BAKIM MANİFESTOSU YAKINDA YAYINLANACAK!

Avrupa ve Dünya Üzerinde Bir Hayalet mi Dolaşıyor?

Yeni bir kitap çıkıyor. Eylülde göze ve akla sunulacak. Bu kitabı Grup Yorumun Sıyrılıp Gelen şarkısını dinleyerek okumanızı tavsiye ederim. Çünkü bu kitap bir müjdeci, bir haberci.

Çok heyecanlanıyorum çünkü "bakım"a yeniden bakacağız. Bu kez Covid-19 pandemisi ışığında. Kitabın adı Care Manifesto. İngilizcedeki "care" türkçeye "bakım" olarak çevriliyor yaygın olarak. Demek ki bizde Bakım Manifestosu demek gerekecek. Genç Engels ve genç Marx'ın 1884'de yazdığı Komünist Manifestoyu okumak kadar heyecan verici bu manifestoyu da okuyacak olmak. Çünkü yazıldığı dönemde nasıl tarif ediyorsa sıyrılıp geleni, gelmekte olanı Marx ve Engels, şimdi de Bakım Kollektifi: Care Collective (Andreas Chatzidakis, Jamie Hakim, Jo Littler, Catherine Rottenberg, Lynne Segal) yeni dünyaya dair bize bir ön-görü sunacak. Manifesto bakım krizinin sınırlarını çizecek ve "bakım" meselesine yeniden bakmayı önerecek. "Avrupa üzerinde bir hayalet dolaşıyor. Komünizm hayaleti" cümlesi ile başlar Komünist Manifesto.

Bakalım yeni manifesto hangi cümle ile başlayacak?

Marx'ın üretim (production) ve yeniden-üretim (reproduction) kavramlarından ikincisini ihmal ettiğini söyleyegeldi yıllardır feministler. “Kapitalist toplumu izah eden şey üretim ilişkileridir” diyen Marx’a “Aynı zamanda yeniden-üretim ilişkileridir” diyegeldiler. Marxist feministler yeniden-üretim emeğini analiz ederek çalıştılar. Kapitalizm analizinde Marx'ın eksik ve karanlık bıraktığı noktalar bu çalışmalarla aydınlandı. İşçinin fabrikada yaptığı üretim, ancak ve ancak işçinin her gün yeniden-üretimi ile mümkündür. Beslenme, barınma, temizlenme, dinlenme, sevgi ve şefkat olmadan işçi ertesi gün üretime devam edebilir mi sorusunu sordular. İşte Marxist olmayan bir kavram olarak kullanarak “yeniden-üretim”e “bakım” diyebiliriz. Dünyaya geldiğimiz andan başlayarak bize bakanlar olduğu için hayattayız. Bebek bakımından yaşlı bakımına, beşikten mezara kadar sevgi ile bakılıyorsak, sistem yürüyor. İyi bakılmıyorsak dünya duruyor. İşte Covid-19 pandemisiyle birlikte üretim de dünya da durdu.

Pandemi "bakım emeği"nin kıymetini/önemini bir kez daha hatırlattı dünyaya. Pandemide yaşanan kriz sadece bir patojenin dünyayı dolaşması değil, aynı zamanda bir bakım kriziydi. Kapitalizmin ekonomiyi ve siyaseti yönetememe krizi, pandemiyle birlikte çok daha berraklaşarak gördük ki, artık ciddi bir bakım krizi. Kendine, hastalara,  yakınlarına, topluma, havaya-suya ve toprağa, dünyaya iyi bakmayan insanlık kendini büyük bir çıkmaza soktu. Peki, bakım verme işini kim yaptı yüzyıllardır? Yüzyıllardır bebeklere ve tüm dünyaya kim baktı? Erkek işçiler fabrikalarda çalışır, erkek patronlar fabrikaları ve dünyayı yönetirken dünyanın geri kalan işlerini kim yaptı? Kadınlar…

