• Sansür, otosansür yaygınlaşacak
  • İfade özgürlüğü önüne yeni engeller çıkarılacak
  • Yalan haber için kriterler tanımlansa da uygulamada "esnetilebilecek"

Ekim ayında Meclis’e gelmesi beklenen yeni tasarının gerekçesi “yalan haberle mücadele” olarak sunulsa da iktidar dışındaki kesimler düzenlemenin yol açacağı sansür, otosansür ve ifade özgürlüğü kısıtlamaları konusunda endişeli.

Analiz: "Dezenformasyonla mücadele" veya sansür mekanizmasının son halkası

İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), 2020 Ekim ayında yürürlüğe giren ve sosyal medya platformlarına hukuki ve mali muhataplık müessesesi oluşturma zorunluluğu getiren yasanın üzerinden bir yıl geçmeden yeni bir düzenleme hazırlığında. Bu kez gerekçe “dezenformasyonla mücadele.”

AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın 17 Temmuz 2021 tarihinde yaptığı bir açıklamada “sosyal medya platformlarındaki dezenformasyona” karşı çalışma başlatıldığını belirtmesiyle gündeme taşınan “yalan haber ve dezenformasyonla mücadele” konusu, Temmuz ve Ağustos aylarında Türkiye’nin yüzlerce noktasında çıkan orman yangınlarına ilişkin sosyal medyada yapılan paylaşımlar nedeniyle gündemdeki yerini korudu ve iktidar yeni yasama yılı öncesinde bu konudaki yasal düzenleme ile ilgili çalışmalarını hızlandırdı.

Ekim ayında Meclis’e sunulması beklenen yeni tasarının gerekçesi “yalan haberle mücadele” olarak sunulsa da iktidar dışındaki kesimler düzenlemenin yol açacağı sonuçlar konusunda endişeli.

Düzenlemenin hangi sonuçlara yol açabileceğini Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Bilgi ve İletişim Teknolojilerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Onursal Adıgüzel, bilişim hukuku alanında uzman Avukat Gökhan Ahi ve Evrensel gazetesi bilgi teknolojileri yazarı İsmail Gökhan Bayram ile konuştuk. Her üç isim de yeni düzenleme neticesinde sansür ve otosansürün yaygınlaşacağını, dahası ifade özgürlüğü önüne yeni engellerin çıkarılacağını söylüyor. Tasarının muhalefete dönük olduğu endişesini dile getiren Adıgüzel ise “Yeni bir cadı avı başlayacak” diyor.

Yaptırımda “örgütlülük kriteri,” “Singapur modeli” iddiaları

Hem sosyal medya kuruluşları hem de kullanıcılara yönelik yaptırımlar içereceği belirtilen yeni düzenlemenin AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın başkanlığında Adalet ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanlıkları ile İletişim Başkanlığı temsilcilerinin katılımıyla yapılan çalışmalar sonucunda büyük ölçüde netleşmesi bekleniyor.

Almanya, İngiltere, Rusya ve Avustralya’daki uygulamaları inceleyen AKP yönetiminin ağırlıklı olarak Almanya modeli üzerinde durduğu söyleniyor. Ancak iktidara yakın köşe yazarı Abdülkadir Selvi, Hürriyet gazetesindeki köşesinde geçtiğimiz hafta kaleme aldığı bir yazıda sosyal medya düzenlemesi için “Almanya, Fransa ve İngiltere örneklerinden farklı olarak nefret suçuyla ilgili paylaşımları kaldırmayanlara 10 yıl hapis cezası öngören Singapur modelinin de mercek altına alındığını” ifade etti.

Eylül ayı başında medyada yer alan haberlere göre ise AKP yetkilileri “dezenformasyon içerikli paylaşımın organize, örgütlü, belli bir amaca yönelik olması halinde yaptırım uygulanması” üzerinde duruyor. Öte yandan, bir paylaşımın “dezenformasyon amacıyla yapıldığına” hangi merci tarafından karar verileceği de tartışılan konular arasında.

