU OLMAMALI: %98,7
Katılımcıların çoğunluğu, sendika üyeliği ve banka hesabı gibi dayanakların kabul edilemezliğini vurgulayarak yalnızca kendi haklarını değil, tüm sistemin keyfi uygulamalardan arındırılması gerektiği yönünde kolektif bir talep ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak, bu veri, KHK mağdurları açısından temel hukuki güvencelerin feda edildiğini ve hukuk devletinin öngörülebilirlik ilkesinin yeniden tesis edilmesinin zorunlu olduğunu göstermektedir.
GERİ DÖNMEMİZ GÜVENLİK RİSKİ OLUŞTURMAZ: %99,1
Katılımcıların neredeyse tamamının “Hayır” yanıtını vermesi, ihraç kararlarında ileri sürülen güvenlik gerekçelerinin temelsiz ve haksız olduğu yönündeki güçlü ve mutlak bir kanaati yansıtmaktadır. Bu, KHK mağdurlarının kendilerine atfedilen “terör bağlantısı” veya “güvenlik riski” damgasını reddettiğini ve bu damgalamaya karşı etkin bir itibar savunması geliştirdiğini göstermektedir.
GENEL AFLA İADE EKONOMİYE KATKI SAĞLAR %98,1
Katılımcılar, ihraçların yalnızca bireysel hak kaybına yol açmadığını, aynı zamanda ülke için önemli bir beşeri sermaye kaybı ve ekonomik maliyet oluşturduğunu vurgulamaktadır. Bu bağlamda, KHK’lıların yeniden istihdam edilmesi, sadece kendi gelir ve istikrarlarını geri kazanmalarını sağlamakla kalmayıp, üretkenliği, vergi gelirlerini ve genel ekonomik canlılığı artıracak bir politika olarak görülmektedir.
KHKLILAR İÇİN YASA YA DA AF ÇIKARILSIN: %92,9
Katılımcıların beklentisi, yalnızca geçmiş mağduriyetlerin giderilmesine yönelik bir hak iadesi değil; aynı zamanda bu süreçte ortaya çıkan hukuki belirsizliklerin ve yapısal sorunların kalıcı biçimde çözüme kavuşturulmasıdır. Bu çerçevede “iade”, “itibar onarımı”, “göreve dönüş imkânı”, “sosyal statü ve mesleki hakların tanınması” gibi talepler, sistemsel bir düzenlemeye duyulan ihtiyacın boyutunu ortaya koymaktadır.
KHKLAR TÜRKİYENİN İMAJINI OLUMSUZ ETKİLEDİ: %99,1
Katılımcıların bu yüksek düzeydeki ortak görüşü, KHK sürecinin insan hakları standartları, hukukun üstünlüğü ve demokratik normlarla uyumuna dair ciddi kuşkular yarattığını ortaya koymaktadır. Uluslararası kuruluşlar ve yabancı devletlerin Türkiye’ye yönelik eleştirilerinin mağdurlar nezdinde karşılık bulması, ülkenin demokratik görünürlüğü ve hukuki güvenilirliği açısından bir zedelenme algısının yerleştiğini göstermektedir.
ÇOCUKLARIMIZ OKULDA VE İŞTE AYRIMCILIĞA UĞRADI: %91,8
KHK’lıların çocuklarının okulda ya da iş yaşamında ayrımcılığa maruz kaldığını düşünenlerin çok büyük bir çoğunlukta olması, sürecin etkilerinin yalnızca bireylere değil, doğrudan ailelere ve özellikle çocuklara kadar uzandığına dair güçlü bir algıyı ortaya koymaktadır. Bu sonuç, KHK uygulamalarının yalnızca kişisel bir hak kaybı üretmediğini; aile içi dengeleri, çocukların sosyal statüsünü ve nesiller arası fırsat eşitliğini etkileyen daha geniş kapsamlı bir toplumsal sorun yarattığını göstermektedir.
