Yeşil Sol Parti Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları, bugün olağanüstü toplanan TBMM Genel Kurulunda Muğla'nın Milas ilçesi İkizköy Mevkiindeki Akbelen Ormanında ağaç katliamında yaşananlarla ilgili verilen önerge üzerinde konuşma yaptı.

Hatimoğulları'nın konuşması şu şekilde;

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; evet, bugün muhalefet Parlamentoyu olağanüstü toplantıya çağırdı. Bunun aynısı 25 Temmuzda Türkiye'de artan zamlar ve yoksullukla ilgili de olmuştu. Fakat şimdi, belki kameralar göstermiyor değerli halkımız ama AKP sıraları bomboş; dışarıdan izliyorlar, bakıyorlar ve birazdan gelecekler, çoğunluğu elde edecekler ve diyecekler ki: "Biz Akbelen sorunuyla ilgilenmiyoruz. Hadi, dükkânı kapatıp gidiyoruz." Ne yazık ki bunu defaatle yaptılar, bugün de yapacaklar. Umarım ki bizi şaşırtırlar, umarım ki ezberimizi bozarlar.

Evet, bugün Meclis olağanüstü toplandı. Bu toplantı çağrısını esasen Akbelen halkı yaptı, Antakya Dikmece halkı yaptı, Cudi eteğindeki köylerde yaşayan halklar yaptı bugün Meclise bu çağrıyı ve bizden yani bu Parlamentodan bu halkın bir beklentisi var: Ağaç kesiminin durdurulmasını, orman yangınlarının durdurulmasını istiyorlar. Beklentileri sadece muhalefetten değil, Cumhur İttifakı'nda vicdan sahibi milletvekillerinden de beklentileri var. Ve biraz sonra yapılacak oylamada da bu parlamenterlerden yani Cumhur İttifakı mensubu olan milletvekillerinden ümit ediyor ki halkımız, kendi partilerinin resmî tutumunun dışında bir tutum ortaya koyarlar, seçmenlerinin sesini dinlerler, ellerini vicdanlarına koyarlar ve burada bu oylamanın kaderini değiştirebilecek, ezber bozacak bir adım atabilirler; bunu beklemek istiyoruz.

Evet, Türkiye, her coğrafyası apayrı güzel, apayrı özelliklere sahip çok zengin bir ülkedir her bakımdan. Ağacımız, toprağımız, suyumuz, havamız, gerçekten dünyada ender rastlanan bir ülkede yaşıyoruz ama ne yazık ki şu anda AKP iktidarının sermaye güçleriyle el ele vererek ve sürekli ormanlık arazileri, alanları ormansızlaştırarak, ağaçsızlaştırarak ne yazık ki sermayeye peşkeş çekme konusunda şu ana kadar gelen iktidarlardan en mahir olanının bu olduğunu söylersek abartmış olmayız. Muhalefetin bu konudaki yani bu çağrıyla ilgili tutumu çok açık, net. Biz, Akbelen'den yanayız, Cudi Dağı'nın yemyeşil kalmasından yanayız, Dikmece'de zeytinliklerin kesilmemesinden yanayız, Kaz Dağları'nda ağaçların kesilmemesinden yanayız, Hasankeyf'in sular altında kalmamasından yanayız ama ne yazık ki bu iktidarın Anayasa'yı apaçık çiğneyerek ve her şeyi şirketlere peşkeş çekerek -yandaş şirketlere peşkeş çektiğinin altını çizeyim- yapmak istediği nedir? Bu güzellikleri ortadan kaldırmak ve zenginlerin daha çok zengin olmasına katkı vermek.

Köylüler bizleri bu olağanüstü toplantıya çağırırken -bunları lütfen unutmayın değerli milletvekilleri- Akbelen'de ne oldu, biraz ona bakalım. Akbelen'de bu zalim iktidar 24 Temmuzda ormanlara girdi ve ağaç kesimine başladı. Kimin lehine kesti bu ağaçları? Limak şirketinin linyit kömürü çıkarması için. Peki, bizim bu linyit kömürüne çok mu ihtiyacımız var, hayati bir önemde mi? Değil. Bununla ilgili uzmanların yapmış olduğu çalışmada, iki buçuk sene devam edecek bu çalışmada sadece Türkiye'nin enerji ihtiyacının yüzde 1,5'u karşılanıyor, kaldı ki enerji başka yerlerden zaten karşılanıyor, Türkiye'nin şu an öyle bir çalışmaya ihtiyacı yok. Ama Limak'ın sermayesini büyütmeye ihtiyacı olduğu için, AKP Limak'ın lehine bir karar alıyor.

