Türk Dil Kurumu olgu kelimesini “birtakım olayların dayandığı neden ya da bu nedenlerin yol açtığı sonuç” olarak tanımlamıştır. Mekân, bir insanın cenin halinde anne karnından başlayarak doğduğu andan ölümüne kadar hayatını kaplayan, yön veren, bilinç oluşturan bir olgu ve olgular kümesidir denilebilir. Olgular herhangi bir mekânda bir araya geldiğinde mekânsal bir ürün ortaya çıkar. Mekânı oluşturan ise doğrusal zamandır, buna doğrusal tarihte denilebilir. Bu bağlamda mekân tarihsel bir üründür. İnsanın fiziksel, zihinsel ve emeğinin ürünü olan maddesel bir soyutlamadır. Mekânın bir ruhu vardır ve insan bilincinde duyusal-duygusal anılarla iç içe geçerek kalıcı anlamlar içeren mekanlara dönüşürler. Mekân üretmeyi düşünen insan zihni, yine başka bir mekân içindedir. Yani mekân, kişinin zihninde bir kimlik oluşturur.

Örneğin annenin hamilelik sürecinde karnındaki gebelik kesesi, bebeğin anne karnındaki mekânsal dünyasıdır. Gebelik kesesinin içi amniyon sıvısı ile doludur ve bebek doğana kadar gelişimini bu mekânda tamamlar. Bu mekân doğrusal zamanı temsil eder ve her zaman ileri doğru kendini tekrar etmeyen bir olgular zincirinin sonucu olarak insanı üretmiştir. İnsanın ilkel zihinsel mekânı da bu mekânda oluşmuştur. Döngüsel zaman ise günlük hayatta tekrar etmek zorunda kaldığımız olaylar ve olgular zinciridir. Daha önce oluşmuş veya oluşturulmuş yaşadığımız mekânda günlük rutin olarak tekrar ettiğimiz sabah kahvaltısı, akşam yemeği, günün belli saatlerinde uyuma vb. döngüsel zamansal olguları üretirler. Bunlardan doğrusal zaman insanın ilerlemesine gelişmesine çok fazla katkıda bulunan zamansal olgular zinciridir. Döngüsel zaman ise sürekli tekrardan dolayı insanın gelişimine daha az katkıda bulunan zamansal olgular zinciridir.

Dünya üzerinde ise farklı coğrafyalardaki mekanlar ise farklı biçimlerde örgütlenirler. Kamusal mekân topluma ait mekanlardan oluşurken, özel mekanlar ise mahremiyetin mekanlarıdır. Bu mekanların örgütlenmesi ise, maddi hayatları ortaya çıkaracak üretim ilişkilerinin farklı koşullara dayalı olmasıyla farklı biçimlerde görünmesi arasında ilişkisi vardır denilebilir. Mekân stratejiktir ama homojen bir yapı değildir. Mekân, maddi-finans ve mekân-zaman planlamasının buluştuğu yerdir. Bu bağlamlar veya olgular mekânın siyasal olduğunu belirtir. Mekânın siyasal bir yapı olduğunun yansıması sanat, edebiyat, toplumsal sınıflar, sivil toplum kuruluşlar, okullar vs. gibi sosyolojik mekanlardır.

Mekânın edebiyattaki yansımasını şu şekilde görebiliriz. Romanda karakterlerin yaşadığı olaylar mekân da somut veya soyut farklı biçimlerde kendini gösterir. Yazarın zihinsel mekanını içinde yaşadığı siyasal toplumsal-sosyolojik olgular oluşturduğu için, olguların geçtiği mekânı-mekanları karakterlerin ruhsal ve duygusal dünyasıyla birleştirip, okuyucuda olumlu bir etki bırakabileceği gibi olumsuz bir etki de bırakabilir. Romandaki olguya göre, karakterin-karakterlerin mekân üzerinde veya mekânın karakter-karakterlerin üzerinde bıraktığı etkiler okuyucuda ki (romanın akışı karakterler arası diyaloglar mekanlara göre değişiklik gösterir) mekanları algısal olarak açık mekanlar, kapalı mekanlar, büyük, küçük veya alt, üst gibi mekân içinde mekanlar oluşturur. Roman kapalı mekanlar dediğimiz (fabrika, konak, otel, apartman) yapılarda-yerlerde geçiyorsa genelde karakterler arasında karşılıklı diyaloğa çok fazla yer verilmiştir. Romanın akışında karakterler arası diyaloglar (konak, otel, apartman) bu mekanlara göre değişiklik gösterir. Eğer roman açık mekanlarda (semt, mahalle, cadde, sokak vs.) geçiyorsa karakterin içinde bulunduğu sosyolojik-psikolojik durumun yansıması diyaloglarda daha çok kendini gösterir. Burada doğrusal bir zamanın akışını görebiliyoruz. Yani gelişen değişen bir zamanın romanda yansıması.   

Toplumsal sınıflar açısından ise mekân, iktisadi olanı siyasal olana çevirir. Siyasal iktidarlar mekân üretici değildirler. Ama toplumsal-sınıfsal ilişkilerin üretimi ve ortamı olarak mekân siyasal iktidarı üretir. Siyasal İktidarlar kamusal mekanlarda bireylere kendini var olduğu biçimiyle göstermez toplumsal-sınıfsal olarak "mekanların örgütlenmesi" altında saklanarak gösterir. Bu mekanlar iktidara karşı duran her şeyin içini boşaltır ve yok eder. Yine toplumsal sınıflardan biri olan işçi-emekçi sınıfı sadece sınıfsal bir varlık değildir. Endüstri devrimiyle birlikte gelişen kapitalizmin oluşturduğu kentlerin-kent mekanlarının ortaya çıkardığı bir üründür. Kent mekanlarının ürünü olan emekçi sadece mesai saatine göre artı değer üreten, fabrika ile evi arasında gidip gelen, fabrikada çalışıp evine geldiğinde yemek yiyip yatan döngüsel zaman yaşayan bir sınıf değildir. Bu sınıfın toplumsal deneyimleri sadece üretim noktasında tüketilemez. Çünkü bu sınıf sadece fabrika, AVM, hastane, okul vs. ortamında var olmaz kentin bir parçasıdır. Kent kapitalizmi bu sınıfın bireylerini kalabalığın, kirlenmenin, kötü ulaşımın, siyasal yönetimlerin manipülasyonuna maruz kaldığı ve kent metropollerinin bu sınıf üzerinde bıraktığı psikolojik bunalımların kurbanı yapar. Sonuçta kent mekanlarının yarattığı bu bunalım emekçi sınıfı devrimci görüşlere daha açık ve doğrusal zamanları yaşamaya doğru iten bir hale dönüştürür…