Adana müziğe doyacak Adana müziğe doyacak

Şükrü Erbaş; "Şiir bize anlamayı öğretir; sevmeyi öğretir; itirazı öğretir; sessizliği öğretir; geleceği öğretir; soru sormayı öğretir; kendi varlığımızın büyüsünü öğretir; sınırların saçmalığını öğretir; alın çizgisinin derinliğini öğretir; kuşkunun verimliliğini öğretir; yetinmemenin zenginliğini öğretir; zorbalığın zavallılığını öğretir; zamanın ürpertisini öğretir; inceliğin gücünü öğretir; suskunluğun dilini öğretir; gecenin ışığını öğretir... Kısaca insanın ve doğanın tükenmez hazinelerini katar ruhumuza. İnsan ömrünü insanlığın yaşıyla eşit hale getirir. Yaptığı iş ne olursa olsun, şiir okuyan insanı okumayandan çok daha başarılı ve üstün kılar; elbette aynı zamanda daha duyarlı ve mutsuz... Ama bu geleceği kuracağımız olağanüstü yaratıcı bir mutsuzluktur."

Whatsapp Image 2024 04 28 At 17.41.35 (3)

Etkinliğin sunumunu Eğitim Sen Kültür Sanat Komisyonu ve Tersakan Sanat üyeleri üstlenirken Sadık Çil, Özlem Ersaslan, Özgür Çakabay ve Zeynep Curabaz Şükrü Erbaş'ın şiirlerini okudular. Özellikle Zeynep Curabaz'ın Erbaş’ın şiirini güzel ve dokunaklı şiirsel metni ezbere okuması büyük beğeni topladı.

Daha sonra Güven Özerkan, Erhan Meriç'ten oluşan Tersakan Sanat müzik grubu türkülerle müzik ziyafeti sundu.  Şükrü Erbaş'ın sohbetli şiirli sunumunun ardından izleyiciler sorularla sunuma eşlik etti. Keyifli sohbet Şükrü Erbaş'ın kitaplarını imzalamasıyla son buldu.

Eğitim Sen Adana Şube Yürütme Kurulu benzer kültür sanat etkinliklerinin devam edeceğini belirtti.

Whatsapp Image 2024 04 28 At 17.41.35 (2)

Şükrü Erbaş

ŞİİR VE İNSAN ÜZERİNE “ÜÇ NOKTA BEŞ HARF”

Ne zaman şiir üzerine konuşmak ya da yazmak durumunda kalsam, Melih Cevdet’in şu sözü aklımda ve dilimde çınlar durur: “Şiir, üzerinde çok fazla konuşmayı kaldırmayan bir sanat dalıdır.” Şiir ve hayat, şiir ve insan... bu iki sonsuzluk üzerinde kısacık birkaç söz edeceğim. Şiir yazan her şair, bu korkuyla kekeleyip durmuştur ama neredeyse ilk insandan beri de konuşurlar, konuşuruz. Zamanı iyi kullanabilmek için, olabildiği kadar kısa tutarak ve metne bağlı kalarak ben de birkaç söz edeceğim:

Whatsapp Image 2024 04 28 At 15.17.43

Şiirle insan arasındaki bağ tam anlamıyla bir varoluş bağıdır. Şiir, diğer bütün sanat alanlarında olduğu gibi dünyanın, tanrıdan ya da doğadan sonra insan tarafından yeniden tasarlanmış halidir. Çocukluktan sonrası acımasız bir ruhsuzluğa, yaşama cezasına dönen bu dünyanın karşısına, şairin dilini, kişiliğini, hayal gücünü, arzusunu ve acısını sonuna dek kullanarak yarattığı trajediden yapılmış bir güzelliktir.

Biz, hem dünyayı beğenmeyiz, itiraz ederiz ona, onu reddederiz, hem de ondan vazgeçemeyiz. Dünyayla birlikte yaşayabilmek için şiir yazarız, müzik yaparız, resim yaparız. Dünya şairin, hem ana rahmidir hem mezarıdır. Bir paradoks gibi görünse de tam da böyledir. Tahterevallinin bir ucunda dünya bir ucunda şiir-müzik-resim vardır. Tam ortasında oturur şair, sanatçı.

