Zühre (I)

Akşamüstü serinliğinden aldığı huzuru başka hiçbir şeyden alamamıştı.

Balkonuna koyduğu çiçeklerinin mis kokusu vuruyordu o serinliğin içinden, bir de güneş batış anı olduğu için bir an içine çektiği nefesi geri vermek istemedi Zühre. Kiminle olursa olsun o an ki huzuru bulamayacağına emindi sanki. Bu yüzdendi o nefesi geri vermek istemeyişi.

İnsanların işten çıkış vakti dolayısıyla ortalık epeyce bir kalabalıktı. Gürültüdeki bu huzuru seviyordu belki de. Tabii sevmek zorunda kalması da cabası, kalabalık bir şehirde yol üstündeki bir apartman dairesinde kalıyordu. Bahçesi olmasa da birkaç çiçek yerleştirmişti balkonuna, yeşilsiz asla diyenlerden olmuştur hep.

Arkadaşları genellikle ilkbaharı ve yazı sevse de o hep sonbaharcılardan olmuştur. Yaprakların sararması, dökülmesi ona cazip gelmiştir. Aynı şu an gibi. Bir Eylül akşamüzeri.

Güneşe baktı Zühre, yavaş yavaş soluyordu. Zaten en çok akşamüzerini severdi o, küçük balkonundaki sallanan sandalyesine oturdu. Deniz ile güneşin birleştiği o noktaya daldı bir süre, ne kadar da karışıktı aklı. Ne kadar çok ses vardı içinde. Nasıl hepsine cevap verecekti, çok yorgunum dedi farkında olmadan. Tam o an kahve makinesinin sesi duyuldu; kahvesi hazırdı.

Herhangi bir işe başlamadan, bir karar vermeden ya da sadece kafasını toparlamak için yaptığı bir ritüeldi bu; kahvesini son kalan manolya çiçeklerinin kokusu eşliğinde içmek ve birkaç sayfa kitap eşliğinde.

Kalkıp demlenmiş kahvesini doldurdu bugün canı süt eklemek istemiyordu. Ne de olsa kahve dediğin gece kadar siyah olmalıydı.

Balkondaki köşesine oturmadan önce kütüphanesinden aldı bir kitap; Oğuz Atay – Tutunamayanlar. En derine iner gibi karanlığın içinde hep ona sığınırdı. Birbirlerine destek olurlardı.

"Kelimeden önce de yalnızlık vardı... Ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık." – Oğuz Atay (Tutunamayanlar)

Uzun bir gün olmamıştı belki ama haber yapmak için gittiği ülkede oldukça etkilendiği sahnelere şahit olmuştu Zühre. Nasılda insan hayatı bu kadar değersiz olabiliyor, bir su için savaş veren çocuklar görmüştü. En çok da onlar için üzülmüştü ya; bilmeden doğdukları şu dünya da doğar doğmaz çektikleri azap için üzgündü.

Hem tekrardan gitmek onlara yardım etmek hem de bir daha böyle bir şey görmemek istiyordu. Aslında bütün dünya da bunu yapmıyor mu sevgili Zühre? Onlar da gözlerini kapatmıyor mu, kulaklarını tıkamıyor mu o savaşa, o çocuklara? Bu ülkede kalıp para için birbirini yiyenlerin savaşından çok daha önemli değil mi o insanlar?

Kahvesini yarılamışken ve henüz kitabın kapağını açmamışken kararını vermişti. İşi savaş gazeteciliği değildi, bunu çalıştığı gazete de kabul eder miydi bilmiyordu fakat ne olursa olsun oraya geri döneceği kararını vermişti.

Devamı gelecek..

Editör: TE Bilisim