Mahfi Eğilmez, kişisel blogundaki yazısında AKP iktidarının ekonomideki kırmızı çizgilerini ele aldı. Eğilmez’in yazısını kendisinin onayıyla yayımlıyoruz.
Biz istediğimiz kadar enflasyon diyelim, cari açık diyelim, rezervler diyelim hepsi boşuna. AKP’nin 20 yıldır iki tane kırmızıçizgisi var: Bütçe açığı ve büyüme. Son 3 - 4 yılda bunlara faiz de eklendi.
Bütçe açığının kırmızıçizgi olarak kabul edilmesi 2001 krizinden geliyor. Pek çok kişinin bankacılık krizi olarak nitelendirdiği 2001 krizi aslında bir bütçe kriziydi. Bütçe açıkları yüzde 10’lara ulaşmıştı, Hazine, bütçe açığını finanse edebilmek için faize hiç aldırmadan borçlanıyor, bunun sonucu olarak faizler yükseliyor, özel kesim borç verilebilir fonlar piyasasından dışlanıyor, bankalar da kredi risklerini dengelemek için ister istemez daha az riskli kabul edilen Hazine kâğıtlarını almak zorunda kalıyorlardı. Oysa risk orada büyüyordu. Sonunda Hazine, faizleri daha da yükseltmek zorunda kalınca elinde yüklü Hazine kâğıdı olan bankalar likidite sorunuyla karşı karşıya kalarak battılar. Bankaların batması ve krizin onlardan çıkmış gibi görünmesi aslında Türkiye’de çoğu kez yapıldığı gibi sonucun neden sanılmasından bir başka ifadeyle neden – sonuç ilişkisinin karıştırılmasında kaynaklanıyor. Krizin nedeni bütçe açıklarının büyümesiydi. AKP, yönetimi iktidara geldiğinde bu sorunu doğru okudu ve nedenin bütçe açıklarının dizginlenememesi olduğunu gördü. Sonraki bütün politikalarının önceliği hep bütçe açığının düşük tutulmasına yönelik oldu. Buradaki limit de Maastricht kriteri olarak belirlenmiş olan yüzde 3 tavanıydı. AKP hükümetleri, bu limitin altına 2005 yılında inmeyi başardı ve yirmi yılı aşkın iktidarları süresince 2009 yılı (yüzde 5,3) ve 2020 yılı (yüzde 3,4) dışında yüzde 3 limitini hiç aşmadı.
Büyümenin kırmızıçizgi olarak kabul edilmesi de büyüme oranıyla iktidarın seçimlerde aldığı oy oranı arasındaki pozitif ilişkiden kaynaklanıyor. Bu konuda daha önce yazdığım yazılarda bu ilişkiyi incelemiş, iki değişken arasındaki korelasyon katsayısın 0,81 hesaplamıştım: https://www.mahfiegilmez.com/2015/05/iktidar-partisinin-oy-oran-ile.html. Büyümenin yüzde 5 ve üzeri olduğu dönemlerde Türkiye’de piyasada pek sıkıntı çıkmıyor, işsizlik oranı artmıyor hatta azalıyor. Yüzde 5 bir anlamda Türkiye için potansiyel çıktı ile sağlanan büyüme oranı gibi kabul edilebilir. AKP, baştan beri bu ilişkinin farkında ve ne pahasına olursa olsun büyümeyi ortalama yüzde 5 düzeyinde tutmayı hedefliyor. Gerçekten de 20 yılı aşkın iktidarı süresince AKP, yüzde 5,5 büyüme ortalamasını yakalamış bulunuyor. Büyümenin küçülmeye veya düşük kalmaya yöneldiği yıllarda oy kayıpları ortaya çıkmış. Bu nedenle büyüme oranı AKP için ikinci kırmızıçizgiyi oluşturuyor.
Bu ikisi dışındaki göstergeler bu yirmi yıllık dönemde hiçbir zaman bunlar kadar önemli olmadı. Örneğin enflasyonla mücadele hep öne çıkarılmış göründü ama asıl hedef bütçe açığını tutmak ve büyümeyi yükseltmek olduğu için enflasyonla mücadele sözde kaldı. Çünkü enflasyonla ciddi mücadele ilk başlarda büyümeden fedakârlık getirecek bir faiz artışını gerekli kılıyor. Bu noktada üçüncü bir kırmızıçizgi olarak faiz çıkıyor karşımıza.