Bakın, Muğla'da 2021 yılında orman yangınlarında 70 bin hektar ormanlık alan gitti. Bu yangınlarla ilgili de ayrıca konuşacağız. Bu yangınlar kendi kendine mi çıkıyor ya da çıkarılıyor mu? Bu da ayrı bir tartışma konusu. Akbelen ormanının ortadan kalkması demek, orman altında süzülerek gelen ve Çamköy yer altı kuyularında biriken su varlıklarının ortadan kalkması demektir, Bodrum'un içme suyunun üçte 1 oranında azalması demektir. Akbelen'in yok olması demek, Bodrum'un susuz kalması demektir. 200 bin dönümlük ruhsat sahası içinde 88 bin dönüm tarım arazisi yok olacak bu çalışmayla. Ve biz şimdi buğdayı dileniyoruz ya Rusya'dan, ve biz tarımsal ürünleri... Suriye'den bile patates, Suriye savaşırken biz patates ithal ettik biliyor musunuz değerli milletvekilleri? Niye? AKP'nin uygulamış olduğu tarım politikalarıyla tarımı bitirdiği için, bu ülkeyi susuz bıraktığı için, tarım arazilerini imara açtığı için biz savaş hâlinde olan Suriye'den patates ithal etmek zorunda kaldık, domatesi ithal ediyoruz. Buğday cennetidir Türkiye; Konya'yı bitirdik resmen ve şimdi Rusya'dan, elimizi açmış uluslararası bir strateji belirlemeye çalışıyoruz ki bu projeye tahıl koridoru deniyor. Bütün bunların nedeni AKP'nin tarımı bile ve isteye bitirmesidir. Sadece tarımı mı bitiriyor? Hayır. Bakın, Akbelen'de ormandaki ağaçların kesilmesi demek aynı zamanda Bodrum'un 5 milyar dolarlık turizm gelirini de ortadan kaldırmak demek. Yani bu iktidar sadece bölgeyi susuz bırakmıyor aynı zamanda orayı yani turizme açık olan bu bölgeyi ve önemli bir gelir kaynağına sahip olan bu bölgeyi de bu bölgede turizmi de bitirecek. Yani tarımdan sonra şimdi sıra turizm sektörünü dolaylı yollarla bitirmek olacak.

Bakın, 88 yaşındaki Zehra teyze "Ağacım kesilmesin." dedi. Ağladı, o ağaca sarıldı ama kolluk kuvveti ne yaptı? Zehra teyzeyi ve Zehra teyze gibilerine gaz sıktı, copladı. Utanmadılar bundan ve bu iktidar utanmadı Zehra teyzeyi coplamaktan, onun üzerine gaz sıkılmasını izlemekten. Bu emri verenler hiçbir hicap duymadı ve aynı şekilde Dikmece köylülerine de bu gazları sıktılar ve bu gazı sıkanlar bu halkın vergileriyle maaşlarını alan kolluk kuvveti. Emri veren kim? Cumhur İttifakı, Hükûmet. Evet, Zehra teyze o ağacına sarılırken bir yandan o ağacın kesilmesini engellemek ister ama tek başına ağacın o görüntü kısmı mıdır önemli olan? Hayır. Zehra teyze o ağaçla beraber büyümüş, o ağaç onun çocukluk arkadaşı. Siz, o ağacı keserek Zehra teyze gibilerin hayatlarına, anılarına, kültürel değerlerine kastediyorsunuz; bunun farkında olmak zorundasınız.