İHRAÇ NEDENİMİZ ASILSIZ İHBAR VE HUSUMET
KHK mağdurlarının büyük çoğunluğu (%66,8), ihraç kararlarının asılsız ihbarlar veya kişisel husumetler nedeniyle alındığına kesin olarak inanmaktadır. Bu, karar süreçlerinin nesnel hukuki delillerden ziyade subjektif ve kötü niyetli etkenler tarafından şekillendiği yönündeki güçlü algıyı yansıtmaktadır.
%11,9’luk “kısmen” yanıtı, bazı katılımcıların ihraç kararlarının hem subjektif faktörler hem de sınırlı ölçüde nesnel delillere dayandığını düşündüğünü göstermektedir. Bu grup, sürecin tamamen asılsız ihbar veya kişisel husumete dayanmadığını kabul etmekle birlikte, tarafsız ve adil olmayan unsurlar içerdiğini vurgulamaktadır.
Öte yandan, %16,1’lik “hayır” yanıtı, bazı mağdurların ihraç kararlarının sübjektif etkenlerden bağımsız olarak tamamen hukuki ve objektif temellere dayandığına inandığını göstermektedir. Bu durum, sürece ilişkin algının mağdurlar arasında homojen olmadığını ortaya koyarken, çoğunlukta ciddi bir güven kaybı ve hukuki meşruiyet sorgulamasının hakim olduğunu göstermektedir.
OHAL KOMİSYONUNDAN UMUTLUYDUM: %25
Katılımcıların büyük çoğunluğunun (%88,8) başvuruların sonuçlanması konusunda olumsuz veya kararsız bir başlangıç beklentisine sahip olması, Komisyon'un kurumsal meşruiyetini başvuru anında bile tesis edemediğini ve hukuki bağımsızlığına dair derin şüpheler taşındığını kanıtlamaktadır. Bu düşük başlangıç umudu, sadece bir güven bunalımı değil, aynı zamanda olası hayal kırıklıklarının etkisini azaltmayı hedefleyen psikolojik bir savunma stratejisi olarak işlemektedir.
İHRAÇ EDİLMEM KURUMUMU OLUMSUZ ETKİLEDİ: %63,4
Katılımcıların büyük bölümü, ihraçların ardından kurumlarda iş yükünün arttığını, görev dağılımında dengesizlikler oluştuğunu ve uzmanlık gerektiren bazı pozisyonlarda boşluk meydana geldiğini ifade etmektedir. Bu durum, kurumsal hafızanın zayıflaması ve iş süreçlerinin yavaşlaması gibi yapısal sorunlara da işaret etmektedir.
GÖREVE İADE EDİLİRSEK ÖNYARGIYLA KARŞILAŞABİLİRİZ
Mağdurlar, iade edilseler bile adil görev dağılımı, terfi ve kariyer gelişimi gibi konularda ayrımcılığa uğrayacaklarını düşünmektedir. Hukuken aklansalar dahi, kurum içi ilişkilerde “riskli personel” olarak görülmeleri olasıdır; bu da iade sürecinin sadece idari bir işlem olmaktan çıkıp psikolojik ve sosyal bir boyut kazandığını ortaya koymaktadır.
Bu kaygılar, KHK sürecinin yarattığı genel dışlanma ve ayrımcılık deneyimiyle bağlantılıdır. Mağdurlar, sosyal çevrelerinde yaşadıkları dışlanmanın kurumsal ortamda da tekrarlanabileceğini düşünmektedir. Bu durum, iade edilen kişilerin yeniden entegrasyonunun hukuki kararlardan bağımsız olarak, kurum içinde özel müdahaleler ve kültürel değişim programlarıyla desteklenmesi gerektiğini göstermektedir.
ÖNEMLİ OLAN HUKUKEN TAMAMEN AKLANMAK
KHK mağdurları için hak arayışında öncelik, maddi veya mesleki kazanımlardan ziyade hukuki ve manevi itibarın yeniden tesisidir.