Tasarı hakkında somut bilgi yok; “komisyon toplansın” çağrısı yanıtsız

Tasarının gündeme geldiği ilk günden bu yana AKP’nin “dezenformasyon” düzenlemesi için Almanya, Fransa, Singapur, Rusya ve Avustralya modellerini incelediği konuşuluyor. Ancak Avukat Gökhan Ahi, öncelikle nasıl bir tasarı ile karşı karşıya olduğumuza dair somut bir fikirlerinin olmadığını ifade ediyor, zira taslağı şu anda iktidar dışında kimse bilmiyor. Medyaya yansıyan iddialar ölçüsünde bilgi sahibi olduklarının altını çizen Ahi, 2007’de yasalaşan 5651 numaralı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” ve geçen yıl Temmuz ayında bu kanunda yapılan değişiklikle yasalaşan sosyal medya ağlarına Türkiye'de temsilcilik açma zorunluluğu getiren düzenlemede de büyük ölçüde Almanya’dan esinlenildiğini ifade ediyor.

CHP Bilgi ve İletişim Teknolojilerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Onursal Adıgüzel, aynı zamanda TBMM Dijital Mecralar Komisyonu’nda CHP adına sözcülük görevini yürütüyor. Tartışmalar kamuoyuna yansır yansımaz komisyon başkanına komisyonu toplama çağrısı yaptıklarını belirten Adıgüzel, komisyonun yaz döneminde de çalışma hakkı olmasına karşın çağrısına yanıt alamadığını belirtiyor.

Adıgüzel, medyaya yansıyan bilgilerden gördükleri kadarıyla “dezenformasyonla mücadele” konusunda hapis cezası yaptırımının geleceğini söylüyor ve ekliyor: “Türkiye gibi demokrasi kültürünün oturmadığı, özellikle yargı bağımsızlığından söz edilemeyen bir ülkede --ki interneti özgür olmayan bir ülke olarak da biliniyoruz-- böyle bir cezanın gelmesi aslında muhalefeti susturma çabasıdır; sansür-otosansür çabasıdır. Biz bunu böyle okuyoruz.”

İktidarın her fırsatta Almanya örneğini ön plana atarak bu yasayla “iyi bir iş çıkarılacağına” dair kamuoyunda algı yaratmaya çalıştığını söyleyen Adıgüzel, Almanya’daki yasanın yapılış sürecine dair bilgi veriyor: “Almanya’da iki yıl süren tartışmalar yapıldı. Bu konunun uzmanları uzun süre taslak çalışması yaptı. Ardından taslak itirazlarla yeniden şekillendirildi ve bütün paydaşların sürece katılmasıyla sonuç ortaya çıkarıldı. Bizde sadece AKP sözcüleri tarafından yapılan açıklamalar var.”

“Almanya liginde değil, Çin-Rusya ligindeyiz”

Adıgüzel’e göre, iktidar sürekli Almanya’yı örnek vererek “batılı ülkeler gibi düzenlemeler yaptığını” iddia ediyor ama rakamlar bunu doğrulamıyor: “Rakamlara baktığımızda Twitter, YouTube ve Google hizmetlerinde içerik kaldırma taleplerinde Rusya’dan sonra ikinci sıradayız. Facebook üzerinden baktığımızda da dördüncü sıradayız. 5651 sayılı kanun değiştikten sonra Facebook’ta içerik kaldırma oranı yüzde 46 artmış. İçerik kaldırma talebine baktığımız zaman biz Almanya’nın olduğu lige girmiyoruz. Biz Hindistan, Çin ve Rusya’nın olduğu, otoriterleşen ülkeler ligine doğru gidiyoruz.”

Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde Almanya’nın 128 ülke arasında altıncı, Türkiye’nin ise 107’nci sırada olduğunu hatırlatan Adıgüzel, sözlerine şöyle devam ediyor: “Buradan baktığımız zaman Almanya’da yargı bağımsızlığı, adalet konularında tartışma yok; demokrasi kültürü konusunda kurumları çok daha tecrübeli. Siz hiç Almanya’da 14 yaşında bir çocuğun sosyal medya paylaşımları sebebiyle gözaltına alındığını duydunuz mu? Ben duymadım. Ya da Merkel’in avukatlarının her gün onlarca, yüzlerce insan için sosyal medyada yaptığı paylaşımlar üzerinden suç duyurusunda bulunduğunu? Burada aslında bir algı yönetimine ihtiyaç duyuyor iktidar. Fransa’dan da örnek vermiyor çünkü Fransa’da bazı maddeler anayasa mahkemesi tarafından iptal edilmiş --ki orada da bir yılı aşkın bir süredir bir hazırlık süreci var. Rakamlar böyleyken bu düzenlemeden Almanya gibi bir sonuç çıkmayacağı açık.”

İçeriğin “yalan” olduğuna kim, nasıl karar verecek?

Bir paylaşımın dezenformasyon amaçlı olup olmadığına hangi kurumun, hangi kriterlerle, nasıl karar vereceği de şimdilik belirsizliğini koruyor. Bilişim hukuku alanında uzman Avukat Gökhan Ahi, en büyük sorunlardan birinin “yalan haberin” tespiti konusunda yaşanacağını söylüyor.

Mevcut düzenlemelerde “yalan haber” diye bir tanım bulunmadığının altını çizen Ahi, basınla ilgili durumlarda gerekirse maddi veya manevi tazminat davaları açıldığını ancak sosyal medya ve internet için “yalan haber” tanımını yapabilecek herhangi bir merci olmadığı gibi basın mevzuatında da yalan haberi tanımlayan bir kriter olmadığını aktarıyor: “Biz buna 'görünürde gerçeklik' ilkesi diyoruz. Basın Kanunu için bir haberin her zaman tam doğru olması gerekmez, görünürde gerçek olması, güncel olması gerekir ki o haberi haber değerlendirelim. Mesela bir haberci almış olduğu bir duyumu değerlendirebilir, bir tahminde, öngörüde bulunabilir. Bu gazeteciliğin doğasından kaynaklı bir şeydir. Ve eleştirir. Bunda yüzde yüz gerçeklik aranmaz, görünürde gerçeklik aranır. Ama sosyal medyada herhangi bir vatandaşın böyle bir sorumluluğu olmadığı gibi böyle bir görevi de yok. Kaldı ki yalan haber midir, doğru haber midir, görünürde gerçeklik midir, bunları değerlendirme imkânı da yok. Örneğin bir habere yalan deyip soruşturma açtınız, sonra başka soruşturmalar açıldı ve haberin doğru olduğu ortaya çıktı, o zaman ne olacak?”

Ahi, “yalan haberi” tanımlamaya çalışmanın ifade özgürlüğünün önüne bir engel çekmek anlamına geleceğini belirtiyor ve ekliyor: “(Bir sosyal medya kullanıcısı) mizah yapabilir, ironi yapabilir, uydurma ‘haber’ de yapabilir. Zaytung gibi siteler var örneğin, tamamıyla mizahi bir site. Burada sorumluluk Zaytung’un değil, ironiyi anlamayanın sorumluluğu. O zaman bu ülkede mizah olmayacak, duyuma dayalı haberler yapılamayacak. Aslında bu düzenleme basın özgürlüğüne, ifade özgürlüğüne vurulacak bir darbe olacaktır.”

Kriterler tanımlansa da “esnetilebilir”

Evrensel yazarı Gökhan Bayram da yalan haberin nasıl tespit edileceği konusundaki belirsizliğe dikkat çekiyor: “Daha önceki yasalara baktığımızda büyük olasılıkla ucu açık, geniş ve her yöne esnetilebilecek bir tanım olacağını tahmin edebiliriz. Kaldı ki yasalarda en kusursuz tanımlar yapılsa dahi fazlasıyla politize olmuş mahkemelerde yasaların nasıl kullanıldığı da az çok ortada.”