Evet, doğa kıyımı bir tek burada mı? Hayır. Bakın, Cudi Dağı'nda yangın günlerce devam etti ama bu Parlamentoda bir kere bile gündem olmadı. Cudi Dağı'ndaki yangın ilk mi yaşanıyor? Hayır. Daha önce de defaatle yaşandı ve daha önce de yine Cudi, Gabar, Besta, Bingöl Karacehennem Ormanları'nda korucular tarafından ağaçlar tek tek kesildi ve ağaçların ticareti yapıldı, o ağaçların gövdeleri satıldı. Bakın, burada, bu yangında ve bu ağaç kesiminde iki şey amaçlanıyor: Oradaki bölgeyi insansızlaştırmak, oradaki bölgeyi çoraklaştırmak, oradaki bölgede daha çok karakol ve daha çok kalekol yapmadı. Yani Cudi Dağı'nı biz ayrı ele almak zorundayız, o bölgedeki doğa kıyımını ayrı ele almak zorundayız. Kürt sorununun bugüne kadar barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmemiş olmasının neticelerini yaşıyoruz biz şu an Cudi Dağı yangınında da. Cudi Dağı yangınıyla ilgili milletvekilimiz Bakanı arıyor, Bakana diyor ki: "Dağda yangın var, halk söndürmek istiyor ama 'Burası askerî bölgedir." denilerek halk içeri alınmıyor. Bu konuda sizler de bir şeyler yapmak zorundasınız." ama Bakanın verdiği yanıt "Bize böyle bir ihbar gelmemiş, böyle bir yangından haberimiz yok." Burada, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı sözde Dezenformasyonla Mücadele Merkezi -ki saraya bağlı çalışan ve dezenformasyon konusunda 10 numara 5 yıldızı olan bir birim- şöyle bir açıklama yapıyor Cudi Dağı'yla ilgili: "Sıcakların etkisiyle otların tutuşması sonucu küçük çaplı bir örtü yangını çıkmış, ekiplerin müdahalesiyle de iki saat içinde söndürülmüş." Ama halkın söylemleri böyle değil, bu yangın birkaç gün devam etmiş ve halk oraya yaklaştırılmamış.

Ve buradan Cudi'ye ve oradaki bütün kesimlere, Kürt sorunundan kaynaklı kesilmiş olan ağaçlara, yakılmış olan ormanlara ve bu doğa katliamını gerçekleştirenlere bir kez daha diyoruz ki: Çözüm bu değildir, çözüm barışçıl ve demokratik yöntemlerle Kürt sorununu sorun olarak kabul edip bunun çözümünde ısrarcı olmaktır.

Evet, bu ceberut iktidarın zalimliği ne yazık ki bu bölgelerle sınırlı değil. Antakya Dikmece bölgesinde yine Akbelen'e benzer sorunları yaşadık ve orada yine değerli halkımız askerin, polisin copuyla ve gazıyla karşı karşıya kaldı.

İktidar ve kapitalizmin sömürü sistemi zalimliğini o kadar büyüttü ki deprem bölgesinden bile rant elde etmekte hiçbir beis görmedi. Deprem bölgesinde -bu kürsüden çok söyledim, başka yerlerde de çok konuştuk, başka vekiller de çok ifade etti- depremin yaşandığı ilk günlerde seferberlik ilan etmeyip OHAL ilan edip şimdiyse enkaz kaldırmak ve yeni inşaat, yeni konutlar yapmak için seferber olan inşaat şirketleri ve onların araçları ne yazık ki deprem günü bir tane kepçeye dahi ihtiyaç duyduğumuz zamanda yanımızda değilken şimdi onların trafiğinden geçemezsiniz sokaklardan. Niye? Çünkü bu işin içinde rant var ama insan kurtarmak için bu iktidar bir seferberlik ilan etmedi. OHAL'i de Allah'ın lütfu olarak saydı, depremi de Allah'ın lütfu olarak saydı ve şimdi Dikmece'de zeytinlik alanlarını keserek orada sözüm ona deprem konutları yapacaklar.

Bakın, Meclisin kapanmadan önceki hafta yaptığı çalışmayı hatırlayın. Orada, bir torba kanunda 25'inci madde vardı. 25'inci madde zeytinlikle ilgili bir maddeydi. Tabii, biz şunu çok iyi biliyoruz: Türkiye'de zeytin yasası, önemli bir yasa; 1939'dan beri varlığını devam ettiren, zeytinliklere sadece bir ekonomik veya bir gıda gözüyle bakmayan, aynı zamanda kültürel bir miras olarak bakan bir yasa, önemli bir yasa. Bu yasayı, AKP, 10 kere delmeye çalıştı ama hem ekoloji hareketinin hem de oradaki halkın göstermiş olduğu tavırlar sonucunda bunu başaramadılar. Ama şimdi ne yapıyorlar? 25'inci maddeyi bu Meclisten şu şekilde çıkardılar: Dikmece'de âdeta pafta pafta, parsel parsel... Kapkalın bir fasikül verildi bize, "Bunu parsel parsel kamulaştıracağız." diye bir yasa çıktı buradan, böyle bir yasa bu Parlamentoda da ilk kez çıkıyor. Bu yasanın çıkmasının sebebi, oradaki 100 binlerce zeytin ağacını keserek deprem konutu yapmak.