Kapitalizm dünyayı yönetebilmek için kadınların ücretsiz bakım emeğine ihtiyaç duyar. Sistem ancak kadınlar gönüllü olarak,  bilâ-ücret, içine aşk, sevgi, cinsellik ve şefkat katarak topluma ve dünyaya bakıyorlarsa tıkır tıkır işler. Üretim ve üreme bu yolla sürer. Kadınlar bakım vermeye ara verirse, bakım verme ilişkilerine itiraz ederse, “yahu hem size bakıyoruz hem bizi ve çocuklarımızı eziyor, sömürüyor, dövüyor, tecavüz ediyorsunuz. hay biz böyle sisteminizin içine edelim” derse, sistem çöker. Kadınlar insanlığa bakım emeğini tarih boyunca gönüllü ve kesintisiz olarak verdi. Kadınların tarih boyunca bakım emeği üzerinden az sayıda grevleri var. Sayıca az ama çok kritik grevler bunlar. Bazı kaynaklar “aşk grevi” derler bu grevlere. Kadınlar genellikle savaşlar, ölümler, yıkımlar karşısında grev yaparlar. Erk (erkekler) kadınların tatlı dille, hoşgörüyle, sabır ve metanetle anlatmaya çalıştığı meseleleri anlamayıp kör bir inatla yıkıma götürüyorsa çocukları, topluluğu, köyü, mahalleyi, kenti, toplumu, havayı, suyu, toprağı ve dünyayı kadınlar greve çıkarlar.

Antik Yunanda “aşk grevi”dir bunun adı, geleneklerde “beyaz tülbenti yere atma”dır.

“Artık anlayın ey erkekler! Bizi yıkıma götürüyor bu yapıp etmeleriniz. Kurduğunuz düzenler, tuzaklar, sistemler bizi de sizi de bitiriyor. Yeter artık durun ve kendinize gelin!” derler kadınlar bu grevlerde. Kadim bir gelenektir yere beyaz tülbent atmak. Tülbent yere düşünce savaşanlar durmak zorundadırlar.

Çünkü kadınlar yere tülbent atarak şunu konuşur-şunu söyler:

-bize baktığınızda arzularınıza gem vuramadığınızı söylediniz ve bizden örtünmemizi istediniz. bunu bizden tanrı istemedi, siz istediniz. tanrı sizi de bizi de çırılçıplak sundu hayata ve dünyaya. cennetinde lilith’i, adem’i ve havvayı çıplak yarattı ve yaşattı. bilgi ağacını bizlere sundu ve biz kadınlar bilgi ağacının meyvesini yemedik. bunu da siz uydurdunuz. çünkü bizim bilmek için meyveye ihtiyacımız yoktu. tanrı bize bil demişti, biz biliyorduk. biz tanrısal-evrensel-kadim ve yepyeni bilgiyi biliyorduk. bizi ve tanrının en sevdiği melek olan şeytanı bahane edip o meyveyi siz yediniz. biz buna da itiraz etmedik. çünkü bizler gibi aç ve çıplak iken de sevmeyi, yaşamayı, üremeyi ve üretmeyi bilemiyorsunuz. yemeden bilemiyordunuz. iştahınız hep ele geçirme ve sahiplik hakkında oldu. sadece hayatta olmaya, yaşamaya, sevmeye iştah duyamıyordunuz. iştahınız doyumsuzdu. tanrının-evrenin sesini kendiliğinden duyamıyordunuz. bilmek için elmayı da ayvayı da yediniz. hâlâ bir bok öğrenemediniz. biz sırf sizi ikna etmek için saçlarımızı örttük. uzun saçlarımızı gözlerinizden gizledik. siz işlerinizi yapın, zalim ve kıyıcı olmayın ve hep birlikte eyleyerek çocuklara ve dünyaya iyi bakalım diye buna razı olduk.