Hukuki aklanma talebi, KHK sürecinin yarattığı damgalanma ve sivil ölüm deneyimiyle doğrudan ilişkilidir. Toplu ihraçlar sonucunda bireyler hem sosyal hem de hukuki anlamda bir “lekelenme” ile karşı karşıya kalmış, özel sektörde çalışma kısıtlamaları ve toplumsal dışlanma gibi etkiler, ekonomik kayıptan daha ağır bir yük oluşturmuştur. Bu nedenle, çözümün bu lekeyi tamamen ortadan kaldıracak nitelikte olması beklenmektedir.
ÖZEL SEKTÖRDE AYRIMCILIĞA UĞRADIM: %87,7
KHK kararı sonrası, mağdurların özel sektörde iş başvurularında ayrımcılığa uğradığı algısı oldukça yaygındır. Bu durum, KHK statüsünün bireyler üzerinde yalnızca kamu sektörünü değil, özel sektör işgücü piyasasını da etkileyen kalıcı bir damgalama yarattığını ortaya koymaktadır. Hukuken suçsuz olan kişiler, statü nedeniyle işverenler tarafından riskli veya prestij açısından sorunlu görülmekte ve bu nedenle istihdam fırsatlarına erişimleri ciddi biçimde kısıtlanmaktadır.
SOSYAL ÇEVREMDEM DIŞLANDIM: %81,7
KHK süreci, mağdurların sosyal çevrelerinde ciddi dışlanma ve damgalanma yaşamasına yol açmıştır. Katılımcıların büyük çoğunluğu, ihraç sonrası yakın ve geniş çevrelerinden uzaklaştırıldıklarını veya mesafeli ilişkiler deneyimlediklerini belirtmektedir.
PSİKOLOJİK DESTEK ALMA İHTİYACI HİSSETTİM: %67,1
Yanıt dağılımı, katılımcıların büyük çoğunluğunun psikolojik destek ihtiyacı hissettiğini ortaya koyarak, sürecin mağdurlar üzerinde yoğun bir psikolojik yük yarattığını göstermektedir. Bu durum, yaşananların yalnızca ekonomik ya da hukuki bir sorun olmadığını; aynı zamanda derin bir duygusal, bilişsel ve psikolojik yıpranma yarattığını ortaya koymaktadır.
KHK SORUNU 3 YILDA ÇÖZÜLÜR: %21,2
Katılımcıların yarıdan fazlasının (%53,2) sorunların önümüzdeki üç yıl gibi kısa bir süre içinde tamamen giderilebileceğine inanmaması, kitlenin yakın geleceğe dair iyimserlik düzeyinin oldukça düşük olduğunu göstermektedir. Bu veri, anketin genelinde tespit edilen kurumsal güvensizlik ve hukuki süreçlerin yavaşlığı (%98,7 Hayır) gibi temel faktörlerin bireylerin gelecek beklentilerini ne ölçüde yapılandırdığını kanıtlar niteliktedir.
SEÇİM SONRASI YENİ HÜKÜMET KHKLILARI GÜNDEME ALIR: %38,2
Yanıtlar, KHK sürecinin çözümüne dair siyasi beklentilerde belirgin bir bölünmüşlüğü ortaya koymaktadır. Göreceli çoğunluk, konunun seçim sonrası yeni hükümetler tarafından öncelikli gündeme alınacağına inanmakta ve sorunun toplumsal ve insani boyutları nedeniyle göz ardı edilemeyeceğini düşünmektedir. Bu kesim, sürecin siyasi bir zorunluluk ve irade ile çözüleceği yönündeki kolektif umudu yansıtmaktadır.