Şimdi, değerli halkımız, "deprem konutu" dediklerinde herkesin susmasını bekliyorlar. Deprem konutlarının yapılmasını istemeyen bir insan çıkar mı dünyada? Çıkmaz, zannetmiyorum çıkacağını ama buradaki mevzu bu değil. Bir kere zeytinlikleri kesmek yerine, daha elverişli topraklar araştırılarak, hazine arazileri elbette kullanılarak bu konutlar yapılabilir, bununla ilgili adres adres de çalışabiliriz. Bunun örnekleri bizde mevcuttur, sunabiliriz de biz bunları. Fakat bunu yapmıyorlar, zeytin kesmeyi tercih ediyorlar ama yine Antakya halkının şöyle bir serzenişi var: "Depremde biz çok yalnız bırakıldık, sonrasında da yalnız bırakıldık." Özellikle, Gülderen, Dikmece, Karaali gibi Arap Alevilerinin yoğun yaşadığı bölgelerin hızla kamulaştırılmasında bir art niyet görüyorlar çünkü bu iktidarın ve bu devlet geleneğinin ne kadar ötekileştirici olduğuna bu toplum bizzat yaşayarak tanık olduğu için -demografik yapıyı değiştirmek üzere, özellikle hiçbir zemin etüdü yapılmadan- burada konutlarda "deprem konutları" adı altında bir demografik yapı değişiminin hedeflendiğine dair toplumda çok ciddi bir kaygı var. Bu kaygıyı gidermek de bu Parlamentonun ana görevlerinden biridir.
    Peki, burada ne yapılmalı? Deprem konutları elbette mutlaka yapılmalı. Bunun için, yerinde dönüşüm ve yerinde yeniden imar için zemin etütleri yapılmalıdır, kültürel ve sosyolojik dokuyu bozmayacak bir yeniden şehirleşme ve kentleşme planı yapılmalıdır. Bakın, kent planı bile yok, hâlâ depremden önceki zemin etütleri raporlarıyla hareket ediyorlar; bunu bizzat kendileri bize Komisyonda ifade ettiler ama buradaki tutumları apaçık taraflı. Ve oranın halkı çok ünlü bir sloganla artık özdeşleşmiş oldu "..."(*) dedi. "Gitmedik, biz buradayız." Bugün Dikmece halkı, Akbelen halkı bizim gruplarımızı da gelip ziyaret etti, Parlamentoyu da ziyaret etti ve sorunlarını aktardılar. Bizler onlara söz veriyoruz: Bu sorunlar çözülene dek bizler hem Parlamentoda hem de Parlamento dışında sizlerle yan yana olacağız, beraber olacağız, dayanışma içinde olacağız.
    Değerli halkımız, burada yaşanan bu orman katliamları, yaşanan bu doğa katliamları elbette bunlarla sınırlı değil. AKP iktidara geldikten sonra yüzlerce maden ruhsatı veren bir iktidar oldu ne yazık ki ve bakın, doğaya verdiğimiz zararların sonuçlarını hep birlikte, hem ülkemizde hem dünyada hep beraber yaşıyoruz; pandemi, deprem, sel, ölümcül sıcaklar, iklim krizi ve gıda krizi. Yarın biz böyle tarımı bitirerek, ağaçları kesip topraklarımızı susuz bırakarak bu ekosistemle oynadıkça açlığa mahkûm kalacağız. Türkiye bütün dünyanın yaşadığı gıda krizi karşısında özel politikalar geliştirebilir çünkü bununla ilgili önemli, verimli topraklara sahip ama bunu yapmak yerine ne yazık ki tam tersini yapıyor ve bu alanda sadece yandaş şantiye şirketlerine peşkeş çekiyor bu ülkenin her şeyini diyoruz.