Whatsapp Image 2024 04 28 At 17.41.35

Edebiyat, bize her zaman daha iyi bir dünyayı işaret eder. Yoksa yazmazdık. Bunu, ya yaşadığımız dünyanın acımasızlığını daha da ağırlaştırarak yapar ya da insanın özgürlüğünü odağına alan bir geleceği ruhumuzun en derinlerine işleyerek.  Kimse kabul ettiği, yetindiği, beğendiği gerçekliği ne yıkmaya  ne de yeniden kurmaya kalkar.

Whatsapp Image 2024 04 28 At 15.17.47

İnsanın hayal hanesi varlık içinde işlemez. Beş duyumuzu kör eder varlık. Olanaksızlıklar kurar cenneti. Arzu etmeyi, uzakların çağrısını, kendini sevmeyi olanaksızlıklar öğretir bize. İki ağızlı bir bıçakla yaratır büyüsünü. Yıkarken de kurarken de yara açar. İyilik ve güzellik ancak böyle bir yürek acısıyla yaratılır. İnsanın yüceliği de yaratıcılığı da bu çarmıhta gerilidir.

Whatsapp Image 2024 04 28 At 17.41.34

“Çağdaş insan” dediğimiz günümüz insanının payına, ne yazık ki yabancılaşmadan çürümeye doğru kanatlanmış bir çağ düşmüştür. Eskiden kendimizi sevdiğimiz bir yalnızlığımız vardı. Artık kendimizi de sevmediğimiz bir yalnızlığımız var. Sadece korku soluk alıyor evlerimizde. Bir gün hepimiz bir taş masalına döneceğiz. Dünya bir taş masalına dönecek. Tüm bu yıkıma karşı, zavallı insanın tek bir varoluş olanağı var, hemen yanı başındaki öteki yalnız.

Whatsapp Image 2024 04 29 At 09.44.55

Birey ve toplum, öyle bir yere sürüklendi ki, yabancılaşma, insanları kimsesizler mezarlığına çevirdi. Bencilleştirdi. Küçük düşürdü. Belleksiz yaptı. Dilsiz yaptı. Kötücül yaptı. Bu yıkıcı döngünün tabii ki geleceği olamaz. Bir boğuntu mührüyle mühürlenmiştir her sözü. Kalbi gövdesinde soğumuştur. Hiçbir zaman bilemeyeceği şudur ki, tanrısı onu, bu dünyayı sevmeden ölmekle cezalandırmıştır.

Whatsapp Image 2024 04 28 At 15.17.54

Sanatsal yaratıcılığın biricik imkânı günlük hayattır. Bu imkân, geçicilik ve ölümlülük kabuğu ile kuşatılmış olarak durur önümüzde. İnsan, bu kabuğun içindeki sonsuzu çekip çıkararak, buna kendi geçiciliğini ekleyerek, doğanın ona oynadığı ölüm oyununu bozmak, kendisini zamandan ve mekândan özgür kılmak istemiştir. Trajik olarak, bunu yapabilmesi için geçici bir zaman, geçici bir mekân, geçici bir beden verilmiştir ona. Hapishanesi sunmaktadır bu imkânı. Sanatsal yaratıcılığın özündeki haz da acı da buradan gelmektedir. O, kendi gerçeğini yıkarak, içinde yer almayacağı bir gelecek kurmakla cezalı ve ödüllüdür.

Whatsapp Image 2024 04 28 At 17.41.31 (1)

İnsanın duyguları bir vahiy gibi göklerden inmez kalbine. İçinde çırpındığımız dünya onu bize bağışlar. Acı olarak bağışlar, öfke olarak, arzu olarak, korku olarak, sevinç olarak... biz bu biriken heyecanlarla, yaşadığımız hayata karşı bambaşka bir hayat kurarak kendimize ve insanlara sunarız. Bakın, deriz, böyle bir dünya da mümkün.