GENEL DEĞERLENDİRME
Türkiye’nin son yıllarda benimsemeye çalıştığı “Terörsüz Türkiye” vizyonu, toplumsal güvenliğin güçlendirilmesini ve terörle mücadelenin rasyonel bir zemine oturtulmasını hedeflemektedir. Ancak Adalet Bakanlığı verileri incelendiğinde, son on yılda yaklaşık 3 milyon kişinin terör suçlaması kapsamında adli süreçlere dâhil edilmesi dikkat çekmektedir. Bu sayı, dünya genelinde kabul gören toplam terörist varlığının yaklaşık 300.000 kişi olduğu yönündeki sosyolojik öngörüyle karşılaştırıldığında önemli bir çelişki ortaya çıkarmaktadır. Üstelik yargılama süreçlerinin büyük bölümünün takipsizlik veya beraat ile sonuçlanması, mevcut uygulamaların isabet oranına ilişkin soru işaretlerini güçlendirmektedir.
Araştırma bulguları, KHK kapsamına alınan kişilerin ezici çoğunluğunun, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle “tabanı ibadet, ortası ticaret” olarak nitelenen kesimde yer aldığına işaret etmektedir. Bu durum, terör örgütlerinin üst yapılanması ile maddi veya ideolojik bağları bulunmayan geniş kitlelerin idari tasarruflarla süreçlere dâhil edildiğini göstermektedir. Bu nedenle, devletin sosyal adalet ve toplumsal bütünleşme anlayışı doğrultusunda yasal bir yeniden değerlendirme mekanizmasının gerekliliği açıkça ortaya çıkmaktadır.
KAPSAMLI BİR İNCELEME VE GÜNCELLENMİŞ BİR HUKUKİ DÜZENLEME:
Milli güvenlik açısından karmaşayı azaltabilir, gerçek tehdit unsurlarını daha görünür hâle getirebilir,
Sadakat düzeyi yüksek vatandaşları yeniden sisteme kazandırarak devlet-toplum ilişkilerini güçlendirebilir,
Güvenlik birimlerinin iş yükünü azaltarak terörle mücadelede etkinliği artırabilir.
Araştırmaya katılan çok sayıda birey, Türkiye’de kalmayı ve devletin adaletine güvenmeyi tercih ettiklerini belirtmiş; süreç boyunca dış aktörlere veya yönlendirici gruplara itibar etmediklerini ifade etmiştir. Bu bağlamda, adli ve idari süreçlerde ortaya çıkan hataların giderilmesi ve mağduriyetlerin telafisi, hem kul hakkının gözetilmesi hem de devletin adalet kapasitesinin güçlendirilmesi bakımından önemli görülmektedir.
Mağduriyetlerin giderilmesi, toplumsal barışı pekiştiren bir etkiye sahip olduğu gibi; nitelikli insan gücünün yeniden üretim sürecine katılmasıyla ekonomik büyümeye doğrudan katkı sunacaktır. Yüz binlerle ifade edilen nitelikli iş gücünün istihdama dönmesi; üretim, ihracat, hizmet sektörü ve bilimsel araştırmalar açısından önemli bir ivme oluşturacaktır. Özellikle üniversitelerden ihraç edilen akademisyenlerin yeniden sisteme kazandırılması, Türkiye’nin bilimsel kapasitesini ve rekabet gücünü artıracaktır.
Hâlen herhangi bir iç veya dış terör örgütü ile bağı tespit edilemeyen geniş KHK’lı kitlesinin ekonomiye, istihdama ve vergi sistemine yeniden entegre edilmesi, Türkiye Yüzyılı hedefleriyle uyumlu stratejik bir adımdır. Devletin adalet ve şefkat dengesini gözeten bir yaklaşım benimsemesi, hem iç huzuru güçlendirecek hem de uluslararası arenada istikrarlı ve kapsayıcı devlet pratiği açısından olumlu bir örnek teşkil edecektir.
Toplumsal yaraların sarılmasına yönelik bu tür bir adımın, devlet–millet ilişkilerinde güveni artıracağı, KHK’lıların çocukları da dâhil olmak üzere yeni kuşaklarda devlete aidiyet duygusunu yeniden güçlendireceği öngörülmektedir.