    Ve seçimden sonra artan zamlar, yoksulluk, sefaletin derinleşmesi elbette toplumda öfkeyi büyütmüştür. İktidar bu öfkeden korktuğu için -ne yazık ki- suyuna, havasına, taşına toprağına sahip çıkan analarımıza, kardeşlerimize, köylülere ne yapıyor? Saldırıyor; gazla saldırıyor, copla saldırıyor ve bunlara "terörist" diyor "terörist." Niye? İnsanlar kendi suyunu, toprağını sahiplenmesin diye. Dün bir Kabine toplantısı yapıldı ve doğal olarak icra yani yürütme ne yapar? Bir ülkede en ön plana çıkan sorunları birinci olarak gündemine alır. Bakın, bütün Türkiye ve dünya Akbelen ile Dikmece gündemiyle kaynarken onlar, Hükûmet, Kabine ne yazık ki bunu gündemine bile almadı ve çıkıp -geç kalmış tabii ki sonradan fark etmiş Erdoğan bu yaşananları, ülkesinden işte bu kadar bihaber bir Cumhurbaşkanı ne yazık ki- Kabine sonrası yaptığı açıklamada ağaç kıyımına karşı direnen bölge halkını hedef gösteriyor ve diyor ki: "Kampanyaları ağaç sevgisiyle izah edemeyeceğimiz açıktır. Çevreci görünümlü marjinallere aldırmıyor, işimize bakıyoruz." Bu "marjinal" dediğiniz halktır. Size biat etmeyen, sizin dediklerinize uymayan, demokratik anayasal hakkını kullanarak protesto eden, sizin icraatlarınızı protesto eden, arkasında durduğunuz şirketleri protesto eden insanlara "marjinal" "terörist" yaftasını yapıştıramazsınız. Onlar halk değil de size biat edenler mi halk sadece? Halk, halktır. Kime oy verirse versin, kimin yanında durursa dursun halk, halktır; bunu tartışmaya falan da açamazsınız.
    Değerli yurttaşlarımız, evet, bu ceberut sistem bizi kronik bir umutsuzluğa sürüklemek istiyor. Sesini çıkaran işçiye, köylüye, esnafa, yoksula, gence, kadına, Kürt'e, Alevi'ye, mütedeyyine "marjinal" ya da "terörist" yaftasını yapıştırmaktan asla geri durmuyor, bundan hicap da duymuyor. Evet, bu seçimde iktidarın hileleriyle bizler baş edemedik -Seyit Rıza'nın deyimiyle- ama baş da eğmedik. Gelin, bu iktidarın, bu ceberut sistemin derdini biraz daha büyütelim değerli halkımız. Unutmayalım ki Akbelen, Kaz Dağları, Dikmece, Cudi ve burada sayamadığım doğa kıyımına maruz kalmış birçok bölgenin insanı gelin, hep birlikte el ele verelim. Bugün, bu bölgelere sahip çıkıp bu kıyımları durdurabilirsek kendilerine yeni sömürü alanları yaratamazlar, yeni ormanları işgal etmeye kalkamazlar. Bu, bizim en temel demokratik hakkımızdır; bu hakkımızı hep birlikte kullanmalıyız. Tahakküme, hukuksuzluğa, yolsuzluğa, yandaşlığa, baskılara, yoksullaşmaya, ötekileştirmeye karşı sorun yaşayan bütün bu öbeklerin el ele vererek ortak mücadele yürütme dışında bir seçeneği yoktur.

Buradaki mesele tek başına, kesilen ağaçlar değildir; buradaki mesele, bu iktidarın yönetme biçimidir aynı zamanda. Biz burada, doğa kıyımını tek başına, bir ekolojik kriz; tek başına, bir ekonomik mesele olarak ele alamayız; bu aynı zamanda bir siyasal sorundur, bu bir toplumsal sorundur ve buna karşı verilecek mücadele bütün bu sorun alanlarının el ele ve dayanışma içinde vereceği bir mücadele ortaklığıyla mümkündür. Aksi takdirde, ormanımızı da koruyamayız; aksi takdirde, suyumuza, toprağımıza da yeterince sahip çıkamayız. Bu toplumsal mücadele alanlarını büyütelim ve demokrasi mücadelesini daha fazla güçlendirelim.
    
Bu mücadelelerden sonuç alalım ki gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakalım. Akbelen'den Kazdağları'ndan, Dikmece'den "Artık yeter" sesleri yükseliyor; "Yetti gayri zulmünüz, artık yeter:" diyor Zehra Teyze, Aysel Abla, Berfo ana; "Artık yeter”. diyor analarımız, halkımız ve artık yeter.
Teşekkür ederim.

 

Editör: Haber Merkezi