Bayram’a göre, içereceği “yalan haber” ve “dezenformasyon” tanımından bağımsız olarak düzenlemenin iktidarı destekleyen kesimleri hedef almayacağı ve getirilecek kriterlerin “yoruma açık” olacağı aşikâr: “Yasanın düzenli olarak yalan haber yapan iktidara yakın medya üzerinde kullanılmayacağını, iktidara eleştirel yaklaşan medyanın hedeflendiğini şimdiden rahatça varsayabiliriz. Dezenformasyonun organize, örgütlü ve belli bir amaca yönelik olması gibi kriterler getirdiklerini söylüyorlar. Ancak bütün bunlar mahkemede gayet esnek olarak yorumlanabilecek tarifler. Örneğin, iktidara eleştirel yaklaşan bir paylaşım ya da bir haber kendi doğallığı içinde yeterince popülerleşir, yeterince paylaşılırsa ve bu paylaşım ya da haber yeterince rahatsız edici olursa bunun ‘organize, örgütlü ve belli bir amaca yönelik’ olarak yorumlanmasının önünde mahkemelerde bir engel yok.”

Dezenformasyonla mücadele iddiası “gerçekle bağdaşmıyor”

Adıgüzel’e göre, dezenformasyon meselesi dünyanın da tartıştığı önemli bir mesele ama ifade özgürlüğü ile dezenformasyon arasında ince bir çizgi var ve bu çizginin doğru bir şekilde yönetilmesi, çerçevenin doğru bir şekilde çizilmesi gerekiyor.

Dezenformasyonu tanımlamanın zorluğuna dikkat çeken Adıgüzel, iktidarın “kendinden olmayanı terörist ilan etme” pratiği ile her türlü eleştiriye kapalı bir anlayışa sahip olduğunu da hatırlatıyor: “Sulh ceza hâkimlerinin iktidara gelen eleştirileri ‘hakaret,’ muhalefete gelen hakaretleri de ‘eleştiri’ olarak görmek gibi tarafgir bir tutumları var, hatta bazen bir partinin yöneticisi gibi davranıyorlar.”

Adıgüzel, öte yandan iktidarın kendi propagandasına ilişkin pratiklerine bakıldığında yeni düzenlemeyle “dezenformasyonla mücadele edileceği” iddiasının da gerçekle bağdaşmadığını söylüyor: “Kendi maaşlı trolleri var. Sarayın propaganda başkanlığı tarafından hedef gösterilen siyasetçiler, partiler var. Bu maaşlı troller eliyle manipülasyonun yayıldığını görüyoruz. İktidar sözcülerinin kendi ağızlarıyla ‘dezenformasyon’ yaptığını görüyoruz. Örneğin Cumhurbaşkanı İngiltere’de aşının 100 pound karşılığında yapıldığını söylüyor. Sonra öyle olmadığı ortaya çıkıyor. Orman yangınları sırasında yangın söndürme uçakları için bir var, bir yok diyorlar. Ya da şeffaf olmadıkları için yalan haberin yayılmasına zemin hazırlıyorlar.”

Türkiye’de yaklaşık 467 bin web sitesinin engelli durumda olduğunu hatırlatan Adıgüzel, sözlerine şöyle devam ediyor: “Geldiğimiz noktada BTK dahil 20’ye yakın kuruluşun içerik kaldırma hakkı var. Şimdi bir sosyal medya başkanlığı kurulacağı, RTÜK gibi yönetileceği söyleniyor. RTÜK’ün uygulamalarını görüyorsunuz. Muhalefete ceza yağdırıp iktidar medyasını koruyor. Yandaş konuşsun, gerisi sussun anlayışı var. Bu somut gerçeklik ortada dururken, özeleştiri yapmadan, ‘Ben dezenformasyonla mücadele edeceğim’ demek gerçekle asla bağdaşmıyor.”

