“kim ne derse hepsi, ne söylese boş,

kadim örste hırpalanmış bu demir,

dövülmüş ağır bir ağrı üstünde,

zaman diye bir kılıfın içine konmuş,

ne söylese kılıç, akla hep kan gelir,

bildikçe ardından yeni bir son gelir.”

Elimde K. Çağlar Aksu’nun “Ağıtçızade Çelebi” mahlasıyla yazdığı Şiirden Yayıncılıktan çıkan “Lethe” ile Klaros yayınevinden çıkan “İnisiyasyon” adlı şiir kitapları var. Yeni bir şair keşfetmenin heyecanıyla okuyorum. Yanlış anlaşılmasın K. Çağlar Aksu yeni bir şair değil. Ama ben gecikmeli keşfettim diyelim. İyi ki keşfettim. Zira yazımın girişinde “Kılıç” adlı şiirinden yaptığım alıntıdaki altı mısra bile benim Ağıçızade Çelebi’nin imge derinliğine hayran olmama yetti. Hep söylemişimdir, usta işi şiirler genel bir beğeni toplar. Ama insanlar bu şiirler içinde, kendi ruh halleriyle ya da yaşantılarıyla örtüşenleri daha çok benimserler; okurken heyecanlanırlar. Benim içinde öyle oldu.  Ağıçızade Çelebi’nin yukarıdaki imgeleri benim için bir hayatın özeti gibiydi. Altı mısra bir hayattı, birçok hayattı. Bizim hayatımızdı...

Kimi zaman şairlerin bilinçaltından ak kâğıda dökülen sözcükler, onların yüksek sesle söylemediği, kendilerine bile itiraf edemedikleri düşlerin ifşasıdır. Bilinçli okuyucu, şairin çağrıştırdığını, metaforlarla betimlediğini anlar.  Mısra aralarına gizlenmiş kodları çözer. 

Rivayete göre Yunus Emre, Mevlana’nın yüzlerce sayfa tutan Mesnevi'sini okumuş ve ‘bir insanın oluşumunu anlatmak için bu kadar söze gerek var mı’ demiştir.

Bu yorum üzerine müritleri ‘Peki sen olsan ne derdin ya Yunus’ diye sormuştur. Yunus yanıtlamıştır: ‘Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.’ İşte şiirin gücü. Ağıtçızade Çelebi’nin şiirinin zenginliği de böyle açıklanabilir. Altı mısrada anlatılan hayatlar ve benim bunları okurken duyduğum heyecan, hüzün...

Lethe’ye önsöz yazan şair Metin Cengiz’in dediği gibi:

“Modern dönemlerin şairinin en büyük sıkıntısı yaşadığını anlamlandırma ve ona biçim vermedir. Modern dönemlerin gerçekliği ne kadar amorf ise şairinin sıkıntısı da o denli büyüktür. (…) Şairi bu süreçte bekleyen diğer bir sıkıntı ise piyasanın isterleriyle savaşmaktır. Piyasa kültür dünyasının pompaladığı alışılmış, ortalamalı beğeni düzeyini tatmin etmeyi amaçlar. Reklamını ona göre yapar. Bu beğeni düzeyi üstünden bir algı ortamı yaratır. Şair iste bu beğeni ortamına karşı da savaşmak zorundadır. Ya piyasa kültürünün biçimlendirdiği bir beğeniye hitap eden sistemin şairi olacaktır ya da başkaldırarak avant- gadre rolünü üstlenip yeni bir biçim yaratma yolunda savaşacak, yepyeni bir duyarlılık getirecektir. (…) Ağıtçızade Çelebi gerçek bir avant – gadre olarak içinde yaşadığı dünyayı, onun amorf biçimini anlamaya çalışır. “

***

Şair Önder Birol Bıyık da K. Çağlar Aksu’nun Klaros yayınlarından çıkan “İnisiyasyon” adlı kitabı hakkında yazdığı değerlendirmede önemli saptamalar yapmış:

“Son yılların en revaçta konularından biridir küresel çağın şiirle alışverişi...  Her şeyin dijitalleştiği teknoloji yoğunluklu inovasyon çağında şiir kendine nasıl yol açar? Bu sorunun yanıtı, sanırım şiirin geleceği ve postmodern çağda neliğini de belirleyecek. Erken modern çağın romantizmden beslenen lirik şiirin bugün robotik yaşamın sınırlarına dayanmış,  duygusal zekası giderek küçülen insanın dünyasında anakronik bir hal almaya başladığını görüyoruz. Bu, insanlığın tarihsel hikayesinde kaçınılmaz bir durak mı,  küresel çağın yarattığı geçici bir bunalım mı?  Şüphesiz bunlar, felsefi düzlemde esaslı tartışmaları gerektiren sorular.