Faiz, yatırımlar için düşük olması gereken bir gösterge. Çünkü yatırımlarda kullanılacak sermayenin maliyeti, o yatırımdan elde edilecek getiriden yüksek olursa yatırım yapmak akıllıca olmaz. O zaman yatırımcı, yatırım yapacak yerde parasını faizde değerlendirmeyi tercih eder. Yatırım olmayan yerde de büyüme, kapasite artırımıyla sınırlı kalır, o da bir noktadan öteye gidemez. Bu durumda faizlerin düşük kalması gerekir.
Bu noktada karşımıza bazı çelişkiler çıkıyor: AKP, oy oranını düşürmemek için büyümeyi yüksek tutmak zorunda. Merkez Bankası, hükümetin büyüme yaklaşımını desteklemek için politika faizini düşük belirleyince bu kez enflasyon alıp başını gidiyor. Seçimlerde verilen sözler yerine getirilip kamu harcamaları artacağına göre bütçe açığı da artacak. İşte bu noktada çelişkileri çözmek üzere denk bütçe çarpanı devreye sokuluyor.
İki yıldır hükümet yıl ortasında büyük tutarlı bir ek bütçe çıkarıyor. Bu yıl da başlangıç bütçesinin dörtte biri tutarında bir ek bütçe çıkarıldı. Buna göre başlangıç bütçesi, ek bütçe ve son durum aşağıdaki tabloda gösterildiği gibi oldu (Kaynak: Resmi Gazete, 27.07.2023.)
Buna göre bütçe giderleri de bütçe gelirleri de aynı tutarda (1.119,5 milyar TL) artırıldığı için bütçe açığı değişmemiş oluyor.
Enflasyonla mücadelede talebi düşürecek politikalar büyümeyi de düşüreceği ve hükümet böyle bir durumu istemediği için iki yıldır denk bütçe çarpanı eşliğinde büyümeyi korumaya çalışıyor. Bunu yaparken bir yandan kamu harcamalarını artırarak iç talebi ve dolayısıyla ekonomiyi canlandırıyor bir yandan da harcama artışının yaratacağı bütçe açığı artışını ve enflasyona katkısını önlemek için aynı miktarda vergi gelirlerini artırıyor. Böylece denk bütçe çarpanını kullanarak büyümeyi yüksek tutmanın yanı sıra bütçe açığını da artırmamış oluyor.
Türkiye’de marjinal tüketim eğilimini (mpc) GSYH içindeki tüketim harcamaları oranını esas alarak 0,6 kabul edersek marjinal tasarruf eğilimi (mps = 1 – mpc) de kendiliğinden 0,4 olarak çıkar.
Önce Türkiye’nin marjinal tüketim ve tasarruf eğilimlerini dikkate alarak çarpan denklemlerini yazalım:
Kamu harcamaları çarpanı = 1 / mps = 1 / 0,4 = 2,5
Bu durumda sadece kamu harcamaları 1.119,5 milyar lira artırılırsa GSYH (1.119,5 x 2,5 =) 2.799 milyar TL artar.
Vergi çarpanı = - mpc / mps = - 0,6 / 0,4 = - 1,5
Bu durumda sadece 1.119,5 milyar TL’lik vergi alınsa GSYH (1.119,5 x -1,5 =) -1.679 milyar TL azalır.
Denk bütçe çarpanı = kamu harcamaları çarpanı + (vergi çarpanı) = 2,5 + (– 1,5) = 1
Bu durumda hem kamu harcamaları hem de vergiler 1.119,5 milyar TL artırıldığında bütçenin denkliği değişmemekte ve GSYH kamu harcamaları artışı kadar (1.119,5 milyar TL) artmış olmaktadır. (Bu analiz, anlatımı kolaylaştırmak için dışa açık olmayan bir ekonomi için yapılmıştır. Türkiye gibi dışa açık ve ithalat ağırlıklı bir ekonomide denk bütçe çarpanının etkisi marjinal ithal eğiliminin yaratacağı sızıntı kadar düşük olacaktır.)
Türkiye, iki yıldır bu modeli deniyor. Ne var ki bu model burada tanımlandığı gibi olumlu etkiler yaratmıyor. Merkez Bankası faizi düşük tuttuğu için enflasyonu önleyemiyor, insanlar paradan kaçarak ihtiyacı olan veya olmayan her şeyi satın almaya koşuyor ve bu yaklaşım enflasyonu yukarı itiyor.