Adıgüzel, getirilmek istenen düzenlemenin zamanlamasına da dikkat çekiyor: “Herkes Türkiye’de bir erken seçimin kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Muhalefet ısrarla bir erken seçim yapılması gerektiğini söylüyor. Seçime giderken böyle düzenlemeler yapmak da akıllara başka soru işaretlerini getiriyor. Böyle bir ortamda siz gelip hapis cezalarıyla insanları tehdit ederseniz ortaya dezenformasyonla mücadele çıkmıyor, ortaya sansür ve muhalefete sopa sallayan bir anlayış, muhalefeti susturmaya yönelik bir çaba çıkıyor. Dahası bir ‘cadı avı’ endişesi de doğuruyor. O nedenle buradaki asıl dert dezenformasyonla mücadele değil, muhalefete, özellikle de sosyal medyada doğruları söyleyenlere, AKP’nin Türkiye’yi yönetemediğini belgeleriyle ortaya koyanlara gözdağı verme, susturma çabasıdır.”

Sansüre karşı ortak mücadeleye ihtiyaç var

Düzenlemeyle ilgili somut bilginin olmaması sosyal medya kullanıcılarının da endişelerini körüklüyor. Örneğin yalan haberi retweet etmek de suç mu olacak?

Sorunun yanıtını Avukat Gökhan Ahi veriyor: “Şu anki mevzuata göre retweet etmek, beğenmek gibi bir suç yok. İçeriği yazan o içerikten sorumludur. Cezai sorumluluk ve hukuki sorumluluk ona aittir. Burada bir değişiklik olacağını sanmıyorum. Zannediyorum hükümetin buradaki amacı sosyal medyanın çok sık kullanılmasının bir nevi önünü tıkamak, ifade özgürlüğünün önüne engel koymak.”

Yalan haber ciddi bir sorun, peki çözüm nerede? Gökhan Bayram’a göre “İktidar, elindeki sansür mekanizmalarını parça parça tamamladı. Sosyal medya bunun son halkası.” Bayram, “Bu mekanizmaların ne kadar kullanılabileceğini biraz iktidarın ihtiyaçları biraz da mücadelenin seviyesi belirliyor” diyor.

Bayram, yalan haber ve dezenformasyonunun internet açısından ciddi bir sorun olduğunun altını çiziyor ve ekliyor: “Ancak iktidarın bugüne kadarki pratiklerine baktığımızda yasanın bu sorunu çözmeye ya da hafifletmeye yönelik değil de iktidara yönelen eleştirileri perdelemeye yönelik kullanılması ciddi bir olasılık. Bu yasanın Meclis’ten nasıl geçeceğinden ve ne şekilde kullanılacağından bağımsız olarak bütün bu mekanizmaların sansür amaçlı kullanımlarının teşhirine ve sansüre karşı ortak bir mücadeleye ihtiyacımız var. Ortaklaşmış ve güçlü bir sansür karşıtı mücadele bu devasa sansür mekanizmasının kullanımını zorlaştırmak açısından hayati bir ihtiyaç.”

Çözüm: Şeffaflık

Gökhan Ahi de devletin ve kurumların şeffaf olmasının yalan haberin önüne geçeceği görüşünde: “Dünyada birçok iktidar şeffaf olmayı sevmiyor. Şeffaf olunmayan yerde, kamu kurumlarının, yöneticilerin doğru bilgi vermediği yerde bilgi kirliliği oluşur. Hatta birileri bunu kullanır. Bir yerde yangın çıktığında kaynağından doğru bilgiyi alsanız, anlık bilgilendirme yapılsa, diğer sıradan vatandaşın söylediğine itibar eder misiniz? Ama öyle olmuyor, devlet bu tür zamanlarda sessizleşiyor. Vatandaş vatandaşın söylediğini çoğaltıyor. Sonra da ‘Bu yalan haber’ deniliyor. Biri üç sene önceki başka bir orman yangını görüntüsünü paylaşıyor, görenler de bugün olduğunu sanıyor, çünkü doğru haber alamıyor. Yalanın panzehri şeffaflıktır, vatandaşı doğru bilgilendirmektir.”

Editör: TE Bilisim