TBMM'nin açılışının 102. yılını kutladığımız bu günde egemenlik kavramını siyaset felsefesi açısından değerlendireceğiz.

Eflatun, Devlet kitabında “Bir şeyin erdemi, o şeyin kendine özgü görevini yerine getirmesini sağlayan durum ya da niteliktir.” der. İdeal bir demokrasi vatan sevgisi erdemini geliştirir. Vatan sevgisi 'sadakat' in hükümdara değil de devletin kendisine yönelik olmalıdır.
Avrupa'da Milli Egemenlik düşüncesini geliştiren en önemli olay, 1789 tarihinde ilân edilmiş olan Fransız İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesinin üçüncü maddesinde yazılı “Hâkimiyet millete aittir. Hiçbir fert veya makam milletten gelmeyen otoriteyi kullanamaz.” ifadesidir.

Osmanlı Devleti 1876'da Meşrutiyeti ilan ederken milli iradenin meclise yansımasında etnik ve dini farklılıkları göz önünde bulundurarak Mebusan Meclisinde 69 müslüman, 46 gayri müslim toplam 115 üyeden oluşuyordu. Bu mecliste son derece adil dağılım vardı. Oysaki aynı dönem İngiltere'nin sömürgelerinde Osmanlı Devletinden kat be kat fazla müslüman yaşarken İngiltere meclisinde bir tane bile müslüman milletvekili yoktu, keza Fransa sömürgelerinde milyonlarca müslüman yaşarken Fransız meclisinde de bir tane müslüman milletvekili yoktu. Bu konu Türk aydını tarafından ne yazık ki hiçbir vakit yeterince irdelenmemiştir.


Osmanlı 1. ve 2. dönem Mebusan Meclislerinde ayrılıkçı fikirleriyle tanınan birçok isim vardı. Boşo Efendi, Karekin Pastırmacıyan, Hamparsum Boyacıyan ve daha niceleri… II. Abdülhamit'in Osmanlı Mebusan Meclisi'ni kapatmasında ayrılıkçı fikirler taşıyan kişilerin varlığı ciddi bir etkendir.

Osmanlı Devletinin meşrutiyet tecrübesini gören Atatürk milli egemenliği daha ön planda tutan bir politika takip etmiştir. Bu yüzden Atatürk döneminde kabul edilen demokrasi anlayışı bir 'Aydınlanma Despotizmi' ya da 'Halka rağmen halk için' biçiminde tanımlanması ve otoriter yönünün eleştirilmesi, Türk tarih bilincinin yeterince anlaşılamaması ve Batılı sosyal değerlerin 'kopyala-yapıştır' zihniyetinin bir yansımasıdır. Oysaki Türk demokrasi ideolojisi; batıdakinden farklılık arz ettiği, egemenlik ve demokrasi kavramlarının iç içe geçtiği ve dinamiklerinin binlerce yıllık Türk kültürel yaşamından esinlenerek oluşturulduğu yeni bir yönetim biçimidir.

Doğu toplumlarında varlığını hala devam ettiren; güçlü, sert ve tek elden yönetimi kabullenmişliğin içselleştirilmesi, dahası bu kabullenişin bazen hayranlık derecesine kadar çıkıyor olmasının en önemli dayanak noktası toplumda zinde bir otorite kaynağı olmazsa huzursuzluğun baş göstereceği ve kaos ortamının yaşanabileceği endişesidir.

Özgürlüğün de, eşitliğin de, adaletin de dayanağının millî egemenlik olduğuna inanmış olan Mustafa Kemal Atatürk Türk demokrasi tarzını biçimlendirirken kadim Türk siyasal kültüründen faydalanması/beslenmesi temel belirleyici olmuştur. Çünkü Türk'ün kendi kültürel değerleri olmadan Türkiye'nin de bir geleceği olamayacağı gerçeğini hiçbir zaman aklımızdan çıkaramayız.

Batılı demokrasi anlayışı kendi toplumumuzun dinamiklerine uygun bir hale getirilmesi bir eksiklik ya da demokrasinin aşındırılması değil bir zorunluluktur. Çoğulcu demokrasi anlayışının önemini kimse inkâr edemez, ancak her vatansever gibi Atatürk demokrasinin egemenlikten daha önemli olduğu düşüncesini kutsamamış bunun yerine “ölçülülük” ilkesini benimsemiştir.

Devlet en yüksek gücün ve otoritenin toplandığı bir yer, kamusal bir kurumdur. Emirleri demokratik bir karar verme ve denetim süreciyle meşrudur. Bu süreç doğru işlediği sürece bağımlı olduğu kanunların yapılmasına vatandaşların katılmasını sağlar. Nihayet kuramın odak noktasında da tek tek vatandaşlarla egemen ve üstün devlet arasındaki ilişki yer alır. Devlet ise vatandaşlarını 'hukukun üstünlüğü' ilkesi ile korumakla yükümlüdür.

Editör: TE Bilisim