Whatsapp Image 2024 04 28 At 17.41.35 (1)

Şiir, dünyaya katılmanın, varoluşunu tamamlamanın, insanı dönüştürmenin, geçmişi bilmenin, geleceği kurmanın en ince ve derin halidir. Düşünsenize, anlam yaratıyorsunuz. Değer yaratıyorsunuz. Acı ve arzu yaratıyorsunuz. Bunu da dünyanın bütün nesnelerine, varlıklarına yaslanarak, onlarla birlikte yeniden var olarak yapıyorsunuz.

*

Şiir kinden doğmaz. Nefretten doğmaz. Şiir, yalnız insanın değil bütün varlıklarıyla doğanın da şarkısıdır. Bütün zamanların dilidir. İnsanın en kalabalık, en yaratıcı, en merhametli yalnızlığıdır. Şiir gönül yorgunluğu ile yazılmaz. Kara bir sıkıntıyla nesneleri anlayamayız. İçimizden geçmeyen bir dünyanın müziği de şiiri de olmaz. Biri bize dokunmazsa ruhumuz ışıyamaz. Sözcükleri hayal gücümüzle büyütmezsek hayatla gönül bağımız kalmaz. İnsana inanmadan şiire inanamayız.

*

Tüm bu sözleri, sanatsal yaratıcılığın kökenleriyle ilişkilendirerek şöyle özetlemek mümkün sanırım: Doyumsuzluk. Sonsuz bir arzu. Geçicilik duygusu. Çok geniş bir yelpazede korku. Sevmek ve sevilmek yoksunluğu. Fiziki ve ruhsal şiddet. Hazların ve hayallerin engellenmesi. Bunların hiç bitmeyecek acısı. Ölüm kaygısı. Yalnızlık endişesi. Tüm bu duygu ve yaşantıların birbirine geçmiş olarak yer aldığı çocukluk dediğimiz bir büyük ana rahmi. Bu çocukluk üzerine kurulmuş bir hayat. Bu hayatın insandan insana akıl almaz bir çeşitlilikle var olduğu bir sonsuz ruhsal karmaşa....

*

Şiir bize anlamayı öğretir; sevmeyi öğretir; itirazı öğretir; sessizliği öğretir; geleceği öğretir; soru sormayı öğretir; kendi varlığımızın büyüsünü öğretir; sınırların saçmalığını öğretir; alın çizgisinin derinliğini öğretir; kuşkunun verimliliğini öğretir; yetinmemenin zenginliğini öğretir; zorbalığın zavallılığını öğretir; zamanın ürpertisini öğretir; inceliğin gücünü öğretir; suskunluğun dilini öğretir; gecenin ışığını öğretir... Kısaca insanın ve doğanın tükenmez hazinelerini katar ruhumuza. İnsan ömrünü insanlığın yaşıyla eşit hale getirir. Yaptığı iş ne olursa olsun, şiir okuyan insanı okumayandan çok daha başarılı ve üstün kılar; elbette aynı zamanda daha duyarlı ve mutsuz... Ama bu geleceği kuracağımız olağanüstü yaratıcı bir mutsuzluktur.

*

Şair, dil içinde dil yaratandır. İnsan içinde insan, toplum içinde toplum yaratandır. Doğayı insanlaştırandır. Onu var eden her şeyin, onu yok eden her şey olduğunu çok erken görmüştür. Onu kuşatan bu gerçekliği yıkacaktır. Kendi acısının, özgürlük bilincinin ve toplumun büyük yalnızlığının odağında yeniden kuracaktır. Bunun için elinde tek bir gereci vardır: Dil. Edebiyatın diline dönüşmemiş hiçbir şeyin bu dünyada bir hayatı olmamıştır, olamaz. Şair, edebiyatçı, herkesin kullandığı dili yeni bir hayale ve hakikate dönüştürür. Yazdığı şiir, şairin parmak izidir, ruh fotoğrafıdır. Bizi sığlıkla, sıradanlıkla, yalnızlıkla, şiddetle kuşatan dünyaya karşı, bütün varlığımızın üzerinde yeniden var olduğu bir yaşama kaidesidir. Şöyle demek yanlış olmasa gerek: Şiir, ne kadar yeni bir hayat bilinciyse, o kadar da bir ölüm bilincidir.