biz biliriz ki ne tanrı ne de şeytan kadınlara karışmaz. tanrı da şeytan da kadınlardan razıdır. iyiliğin de kötülüğün de insandan geldiğini, cennetin de cehennemin de bu dünya olduğunu, ahlâk ve edep sahibi olanların öte dünyada değil, bu dünyada cennette olduğunu biz ezelî ve ebedî olarak biliyorduk, biliriz. ahlâk ve edep, insanların birbirine ve dünyaya iyi bakması ve davranmasıdır. saçını örtmek, erkeklerle konuşmamak ve gezmemek, sevmemek, kendi gibi olmamak değildir. tanrı bunu bizlere anlatabildi ama siz anlamadınız. tanrı sizlere kitaplar ve haberciler gönderdi. sizlere iyi olmayı öğütledi. ama anlamadınız. “Neden hiç kadın peygamber yok? Demek ki kadınlar bizden aşağıda. Tanrı sadece erkekleri muhatap alır. Kadınlara seslenmez bile” diye yorumlar yaparak iyice saçmaladınız. tanrı bize sadece kitaplar ve habercilerle değil, yürekle, çocukla, ağaçla, suyla, hayvanla, bitkiyle, duayla seslenir. tanrı bizlere sözle seslenmek, haberci göndermek, bizler için kitap yazmak zorunda kalmaz. sizler zor anlıyorsunuz, kibirli ve kıyıcısınız, kendinizi bizden, tanrının diğer kullarından üstün ve değerli gördünüz diye size dinler ve peygamberler gönderdi. herkesin ve her şeyin tanrısal olduğu, bağlı-bahçeli dünya sizin yüzünüzden tek tanrılı sisteme geçmek zorunda kaldı. çünkü siz üzümün, güneşin, dolunayın, börtenin ve böceğin, denizin, derenin ve defnenin sesini duyamadınız.

tanrı 10 emir verdi sizlere:

1. kafanıza göre tanrılar uydurmayın, 2. kendinizi yaratıcı sanmayın, 3. beni boş yere meşgul etmeyin, 4. kâr hırsıyla çalışmayın-1 gün dinlenin, 5. sizi dünyaya getirenleri ve yaşlıları sevin, 6. öldürmeyin, 7. çalmayın, 8. sevdiğiniz kadınları kandırmayın, 9. komşularınızı kandırmayın, 10. komşunuzun olan şeylere tamâh etmeyin-sizin olanla yetinin dedi. ama anlamadınız.

tanrı 7 günah tarif etti sizlere:

1. kibir, 2. açgözlülük, 3. şehvet bahanesiyle çocuklara ve kadınlara zarar verme, 4. kıskançlık ve hasetlik, 5. oburluk, 6. öfke-yıkıcılık-gazap, 7. tembellik-miskinlik. yine anlamadınız.

tanrı son habercisi olduğuna inandığınız peygamber ile sizlere tekrar mesajlar verdi. ilk mesaj geldiğinde 610 yılıydı. genç peygamber güçlü ve bilge bir kadının eşiydi. erkeklik kibrine kapılmıyor, eşiyle mutlu bir hayat sürüyor; eğitimli, meslek ve güç sahibi tüccar bir kadınla okuma-yazma ve meslek bilmeyen bir erkeğin birbirine sevdalanmasının gayet güzel bir hâlini yaşıyorlardı. sizler akıllı durmadığınız, kız çocuklarınızı diri diri kumlara gömdüğünüz, kendinize tahta tanrılar yaratıp ilahi sese kulak tıkadığınız, ticaret ve para hırsına kapılıp toplumu yoksul düşürdüğünüz için; tanrı onunla konuştu, sizinle konuşmasını rica etti; o da bu mutlu hayatından vazgeçip sizlere sözler söylemek zorunda kaldı. yeni peygamber eski yasakları tekrar etti. o dönemde ticarette çok fazla hile yaptığınız ve kız çocuklarına-kadınlara kötü davrandığınız için bazı yeni sözler de söyledi. ama o sözleri çeşitli meâllerle tahrif ettiniz, kirlettiniz, kadınlara ilişkin sözleri işinize geldiği gibi yorumladınız. âşık ve şâir bir insanın uçkuruna düşkün biri gibi anılmasına neden oldunuz. erkekler güç sahibi olduğu için birden fazla kadınla evlenmeyi öneriyor zannettiniz. güzel ilâhî sözleri ve eylemleri kirli bir kaosa soktunuz. size “zorlaştırmayın, kolaylaştırın. eziyet ederek zorlamayın, güzel sözlerle ikna edin” denildiği halde, din adına savaşlar ve cihatlar icat ettiniz. tanrının özene bezene yarattığı o güzelim insan başlarını kestiniz. “Bizim dinden değildir” diyerek düşmanlar icat ettiniz. din adına insanları birbirine, komşularına ve uzaklardaki kardeşlerine düşman ettiniz.

