Su taşırken kendi kendine keşke daha çok spor yapmış olsaydım diye düşündü Zühre, bu kadar zorlanmazdı en azından. Yarın kesin her yeri tutulacaktı. Kolları tir tir titremesine rağmen, güneşin yakıcı haline rağmen taşıdı o suları. Suları sundukları insanların halini gördüğünde, ne kadar sevindiklerini, mutlu olduklarını bütün o ağrıyan yerlerinde sanki çiçek açmış gibi hissetti Zühre.

Çocuklarla beraber geçirdiği öğleden sonra aslında Zühre için biraz daha sakindi. O kadar yorulmamıştı ve 15 çocuk dahi olsa onlara basit matematik işlemlerini göstermekten memnundu. Üstelik İngilizce bile öğreniyordu bu çocuklar. Dünyaya adapte olmalarına, kabul görmelerine belki de ne kadar da çaba gösteriliyordu. Hayatta bir yerlere varabilmek ve bir şeyler yapabilmek için eğitimi her çocuk hakkediyor sonuçta diye düşündü Zühre. Burada devlet bu imkânı sağlayamasa da, gönüllüler olarak bir şeyler yapmaya çalışmaları çok önemli idi.

Okuma ve yazma bilmeleri ve bilmek istemeleri henüz bilmeyenlerin göz yaşartıcı bir durumdur belki de. Ne kadar da çok yaşadıkları çevredeki insanlara benzemek istemiyordular. Sanki kendilerine idol değil de idolün zıttını yaratmışlardı.

“Okuyun, diyor okuyun. Çünkü mürekkebin akmadığı yerde kan akıyor..” – Ali Şeriati

O gece umut dolu birçok çocuğun, aslında dünyanın yarınlarının yanından ayrıldığında içi huzur doluydu Zühre’nin, fakat bir o kadar da huzursuzluk. Bu çocukları bu durumdan kurtarmak istiyordu, fakat dünyanın her yerinde mülteciler kabul görmüyordu. Ülkeye alınsalar da çok zor şartlarda o ülkede kalabiliyorlardı. Bunları düşüne düşüne, günün verdiği yorgunlukla uyuyakaldı Zühre.

10 gün sonunda ne kadar da güçlenmişti. Artık suları taşırken daha hızlıydı. Zayıflamış mıydı? Kas yapmıştı belki de. Varlığının farkında olmadığı bir şeydi bu vücudunda sanki. Suları teslim edeceği yerden bir küçük kız çocuğu yaklaştı Zühre’ye; “vay canına ne kadar da güçlüsün!” diyerek gözlerini kocaman açmıştı. Hiç spor yapmamış biri için sevinç verici bir tepkiydi bu. Zühre suları teslim ettikten sonra küçük kızın yanına gitti.

“Sende çok güçlü bir kızsın. Adın ne bakalım?” dedi Zühre.

“Sofia” küçük kız sessizce, hatta neredeyse fısıldayarak. Sanki kimse duysun istemiyordu.

Neden sessizce söylediğini tam olarak anlamayan Zühre, “okuma yazma biliyor musun, Sofia?” diye sordu.

Sofia, başının salladı evet anlamında.

“Okula gidiyor musun?”

Bu kez Sofia, başını hayır anlamında salladı.

Tam küçük kızı eğitim verdiklerine dair bilgilendirecekti ki, ekibi dönmeleri gerektiğini belirten bir zil ile toparlanmaya başladı. Yüzünü tekrar küçük kıza döndürdüğünde Zühre, orada olmadığını fark etti çevresine bakındı ve son anda onu koşarken gördü. Önce fark etmemişti fakat şimdi tekrardan uzaktan bakınca yüzündeki uykusuzluğu fark etti.

Bütün öğleden sonra aklı Sofia’daydı. Aklının Sofia’da olmasını da anlamıyordu. Kimdi bu kız? Evet büyükler uykusuz ve yorgundu ama çocuklar genelde uyuyabiliyordu. Bir daha oraya ne zaman su vereceklerini bile bilmiyordu fakat Sofia’yı merak ediyordu. Ertesi gün bütün işlerini bitirince aynı yere tekrar gitti fakat kimse Sofia’yı ne görmüştü ne de hatırlıyordu.

Önümüzdeki 2 hafta boyunca aynı yere her akşam gitmişti Zühre fakat ne bir iz ne de Sofia’yı bilen birine rastlamıştı Zühre. Sofia’yı nasıl bulacağını bilmiyordu ya da bulabilecek miydi? Neden bulmak istediğini de anlamamıştı fakat içten gelen bir istekle ona ulaşmak istiyordu.

İzinli olduğu günlerden birinde etrafı gezmek için dışarı çıkmıştı Zühre; şehre gitmek için olan otobüslerden birine bindi Zühre. Otobüste tanıdık bir yüz göreceğini hiç düşünmemişti fakat Sofia, yaşı küçük olmasına rağmen muhtemelen 9-10 yaşlarında diye düşünmüştü Zühre, elinde olan Dostoyevski’nin Budala kitabıyla bu otobüsteydi işte.

Bir an afalladı Zühre ne yapacağını bilemedi. Sonra yanına gitti ve “oturabilir miyim?” diye sordu. Cevap sadece evet anlamına gelen bir kafa sallamasından oluşuyordu.

Zühre’nin, Sofia’ya kim olduğunu ve neden yalnız otobüste olduğunu sormasıyla Sofia’nın göz yaşları ve hikayesini anlatması uzun sürmedi.

Sofia, Afgan bir ailenin 3 çocuğunun en büyüğü idi. Evleri bombalandığında, henüz 8 yaşında olan Sofia o gün ekmek almak için marketten dönüyordu bu sahneyle karşılaştığında. Annesi muhabirlik yaparken Afganistan’a gelmiş ve babasına âşık olmuştu. Evliliklerine Afganistan’da devam eden aile başlarına gelecekleri tahmin edemediklerin ne kendilerini ne de çocuklarını koruyabilmişti. Geriye ailelerinden sadece Sofia kalmıştı, Sofia’ya ise annesinden kalan okuma alışkanlığı. 3 senedir, kolu komşu ya da sığınacak bir yer bulduğu yerde kalıyordu. O gün de otobüse iş bulabilmek için binmişti.

Devam Edecek...

Buse ÖZKAN; Öykü- Zühre (I)

Buse ÖZKAN; Öykü/Zühre (II)

Editör: TE Bilisim