Hindu felsefesinde çok anlatılmış bir anekdotta, bir öğrenci öğretmenine, Brahman'ın, yani dünyanın ruhunun ne olduğunu açıklayıp açıklayamayacağını sorar. Öğretmen soruyu duyduktan sonra sessiz kalır. Öğrenci cevaben tek bir kelime almaksızın iki üç kez daha sorusunu yineler. En sonunda öğretmen ağzını açar ve der ki: “ben bunu sana şu an öğretiyorum ama sen dinlemiyorsun.”

Cevap çok basittir; sessizlik.

Kalabalıkları son zamanlarda dar alan olarak algılamaya başladım. Sadece sessizlikte var olmak isteyişim arttı sanırım. Şöyle kütüphane sessizliği gibi fakat kimsesiz bir sessizlik istiyorum. İnsan hava sahası dışında. Araba sesi olmadan, insan sesi olmadan, biraz kuş sesleri doğanın sesleri ile belki de.

Sessizlik çağlar boyunca birçok düşüncenin kaynağı olmuştur. Beynin gün boyu belki de haftalar boyu maruz kaldığı bilgiler deneyimler sessizlikte değerlendirilir. Sessizlik insanı daha zeki ve yaratıcı yapar, Einstein’dan başlayarak çoğu bilim insanı ve sanatçısı sessizlikte birçok fikrini var etmiştir.

Uzun zamandır yoğun oluşumdandır belki de düşünmeden sadece gök yüzüne bakmaya aşırı bir ihtiyaç duyuyorum. Bitmek bilmez bitiş çizgisi yetiştirmeleri, zamanın içerisinde hep bir acele ile koşuşturma, sorumluluklar darken ihtiyacım daha da arttı, son birkaç gündür biraz hafiflemiş olan yükümle sanki ruhum dinlenmek istiyor. Zihnim “düşünmekten yoruldum ben” diyor bana.

Bedenimi ve zihnimi dinlemeliyim.

Bazı yaşanılanları sindirmeli ve bir sonraki hayat satırıma/sayfama geçmeden önce soluklanmalıyım. İnzivaya çekilmek istiyorum, kitaplarım, filmler, diziler olmadan hatta. Kafamı meşgul edecek hiçbir şey istemiyorum kısaca.

Zihnim meditasyon an’ından çıkmak istemiyor.

Yoruldum. Bunları düşünürken bile. Evdeki her eşya fazlalık geliyor şu an bana. Kahve sehpasının gerekliliğini sorguluyordum az evvel kendi kendime. Sadece yer kaplıyor, o var oldukça üstüne konacak eşyaları da almak bulundurmak gerekiyor ve sonuçta hepsi birer yer kaplıyor. Bomboş kalsa daha mı rahat ederdim acaba?

Belki de zihnimi boşaltamıyorum da eşyaların varlığında buluyorum kusuru. Bir türlü bitmiyor yorgunluğu zihnimin. Yorgunluktan uyuyamamak gibi. Aslında şöyle bir sakinlesem de nefes alıp vererek süpürebilsem ya zihnimi tek ihtiyacım bu.

Acaba alışkın mı değilim böyle bitiş çizgisi olmadan, sorumluluklarım olmadan var olmaya diye kendimi sorgulamıyor da değilim. Ne gürültüden ne de insanlardan kısacası hayattan kaçamayız, bende kaçamıyorum. Sirenler her zaman ötecek, arabalar geçecek, insanlar konuşacak. Hiçbirini durduramayız. Hiçbirini susturamayız.

Çevremde sessizliği sağlasam da zihnim sessizleşmiyor, sakinleyemiyor. Biraz meditasyonla sakinleşebildi kendisini. Vücudumuzun herhangi bir fiziksel aktivite yapmaya olan ihtiyacı gibi zihnimizin de meditasyon gibi egzersizlere ihtiyacı vardır. Yorgunluk kahvesi gibi geliyor bana.

Son dönemlerde meditasyon yapamadığımdandır ki sanırım sessizlik arayışım, hep bir şeyler yapmam gerekiyordu ve meditasyona vakit ayıramıyordum hoş zihnimde yapacaklarımın listesini sayıklayıp duruyordu bana; tezi yaz, çalış, temizlik, tertip vs. gibi. Halbuki ne kadar sessizliği özlemişim ne kadar ihtiyacım varmış.

Bu yazıyı akşam vakitlerinden yazıyorum, karanlık çökmüş, şehrin ışıklarından seyrekleşen yıldızları görebiliyorum. Gün içerisinde kargaşa daha da fazla oluyor sanki, sakinliği elde etmek çok zor.

Sakince “aklımla düşünerek” derler ya hani işte o bende sessizlikte oluyor. Hoş başkalarının nasıl ses kalabalığı içinde düşünebildiğini aklım ermez. Sessizlikte elimde bir süpürge zihnimin en sık kullanılan salonundan tutun da unutulmuş odalarını süpürüyorum. Çıkan tozlar birbirine giriyor, ben süpürmeye devam ediyorum.

Ha gayret biraz daha. Az kaldı.

Öyle bir gürültü ki, ben süpürdükçe sanki açık cam kalmış da yan inşaatın tozu toprağı zihnime doluyor, ne çok birikmiş tozlar. Biraz olsun temizleyebildim yine de.

Sürekli bir meşguliyet içinde iken hissetmiyorum sanki, sessizlikte boşluklarda hissetmeye başlarız özellikle de zihinsel bir temizlik sonrası. Sabah kahvemin tadını aldım uzun zamandır ilk defa.

  •  
  •  
  •  

Gandi, Hindistan’ı İngiliz İmparatorluğu’nundan kurtarmaya çalıştığı zamanlarda haftada bir günü tamamen sessizliğe, meditasyona ve tefekküre ayırırdı. Doğru eylemin ancak bu sessizlikten doğacağına inandığı için yaptığı işin parçası olarak görürdü. Dünya tarihindeki görülmüş en şiddetsiz en şefkatli politik mücadeleyi verdi. Kan dökülmeden, bir tek kalp bile kırmadan İngiliz İmparatorluğunu dize getirdi.

Sessizliğin kavrayışımızın ötesinde bir gücü vardır.

Sessiz ve sakin an’lara..

Editör: TE Bilisim