Birincilik ile taçlandırılmış öykü “Ay Işığı Gözlerimi Aldı”

2. Bölüm

Tam tahmin ettiğim gibiydi… Bütün bültenlerde Ay kolonisi ile ilgili haberler vardı. Ay kolonisi kurulalı 13 yıl olmuştu ve insanlığa oldukça büyük katkı sağlamıştı. Bu koloninin başarılı olmasına şüpheyle bakılıyorken şimdilerde ise tüm dünya, onun kalıcı olması için çalışıyordu. Bu çalışmaların en önemli kısmı atmosfer düzenleme çalışmasıydı. Bildiğim kadarıyla büyük bir jeneratör, Ay’daki yaşamın zorluk çekmeden sürdürülebilmesi için büyük bir araziye konumlandırılmıştı. Henüz deneme aşamasındaki bu jeneratör 200 kilometre genişliğinde, dünyadakine benzer küre bir atmosfer yaratabilecekti. Sadece atmosfer yaratmakla kalmayıp bu uydunun kayaç ve toprak yapısıyla ilgili analizlere de olanak verecekti. Jeneratörün üretim süreci oldukça uzun ve zorlu olmuştu. Neredeyse Konfederasyonlar arası bir rant kavgasına dönüşmüştü. En sonunda bu rant savaşını Doğu Asya Konfederasyonu kazanmış ve hiç beklemeden üretime başlamıştı. Bence de onların yapması en doğrusuydu. Çünkü Eski Çin Devleti’nin nüfus gücü maliyeti oldukça ucuzlatıyordu. Ama kimse bu jeneratörün çalışabileceğine ihtimal vermiyordu. Nedeni Doğu Asya Konfederasyonu’nun bir üyesi olan Çin Cumhuriyeti’nin eski ve kötü şöhretiydi. 60 yıl önce edinilmiş bir şöhretti bu. Bir malzeme dayanıksız yapılmışsa “Çin malı” şeklinde şakalar yapılırdı ve bu şakalar da kıyamete kadar devam edecek geleneklerden sayılabilirdi.

Latteci ötmeye başlamıştı. Kahvemi alıp tam koltuğuma yönelmiştim ki kapı çaldı. Gelen, komşum İrfan’dı. 26 yaşında, kısa boylu, kıvırcık saçlı, çakır gözlü, heyecanlı bir yapıya sahip, oldukça meraklı bir gençti. Benden iki yaş küçük olmasına rağmen daha yaşlı gösteren yüz hatlarına sahipti. Gözaltları çukurdu, bunun genlerinden geldiğini söylüyordu. Ve ben, onun, ailesel değil ulusal kalıtımdan bahsettiğine emindim. İrfan, Orta Kıta Konfederasyonu’nun ilk üyesi Suriye’den Anadolu’ya göç etmiş bir ailenin ilk çocuğuydu. Benim gördüğüm tüm Suriyeliler çukur göz altlarına sahipti ve bu da onu haklı çıkarıyordu. Gel gelelim bunun hiçbir bilimsel dayanağı yoktu. İçeri girer girmez kendine bir latte almasını söyledim. O da öyle yaptı. Hızlı adımlarla oturma odasına elinde kupası ile gelirken “biliyor musun?” diye sordu. “Neyi?” dedim. “Dün birleşik sokaktaki atölye de bir kişi ölü bulunmuş”. Gözlerini gözlerime sabitlemiş bir şey söylememi bekliyordu. “Ne var bunda, insanlar doğar, büyür, ölür. Hatta bazıları doğar, ölür ve hatta yine bazıları ölü doğar” dedim. Büyük bir hiddetle ayağa kalkıp oldukça yüksek bir sesle, “Orhan bu adam öldürülmüş, organları çalınarak öldürülmüş. Önce bir dakika durup dinle be adam. Hemen ukala biyolog rolüne bürünme” dedi. “Organcılar mı? Buraya da mı dadandılar? Hayır, hayır, asıl soru bu değil asıl soru şuydu; bu çağda hala organ hırsızlığı devam mı ediyordu?

Devamı gelecek…

Birinci Bölüm

Editör: TE Bilisim