(…)

K. Çağlar Aksu, daha önce yayımlanan “Sır ve Sûr”, “Kuyudan Ağıtlar” ve “Lethe” kitaplarında olduğu gibi geçtiğimiz günlerde Klaros Yayınları Dip serisinden çıkan “İnisiyasyon” adlı kitabında da avangart şiirin izini sürüyor. Kitapta yer alan şiirler, alışıldık şiir kalıplarını parçalayan, geleceğin şiirine zengin veriler sunan, algı dünyası genç ve geleceğe akan bir zihnin tezahürü olarak okunacak şiirler.

(…)

Kitapta humor ve ironinin zengin olanaklarını kullanarak mesel tarzı bir anlatım içinde Sheakspearevari epik bir anlatımın sınırlarına ulaşmış şair. Sözcükleri eksiltiyor, parçalıyor, ön eklerle çoğaltlııyor,  dizeleri kırılıyor, noktalama işaretleriyle diline ek bir lisan kazandırılarak çok katmanlı anlamlara ulaşıyor. Yakın geçmişin ve günümüzün kahramanları, ikonları, diktatörleri, reklam yüzleri bu çağın rezilliğinden sorumlu gölge kahramanlar olarak sinematografik görüntüler halinde şiire girip çıkıyor kitapta.

Şaire göre aslında bütün şatafatına rağmen bu çağ;  doğayı ve insanı tüketen, insan neslini metanın bir uzantısı haline getirerek savaşlar ve kurmaca kapitalist pazarlarda primitif bir tipolojiye dönüştüren bir çağ bu çağ.  Şöyle diyor şair, “etten senedi eline dokunur/ sistem ve geziyor etleri dehşehvet/ sistemin adamları/ adamlar ve adamların sistemleri/ tahsildar atları kırbaçlar ve dehler” Şüphesiz şiirin çıtasını yükselten dizeler bunlar.   Yine  “ hem nasıl olsa artık ihale usulü/ dağıtıyorsunuz savaşları da” derken, savaşların hem pazar kavgasının kozmosu hem de pazarın bir metaı olduğunu çarpıcı biçimde imliyor.

Şaire göre teknolojinin göz kamaştırıcı ilerlemesi içinde yaşanan aslında bir gerileme ve yıkımdır; ‘kaşla göz arası / Küresel dünya ve tek tip insan / bilim Tanrılığa soyunalı beri / İnsanlık treni gidiyor geri.’

Çağın insanı sadece kendisini değil, kendisiyle birlikte doğayı da mahva sürüklüyor.  Evrendeki gezegenleri keşfe çıkan insanın, içinde yaşadığı gezegeni yaşanmaz hale getirmesi şu dizilerde özgün bir anlatıma kavuşuyor; ‘yıllar yılı/ dünyada yüzlerce milyon aç sefil insan/ akmaktan yorulan kan,/ ve kalplere görkemle kurulan soylu- atışın-/ burcu da yıkıldı sayısız zaman,/ doğayı da paramparça edip/ Mars’a gidiyoruz// komiğiz ya/yalanız yalan’

Şüphesiz İnisiyasyon (ve Lethe b.n.) kimi zaman arkaik kimi zaman modern ötesi çağrışım yüküne yaslanan,  akılcı buluşlarla örülmüş, pek çok bakımdan uzun değerlendirmeleri hak eden bir kitap. Şiirimiz adına önemli bir kazanç sayılmalı...”[i]

Şair dostum Önder’e katılıyorum, sözlerimi bitirmeden bir de ben katkıda bulunayım:

K. Çağlar Aksu’nun şiirlerinde sıkça karşımıza çıkan, bizi saran, sarsan, yeni kapılar aralayan,  kimi zaman yan anlamlar yüklenen sözcüklerden birkaçı: “Kan, hüzün, ölüm”. Bir anlamda karanlığın betimlenmesi. İçinde yaşadığımız ama kanıksadığımız.

Peki umut ışığı nerede diyeceksiniz.

O ışığı yakmak da okuyucuya kalıyor.

***

Sonsöz de Ağıtçızade Çelebi’den olsun:

“ölüm yeşerir ve tende heves kalır mı?

durur sonunda kuruyup biçare herkes.

bir tohumu yeşertmeye geldik devrana;

kah gaflete, kah ülfete, kah arşa davrana.

toprağın malıyız, tohumu hep ona taşıdık,

sakladık tenimizde yıllarca neyle suladık?

deli bir bahardır, imdada gelen kara bir bahar,

tenimizde demli tohum, bir gün yeşerip açar.”

01.11.2021


Önder Birol Bıyık, Küresel bataklığın şiirsel eleştirisi, Evrensel Gazetesi, 31 Ağustos 2021.

Editör: TE Bilisim