YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM HİÇBİ B.K YOK!...

İlkokuldaydım, milli bayramların birinde İstiklal Marşı okunuyordu. Biz her gün andımızı sesimiz kısılana kadar bağırarak okuyan, marşımızda dimdik duran çocuklardık. Bir arı geldi, boynumdan yakamın altına girdiğini hissettim. Hissettim ama ben o sırada 'hilâle kaşlarını çatmaması için kurban olduğumdan' hareketsizce durmaya devam ettim. Arı, benim vatanseverliğimden anlamamış olacak beni öyle bir soktu ki, içimde kabaran o ulvî duygular kulağıma, boynuma vurdu, günlerce ağrı çektim. Kurallara zorla değil kendi öz iradesiyle, sıkı sıkıya uymak bazen insana zarar verebiliyordu belki ama o kayıtsız inandığımız doğruyu yapan çocuklar; biz böyle olmasak, bugün yasaklanan 'andımız' ın yanında, neler kalırdı geriye sizce? Yere düşen ekmeği üç kez öpen biz'ler, o çok anlam yüklediğimiz ekmeği paylaşmayı da, komşuluğu da, yokluğu da, ailecek sofraya oturmanın önemini de öğrenmiştik belki de? Şu anda gençler 'ekmeği alıp 3 kez öpüp masaya koyuşumuza' mantıklı bir anlam bulamayıp bize gülse de, yararı olan şeylerin eksikliği hissedilir, bazı mantıksız ritüellerin eksikliğini siz de hissetmiyor musunuz acaba saklambaçta yenilen takıma yalancıktan görünen vicdanlı ekip?

Lisede bir gün, coğrafya öğretmenim, arkadaşıma kopya verdiğim gerekçesiyle yazılı kağıdımı aldı ve beni haksızca, çok fena azarladı. Gerçekten suçsuzdum, lafımın dinlenmemesi beni öyle üzdü ki! Şu an düşünüyorum da, tüm lise hayatımda bana övgüler yağdıran, benimle gurur duyan öğretmenlerimi unutmuşum. Adları da yüzleri de gözümün önüne gelmiyor, coğrafya öğretmenim F.Ş ise hala rüyalarıma girer, onu hiç unutmadım ben! İyi'ler kalıcı olmamış nedense zihnimde ve itiraf ediyorum şu an hakkımı sonuna kadar avaz avaz aramam, o anki suskunluğumun içimde açtığı yaradır, belki bana en büyük dersi o öğretmenim vermiştir, ilginç değil mi?

Mecburi hizmette bir gün kanser ağrısı için babasını tedaviye getiren oğluna anlattım, 'al bu bantı babana yapıştır, 1 hafta sonra gel bana babanın ağrısı hakkında bilgi ver' dedim, 'söz gelicem hocam' dedi gitti. Tam bir hafta sonra baktım gelmiş. 'Ağrısı var mı... yok, bulantısı var mı... yok', sorguladım, yeni ilaçlar ekledim çıkarken bana dönüp öyle birşey söyledi ki: 'Hocam benim babam bu sabah öldü, vallah hocama sözüm var ağrısı hakkında bilgi vercem diye, cenazemi bıraktım geldim hocam'... İşte o an ben iyiyi, doğruyu, yanlışı, saflığı, dürüstlüğü, herşeyi bikez daha sorguladım. Her zaman 'bir artı birin iki olmadığını anladığım' çok şey yaşadım ben hayatta.

Hayatımın, gençliğimin 20 yılı, o çok inandığım 'geldikleri gibi giderler' cümlesine inanmakla geçti. Akıl kazanır dedim, ilim, irfan, doğruluk kazanır dedim, insanlar bu kadar açık seçik ülkenin batışını görür bigün dedim, olmadı... Boş tencerenin yıkamayacağı iktidârın olmadığına inançla, açlığa sevinir mi insan, insanların gözünü açıp sorgulaması için açlığın gücüne büyüsüne inandım. Ama yok, yok!... Acaba hedefi sadece 3.çinko ve tombala olan insanların olduğu bir toplumda, biz mi hedefimizi yüksek tuttuk anlamadım ki! Etraf karnının gurultusuyla halay çeken, kendini yatları, katları olan vasıfsızlarla değil, Somalide ekmek bulamayan insanlarla karşılaştırıp, yemesi önerilen iki soğan için şükreden; üniversite mezunu olup işsizliğine tevekkül eden bir garip insanla dolu. Nedir bu işin oluru, olmazı, sınırı, kabullenişi, isyanı; anlayan varsa nolur anlatsın ben şalteri indirdim artık...

Eski Türk filmleri

Eski Türk filmlerindeki o tonton dedeler Hulusi Kentmen, Nubar Terziyan'lar, ailesi için canını veren o babacan Münir Özkul'larla büyüdük biz. Masum bir yavrunun katili dedesi mi, yoksa aslında dedesi babası mıydı soruları bize çok ağır geliyor. Hayatımdaki her sınavda 4 yanlış 1 doğrumu götürdü, 'hayatta da 1 yanlış tüm doğruları götürür aman dikkat' diye büyüdüm; o yüzdendir isyanım 1 değil bin yanlışın kabullenilişi ile geldiğimiz bu noktaya... Yalan söyleyenlerin evet burnu uzamadı ama biz doğru yaşayanların hayata, doğruluğa inancı kısalmasaydı, ona da razıydım ben.

Anladığınız üzere kafam da duygularım da çok karışık. Buradan o gençliğimde okumaya doyamadığım şiirin sahibi Ataol Behramoğlu'na sesleniyorum: Benim, 'Yaşadıklarımdan öğrendiğim hiçbi bok yok!' nokta.

Dr. Figen Demir Kardeş (Hunili Doktor)

Editör: TE Bilisim