her erkek erk sahibi değildi.

her erkek sizin erkeklik diye sunduğunuz sisteme ayak uydurmak istemedi. sizin sisteminize uymayanları yok etmek, aşağılamak, “öteki” ilan etmek istediniz. erkekler için de kadınlar için de kafesler/ klişeler inşa ettiniz. erkeklik adı altında kötülük ve katılık inşa ettiniz. sonra bunun adına “doğal cinsiyet” dediniz. “bu hikâye anlatıldığı gibi değil; bu hikâye insanlar tarafından uyduruldu. tanrısal ve ulvî bir yanı yok bu kafeslerin/ klişelerin” diyenlere, sanki feminizm kötü bir şeymiş gibi feminist diyerek küfür ettiniz. kadınların kutsal ve kulsal dünyada erkeklerle eşit, farklı ama eşit fıtrat sahibi, eksiksiz olduğunu, kadınlığa atfedilen anlamın tanrı tarafından yaratılmış değil kul tarafından uydurulmuş olduğunu savunanlara feminist denir.  işte buna “kadın doğulmaz, kadın olunur” denir. bu cümle “tanrı bizi kadın olarak yaratmadı ve biz yaradılışa isyan ediyoruz” demek değildir. bu cümle “insanlar iki cins olarak yaratıldı/oluştu, kadınlar aşağıda, eksik, ikinci cins olarak yaratılmadı/oluşmadı” demektir. eğer inançlı iseniz soruyoruz size: hangi inanan tanrının eksik bir varlık yarattığını düşünebilir?

bütün bunlar böyleydi ve böyle oldu. biz en eski ve en yeni insanlar bunları böyle gördük. biz köylerde, mahallelerde ve kentlerde barış içinde bir arada yaşamayı biliyorduk. bizim kölelere, işçilere, ev-kadınlarına ihtiyacımız yoktu. güzel bir iş bölümü içinde her işimizi kendimiz görebiliyorduk. kadınlar ev’in kadını olmak zorunda değildi kadim düzenlerimizde. isteyen kadınlar ve erkekler ev’in içinde, istemeyen okullarda, ticarette, denizlerde, tarlalarda, steplerde, toplum idaresinde, fabrikalarda, derelerde ve ormanda çalışabilirdi. bu sistemi ters yüz ettiniz, içine ettiniz. hatırlamadığınız zamanlara “Ama o zamanlar da ana-erk’i vardı. Eski toplumlar anaerkil toplumlardı” dediniz. bunu da siz uydurdunuz. kurt-kadınlar, vahşi kadınlar tarih boyunca erk olmadı, erk olmak istemedi. erk olmaktansa yapacak daha güzel işleri vardı. tarih boyunca erk  olmak isteyen kadınlar size benzedi. sizin gibi katı ve kıyıcı oldu. onlar döpiyesler giydiler ve diğer kadınların kalbine, canlılığına, yaşam enerjisine ve sözlerine zararlar verdiler.

en eski insanlar olarak, iyilik yapmak için cennette köşkler ve hûriler beklentimiz yoktu. mal ve mülk de beklemedik. mülksüz bir tanrının çocukları olarak bizlere sevmek yetti. tanrı sizlere kaç kez söyledi: “mülk Allah’ındır. mülk edinmek için kavga etmeyin. size koskoca bir dünya verdim. adil sistemler kurun, adil yasalar yapın, adilce paylaşın, bölüşün” dedi. anlamadınız. açgözlülük yaptınız. gözlerinizi kâr hırsı bürüdü. tanrı ve kadınlar, tarih boyunca abdallar ve dervişlerle de sizlere seslendik: “aşkın aldı benden beni. bana seni gerek seni. ben yanarım dün û günü. bana seni gerek seni” dedik. yine anlamadınız. yunus’un peşine cellatlar taktınız, hallac-ı mansûr’u yaktınız; şeyh bedrettin’i astınız.

