Alfred Rawlinson, Sümer tabletlerini ilk defa okuyan ünlü İngiliz arkeolog Sir Henry Rawlinson'un oğlu ve İngiliz devlet adamı Lord Curzon'un yeğenidir. “Yarbay Rawlinson’un Ortadoğu Hatıraları” 1918-1922 arası dönemi kapsayan anılarında İran, Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan, Türkiye (İstanbul, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz)’de yaşadıklarını anlatır.

Milli Mücadelenin başlangıç döneminde yaşananlara birinci elden tanıklık eden bir İngiliz subayı olan Rawlinson Mondros Ateşkesi ile İtilaf devletleri adına Türk silahlarının tespiti ve bu silahların Türklerin elinden alınması gibi çok önemli bir görevle vazifelendirilmiştir. Kitapta batılı olmanın verdiği gurur ve önyargılarla kuşanmış becerikli bir subayın yaşadıklarına tanıklık ederiz.

Rawlinson, Son Osmanlı Mebusan Meclisi Misak-ı Milli Kararlarına karşı İtilaf Devletlerinin İstanbul’u işgal etmesi ve Türk vatanseverlerin tutuklanmasına tepki olarak Atatürk tarafından tutuklanan İngiliz subaylarından birisidir. Bu esareti yaklaşık iki yıl sürecektir.

Rawlinson, “Bu kongreyi size yaptırmayız.”

Rawlinson, Erzurum Kongresi öncesi Atatürk’le yaptığı görüşmede ondan bu kongreyi yapmamasını istemiş ve eklemiştir; “Bu kongreyi size yaptırmayız.” ancak ‘Sarışın Kurt’ onun tehditlerini pek de önemsemeyecektir.

Rawlinson, Türk silahlarını ateşkes hükümlerine göre toplamak istemesine rağmen başta Atatürk ve Kazım Karabekir olmak üzere diğer vatansever subaylar tarafından bu girişimi de akamete uğramıştır. “500'den fazla top ve 200.000'den fazla top mermisi buldum. Talimatlarım oldukça sınırlı bir sayı hariç bu topları işlemez hale getirmek ve buna mukabil mühimmat ve makineli tüfek sayısını da azaltmak idi; küçük silahların (tüfeklerin) toplamda 100.000'i bulan sayısı da her tümen için 3.000 veya toplam olarak 15.000'e kadar azaltılacaktı. Ancak bu silahların büyük bir kısmı sevk edilemiyor, yolda Türkler tarafından bir şekilde kaybediliyordu.”

Rawlinson Türk silahlarını toplama faaliyeti esnasında Batılı kibrini sık sık dışa vurur. “Bayburt'tan beraberimizde getirdiğimiz Türk askerlerini hemen üst geçide yollayarak yolumuzu tıkayan kar yığınının bulunduğu yere öküzleri getirmelerini bildirdim. Bu askerler bir saat sonra elli kadar gerçekten kuvvetli bünyeli dağ köylüsü ile aynı sayıda öküz ile geldi. Köylüler hemen kar yığınından bize bir geçit açma işine koyuldular. İşte o zaman biz İngilizlere belki tuhaf görünen fakat bu memlekete, bilhassa bölge insanına has ve onun anladığı, saygı gösterdiği tek muamelenin ne olduğunu meydana vuran bir hadise oldu. Kazmacıları işe koştuktan sonra ben öküzleri arabalar arasında bölmek için geri döndüğüm vakit hayvanların rahat rahat yem yediklerini, onlara bakan adamların da güzelce karın içine ‘sokularak yattıklarını’ gördüm.  Köylülerin reislerinin kendilerine böyle emir verdiğini bana kesin olarak söylediler. Bu reis gelir gelmez bir kovuğa girmiş, hemen ateş yakarak geceyi rahatça orada geçirmeye hazırlanmıştı. Reisi yanıma çağırttım ‘öküzlerinin o gün dik yokuşu tırmanmasına müsaade etmeyi hatırından bile geçirmediğini, nasıl olsa geç kalındığı için ertesi sabahı beklememiz gerektiğini’ söyledi. Tam anlamıyla yanlış adama çatmıştı ve lafını daha bitirmeden adamı gırtlağından yakaladım ve orada kendi adamlarının önünde hatırlayabildiğim bütün Türkçe küfürleri savurarak dişleri birbirine vuruncaya kadar onu tekrar tekrar sarstım. Bu manevranın manevi tesiri mükemmel oldu. Hava hemen tamamıyla değişmişti. Ondan sonra bu dağcıların emirlerimi derhal yerine getirmelerini sağladı.”

Rawlinson Gürcistan topraklarında Ayı Tazısı cinsi bir köpek bulur, ismini George koyar. Sahibinin huyları kısa sürede bu hayvana da sirayet eder. “Bizim tek neşemiz köpeğimiz George idi. Gürcistan'da harabelerden kurtarılmış sefil iskelet, şimdi gerçekten muhteşem bir hayvana dönüşmüştü. Dev gibi cüssesi, gayet atılgan ve görülmemiş derecede hareketli olan George, adamlarımın göz bebeği haline geldi. Türk olan her şeye karşı -erkek, kadın, deve, at, eşek veya köpek- bir antipati geliştirdi ve en ufak bir ‘kışkırtma’ ile saldırıyordu, özellikle köylü Türklerin arkası torbalanan tuhaf pantolonlarının bu torbalanan kısımları karşı konulamaz bir biçimde onu çekiyordu.”

