Almanya’da yapılan kapsamlı bir araştırma, mültecilere yönelik tutumların insani değerlerden siyasi kimliğe, mültecilerin kimliğinden Doğu-Batı ayrımına kadar birçok faktörle şekillendiğini ortaya koydu. Çalışma, “hoş geldiniz kültürü”nün neden zayıfladığını ve göçmenlik tartışmalarının neden bu kadar sertleştiğini gözler önüne seriyor.
Avrupa Birliği genelinde göç ve mültecilik, günümüz siyasetinin en fazla kutuplaşma yaratan başlıklarından biri olmayı sürdürüyor. Bir dönem “Willkommenskultur” (hoş geldiniz kültürü) ile anılan Almanya ise bu dönüşümün en çarpıcı örneklerinden biri. Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in, Suriyelilerin artık “Almanya’da sığınma hakkı için gerekçelerinin kalmadığını” söylemesi ve gönüllü geri dönüşün teşvik edileceğini, hatta bazı sınır dışıların gündeme gelebileceğini açıklaması, bu sertleşmenin siyasi düzeydeki yansıması oldu.
Kamuoyu yoklamaları da benzer bir tabloya işaret ediyor: Göçmenliğe yönelik daha katı politikalar, toplumun önemli bir kesiminde karşılık buluyor. Peki Almanya gibi bir “ev sahibi ülkede” insanlar mültecileri kabul etmeye ya da reddetmeye neden yöneliyor?
Bu soruya yanıt arayan araştırma, Almanya’daki mülteci algısının tek boyutlu olmadığını, aksine çok katmanlı ve çelişkili dinamiklerle şekillendiğini ortaya koyuyor.
2 bini aşkın kişiyle anket deneyi
Araştırmacılar, 2023 yılında 2 binden fazla katılımcıyla bir anket deneyi gerçekleştirdi. Katılımcılara, Türkiye’deki mülteci kamplarında yaşayan Suriyeliler hakkında profesyonelce hazırlanmış kısa videolar izletildi.
Katılımcıların bir bölümü yalnızca temel bilgilerin yer aldığı “kontrol videosu”nu izlerken, diğerleri dört farklı videodan birine maruz bırakıldı. Bu videoların ikisi Suriyeli mültecilerin insani koşullarını ve yaşadıkları zorlukları vurgularken, diğer ikisi mülteci göçünün Alman toplumu açısından yaratabileceği “zorluklara” odaklandı.
Videolarda ayrıca mültecilerin profilleri de değiştirildi: Bazılarında küçük çocuklu aileler öne çıkarılırken, bazılarında genç erkek mülteciler merkeze alındı. Videoların ardından katılımcıların mültecilere yönelik görüşleri, kaygıları ve politika tercihleri ölçüldü.
Şefkat var ama sınırları net
Araştırmanın bulgularına göre, katılımcılar genel olarak Suriyeli mültecilerin refahı konusunda “orta düzeyde” bir endişe taşıyor. Almanya’nın sosyal yardım sistemi, güvenlik ve kültürel yaşam üzerindeki olası etkiler ise öne çıkan kaygı alanları arasında. Buna karşın, “mülteciler işlerimizi elimizden alıyor” korkusu daha sınırlı düzeyde kaldı.
En güçlü bulgulardan biri, bireylerin genel insani değerleri ile mültecilere duydukları şefkat arasındaki güçlü ilişki oldu. İnsani değerlere daha fazla önem veren katılımcılar, mültecilerin refahına da daha duyarlı yaklaştı.
Mültecilerin yaşadığı insani dramı vurgulayan videoları izleyenler, kontrol grubuna kıyasla mültecilerin refahını daha fazla önemsediklerini dile getirdi. Ayrıca katılımcılara, mülteci politikalarını destekleyen dilekçeleri imzalama seçeneği sunuldu. Sonuçlar çarpıcıydı: Katılımcıların yalnızca dörtte biri, yurtdışındaki Suriyeli mültecilere daha fazla fon sağlanmasını isteyen dilekçeyi imzaladı. Almanya’ya daha fazla Suriyeli kabul edilmesini savunan dilekçeye verilen destek ise daha da düşüktü.