kendimizi ve kız-oğlan-eşcinsel-trans ya da düz çocuklarımızı korumak için oluşturduğumuz İstanbul sözleşmemize saldırdınız. kötülüğünüze örf-adet-gelenek-görenek diyerek ve feministlere dış mihrakların ajanı muamelesi yaparak sözleşmemizi bizden alamayacaksınız. artık bizi kandıramazsınız. artık kandıramayacaksınız. büyük insanlık ailesinin örf-adet-gelenek-görenekleri tüm çocuklarını eşit tutmak, sevmek, ayrımcılık yapmamak, birbirine şiddet uygulamalarına engel olmaktır. toplumu sokakta ve evde sevgi ve barış içinde bir arada tutan gelenekler sevgiye, hoş görüye dayalı geleneklerdir, yasalardır, dinlerdir. simone lucie ernestine marie bertrand de beauvoir adlı fransız yazar ve feminist filozof da bunu böyle bilir ve böyle söyler: "insan varoluşsal olarak (bir başka deyile yaradılıştan) özgürdür. hiçbir insan diğerinin var oluşu üzerinde tahakküm kuramaz ve erkek kadını ikincil kılamaz” der. feministler ve dindar kadınlar farklı dillerde hep aynı eşitlik-özgürlük-adalet-sevgi-şefkat şarkısını söyler. biz kadınların ortak dilini de araya kötü kelimeler sokarak siz bozdunuz.

öyleyse, zamanında kendinize gem vurmak için takmamızı istediğiniz şu beyaz tülbente de lanet olsun!

şimdi bakın, dünya yok oluyor. 10 emire uymayarak, 7 günahı işleyerek dünyayı yok olma noktasına getirdiniz. çocuklara, kadınlara ve dünyaya kötü davrandınız. şimdi hepimiz ölüyoruz. çocuklar okula gidemiyor. nineler torunlarına dokunamıyor, sevemiyor, masallar anlatamıyor. anneler-babalar çocuklarını doyuramıyor. sevgi ve kardeşlik yeryüzünden yok oluyor. o zaman tülbenti yere atma vakti geldi. şimdi bizler ölüyoruz. kökümüze kıran getirdiniz. artık sizlere, topluma ve dünyaya bakamayacağız. ne haliniz varsa görün de demiyoruz.

diyoruz ki: artık, inançlı (idealist) iseniz tanrının, maddiyatçı (materyalist) iseniz bizim sesimizi duyun. kör inadı bırakın. birbirinizi ve doğayı yok etmeyi bırakın. sahip olduğunuzu sandığınız dünya yok olduğunda gezegenler de sizi kabul etmeyecek. kâr hırsıyla yapılan uzay göçü planlarınız sizi kurtarmayacak. Son CERN deneyi ortaya koydu ki, uzayın en uzak iki noktasından salınan atom altı parçacıklar dâhi birbirinden haberdâr. Biliyor ve uyarıyoruz, bu kafayla giderseniz, her gittiğiniz yeri yok edeceksiniz. kâr hırsından vaz geçin! daha adil, eşitlikçi, birbirine ve doğaya yabancı olmayan yeni bir sistem kurun. eskiden olduğu gibi “yenidünya”da da imece ile üretin ve bölüşün. yoksa artık size biz de bakamayacağız. çünkü artık “BİZ” ölüyoruz. SİZ de öleceksiniz. Allaha emanet olun. ama lütfen birazcık onun da bizim de gazabımızdan korkun. tanrının ve kadınların gözü sizlerin üzerinde. gözlerin üzerinizde olduğunu unutmayın.

İşte Anadolulu kurt ve hekim bir kadın olarak kitabın sözlerini böyle okuyor ve size kitabı tanıtıyorum. Elbette kitabın yazarları bu dille konuşmayacak. Ama aşkın, dünyaya iyi gözle bakmanın, dostluğun, kadın mücadelesinin ve yaşama karşı duyulan iştahın sözleri her dilde aynı. Bakım Manifestosu yeni Avrupa üzerinde dolaşan eski hayaletten yeni bir dille söz edecek. Ve Grup Yorum çalıyor bir yandan, yöreden, arkadan: “Sıyrılıp gelmektedir seher, belli ki yakındır. Belli ki yakındır doğayı ve hayatı sarsacak saat”…

Editör: TE Bilisim