Rawlinson bütün ön yargılarına rağmen gerçekleri dile getirmekten de geri kalmaz. Gümüşhane’de bir evde konakladığı sırada “Gelişimizin ertesi günü memleketin Rum Piskoposu beni ziyaret etti. İçeri girer girmez Türklerin komşularına yapmış olduğu genel muameleden şikayet etmeye başladı, ne var ki baskı ve haksızlıkla ilgili olarak hiçbir açık ifade geliştiremediği gibi belirli olayları da sayamadı. Bu bölge Rum'muş, Türkler de davetsiz misafir olarak buraya sokulmuşlar gibi sözler söylüyor, durumun bunun tam tersi olduğunu idrak edemiyordu. Nihayet, ona halkının Türk memleketinde ve Türk Hükümeti'nin tebaası olduğunu işaret ederek mensup olduklarını ileri sürdükleri millet o sırada Türklerle fiilen savaş halinde bulunduğu için, bu hareketine şaşmaktan kendimi alamadığım.  Büyük Savaş (I.Dünya Savaşı) örnek alındığı takdirde, gerek Piskopos ve gerek diğer Rumların İngiltere'deki Almanlara yapıldığı gibi enterne kamplarına kapatılmayı en hafif bir akıbet olarak karşılamaları gerektiğini belirterek, misafiri oldukça mütehakkim bir tavır ile savdım”

Tutuklandıktan sonra Rawlinson’un kibri ve yaşadıklarının ağırlığı satırlarına yansır:  “Hapsedildiğimiz haberinin bütün Doğu'da, bütün pazar yerlerinde, ağızdan ağıza nasıl dolaşacağını; Türklerin İngilizlere böyle meydan okumasını düşmanlarımızın nasıl şişirerek kendi menfaatleri için kullanacaklarını kimse benden iyi bilemezdi. Duyduğum üzüntüde kendi alınyazımızın ne olacağı düşüncesinin yeri yoktu; duyduğum devamlı acı, büyük memleketimizin cahil Doğu halklarının gözünde bu kadar değersiz, bu derece kudretsiz bir mevkiye düşürülmesiydi.”

Türklerin mücadele azmi ve kararlılığı Rawlinson’u da etkileyecektir.

“Şimdi Erzurum'a, çarpıcı kişiliğinin doğası mutlak surette kendisi ile temas kuran herkesi etkileyen büyük bir Türk, o günden beri Mustafa Kemal Paşa olarak ün kazanmış Türk Doğu orduları Genel Müfettişi gelmişti. Tip olarak, sarı saçları ve mavi gözleri ile Asyalıdan ziyade Avrupalıya benzeyen Mustafa Kemal çok okumuş ve çok yerler dolaşmıştır ve gerek bugünkü ve gerekse geçmiş tarihteki genel ilgiyi çeken bütün konular hakkında mütalaa ve fikir yürütebilir. Oldukça kuvvetli bir karaktere sahiptir ve dünya milletler camiası içinde ırkının hakkı olan mevkie dair gayet kesin ve pratik görüşleri vardır. Şahsi bir şöhret kazanmak ve mevkiini yükseltmek peşinde koşmamaktadır, ancak derin bir vazife duygusu beslediği için memleketinin menfaatlerini bütün diğer menfaatlerin üzerinde tutmakta ve kendi kanaatince memleketi için en faydalı olan neticeler uğrunda hiç durmadan çalışmaktadır.”  Rawlinson, Kazım Karabekir’den “Tanışmak bahtiyarlığına eriştiğim birinci sınıf Türk subaylarının en özgün örneğidir. Çok fazla savaş deneyimi vardır. Yalnızca doğuştan hızlı ve parlak bir zekânın avantajına sahip olmayıp, aynı zamanda mesleğinin her branşının ustasıdır ve çeşit çeşit vazifelerini yürütmekte aşın derecede dürüsttür.” şeklinde bahseder.

Rawlinson, Kazım Karabekir beni, babaları savaşta ölen yetimler için kurduğu bir eğitim kolejini gezmeye davet etti. Bu hususta fikrimi almayı pek istediğini söyledi. “Bütün Doğu Anadolu'da, her önemli şehirde buna benzer tesisler için teşkilat yaptığını haber aldığım için bu enstitüyü incelemeye bilhassa heves ediyordum. Ziyaretimin neticesi beni tahmin edilemeyecek kadar şaşırttı. Beş-altı yaşındaki küçüklerden on altı yaşındaki delikanlılara kadar 1100'den fazla erkek çocuğunu iyi giydirilmiş olarak buldum. Hepsi de temel eğitim görüyorlar, aynı zamanda birçok zanaat öğreniyorlardı. Her türlü atölye kurulmuştu. Bu atölyelerde çocuklar ileride birçok kasaba ve köy cemaatleri arasında değer biçilmez birer vatandaş olmalarını sağlayacak terziliğe, kunduracılığa ve diğer birçok faydalı zanaatlara ait iyi eserler veriyorlardı. Bunlar aynı zamanda çok sıkı askeri bir disiplin altında yetiştiriliyorlar, bütün askeri görevleri, modem silahların kullanılmasını, müdafaa sistemlerini iyice öğreniyorlardı.

Öyle ki, gençliklerinden itibaren hepsi de iyi talim görmüş modern gençler olacaklardı.”

Yarbay Rawlinson’un Ortadoğu Hatıraları seçkin bir aileye mensup eğitimli bir düşman askerinin milli mücadele dönemi insanımızın genel özelliklerini “öteki”nin gözünden anlatan bir kitap olması hasebiyle ilgiyle okunmayı ve saygıyı hak ediyor.

Editör: TE Bilisim