***

Devrim düşüncesine öldükten sonra da inanmayı sürdüreceğim.  Başka halkları, dilleri, kültürleri öldükten sonra da saygıyla seveceğim. Doğadan başka tanrıya inanmadım, öldükten sonra da inanmayacağım. Çocuklara büyüklerden çok büyük saygı duydum, öldükten sonra da duyacağım. Şiirden başka iyiliğim olmadı, öldükten sonra da olmayacak. Dünyanın bütün şarkılarını söyledim, öldükten sonra da söyleyeceğim. Bana bu düşünceleri bağışladığı için ölüme rağmen dünyayı büyük bir tutkuyla sevdim, öldükten sonra da seveceğim!

SÖYLEŞİYE / DİNLETİYE GİRİŞ - 3

Varlığını, başka insanların varlığı ile var etmiş; emeği, özgürlüğü, eşitliği ve adaleti hayatının odağı yapmış her insan, sanat-bilim-politika-felsefe... ne yapıyor olursa olsun, bütün bir topluma ve onun yalnızlıkta kaybolmuş insan tekine şunları söylüyordur:

“Sen çok özelsin, biriciksin. Senin senden başka Tanrın yok. Doğmakla elde ettiğin dokunulmazların var. Senin sustuğun yerde kimse özgür değildir. Öteki yok, öteki hepimiziz. Varlığın, doğanın sana ve bize çok özel bir bağışıdır. Sen acı çekerken benim onurum kırılıyor. Adalet, güçlünün arka bahçesi değildir. Sen, devletin hapishane duvarında taş değilsin. Senin harfin devletin cümlesinden büyüktür, değerlidir. Yüce olan senin alın terindir. Düşündüğünü söylemeyen insanın fikri yoktur. Korku, kimseyi bir yere götürmez. Senin dilin de senin kadar biriciktir. Eşitliğin olmadığı yerde sevgi bir boyun eğiştir. Bedenine, izin vermediğin hiç kimse, aşk adına da olsa dokunamaz. Sen öldükçe benim mezarım büyüyor. Ben sana inanıyorum. Sen de bir başkasına inan. Taşların bile yağmurdan rüzgârdan güneşten öğrendiği var. Emeğin, barışın, özgürlüğün ve adaletin onuru ve geleceği ikimizin elinde. Sensiz de bensiz de yeni bir dünya kurulamaz. Hiçbir güç senin yaşama hakkından büyük değildir.”

Çok kısaca bunları söylüyordur. Bu sözler güzeldir. İnsanı kendine inandıracak kadar güçlüdür. Değersizlik duygusunu değer bilincine dönüştürecek büyülü bir gerçekliği işaret eder. İyilikle kucaklar insanı. Bin yıllık bir güç tarihinin karşısına çırılçıplak çıkmaktadır. Tuhaf bir cesareti vardır. İnsanın korkusuna özgürlük hareleri düşürmektedir. İnanmak güçtür. Ancak, insan inanır. Yalnız olduğu için inanır. Onuru kırıldığı için inanır. Haklı olduğu için inanır. Acı çektiği için inanır. Sevmek istediği için inanır. Yaşamak ölümden büyük olduğu için inanır. ‘İnsanın acısını insan aldığı’ için inanır.                                                    

Bu sözler, devlet ya da bir başka güç tarafından bütün varlığı, rüyası ve coğrafyası baskı altına alınmış, korku ve şiddetle kötürüm edilmiş insanların gelecek talebi, ileriye doğru söylenmiş sözleridir. Bu coğrafyada ezilene, yıkıldığı yerden kalkıp zorbasının gözlerinin içine bakmasını öğretmiştir. Bedeli ağır olmuştur. Bu sözleri söyleyen herkes, farkında olsun olmasın, geleneksel devlet algısının karşısında durup, krala da tebaasına da çıplaklığını ve suçlarını göstermiştir. Bu nedenle son derece değerlidir. Bizi bir hafıza kaybının dışına çıkarır. Taşa hapsedilmiş güzelliğimizi taşın dışına çıkarır. Acı çektiğimizi bir başkasına duyurmamızı sağlar. Bize birbirimize ait olduğumuzu anımsatır.

Whatsapp Image 2024 04 29 At 09.45.04

Editör: Haber Merkezi