Buna rağmen, insani durumu öne çıkaran mesajlar, özellikle yurtdışındaki mültecilere yardım edilmesini destekleyenlerin oranını belirgin biçimde artırdı. Ancak bu etki sınırlıydı: İnsani mesajlar, göçe dair korkuları azaltmadığı gibi, Almanya’nın daha fazla mülteci kabul etmesine yönelik desteği de kayda değer biçimde yükseltmedi.
Genç erkekler, kültürel kaygılar ve şüphe
Araştırma, mültecilerin kimliğinin algıyı ciddi biçimde etkilediğini de gösterdi. Genç erkek mültecilerin yer aldığı videoları izleyen katılımcılar, Almanya’nın daha fazla mülteci kabul etmesini destekleme konusunda belirgin biçimde daha isteksizdi.
Bu olumsuz tutumun temelinde ekonomik ya da fiziksel güvenlik kaygılarından çok, “kültürel uyum” endişeleri yatıyordu. Genç erkek mülteciler, bazı katılımcılarda Alman toplumsal ve kültürel yaşamına yönelik tehdit algısını güçlendirdi.
Öte yandan, mülteci ailelerini öne çıkaran videolar farklı bir tablo yarattı. Bu videoları izleyenler, mültecilerin güvenliği konusunda daha fazla endişe dile getirirken, aynı zamanda refah devleti üzerindeki yük ihtimaline dair kaygılarını da artırdı.
Siyasi kimlik ve Doğu-Batı ayrımı belirleyici
Videoların etkisi tüm katılımcılar için aynı olmadı. Kendini siyasi olarak sol görüşlü tanımlayan katılımcılarda, insani mesajlar kültürel kaygıların azalmasıyla ilişkilendirildi. Sağ görüşlü katılımcılarda ise tam tersi bir etki gözlendi: İnsani içerikli videolar, bu grupta göçle ilgili kaygıların artmasına yol açtı.
Araştırmanın en dikkat çekici bulgularından biri ise Doğu ve Batı Almanya arasındaki fark oldu. 1990 öncesinde sosyalist Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin parçası olan Doğu Almanya’nın siyasi mirası, mültecilere bakışta hâlâ belirleyici.
Başlangıçta benzer görüşlere sahip olan Doğu ve Batı Alman katılımcılar, videolara maruz kaldıktan sonra keskin biçimde ayrıştı. Videoların içeriği ne olursa olsun, Doğu Almanların tutumları Batı Almanlara kıyasla daha olumsuz yönde değişti. Örneğin mülteci ailelerini öne çıkaran videolar, Batı Almanlar arasında yurtdışındaki mültecilere daha fazla destek verilmesi fikrini güçlendirirken, Doğu Almanlarda bunun tam tersi bir etki yarattı.
Araştırmacılara göre bu fark, yaş ya da eğitim gibi değişkenlerden bile daha belirgin.
Basit bir “yanlı–karşıt” ayrımı yok
Araştırmanın genel sonucu net: Mültecilere yönelik tutumlar, basit bir “göçmen yanlısı–göçmen karşıtı” ayrımıyla açıklanamayacak kadar karmaşık. Mesajın nasıl çerçevelendiği, kime hitap ettiği ve muhatabın sahip olduğu değerler, siyasi kimlik ve tarihsel deneyimler belirleyici rol oynuyor.
Bu tablo, Almanya’da ve Avrupa genelinde göç tartışmalarının neden bu kadar sert ve çözümsüz göründüğünü de açıklıyor. Mülteciler meselesi, yalnızca sayılarla ya da güvenlik başlıklarıyla değil; değerler, kimlikler ve tarihsel bölünmelerle iç içe geçmiş bir toplumsal fay hattı olarak varlığını sürdürüyor.