Gündem

Mesut Değer: Bugün Rojava ile kurulacak bir diyalog, içeride barış sürecinin yeniden canlanması için bir fırsat olabilir

Eğer Ankara, Rojava ile ilişkilerini resmileştirir, Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözme iradesi gösterirse, çok daha güçlü bir aktör hâline gelir.

Abone Ol

Mesut Değer Independent Türkçe için yazdı: "Rojava, barış süreci ve Türkiye'nin önündeki yol"

Makaleyi yorum katmadan olduğu gibi yayınlıyoruz.

Mesut Değer'in yazısı:

Ortadoğu'da taşların yerinden oynadığı, dengelerin her gün yeniden kurulduğu bir dönemden geçiyoruz.

Suriye sahası, bölgesel ve küresel güçlerin satranç tahtası hâline gelmiş durumda.

Bu tabloda en kritik meselelerden biri Rojava'dır.

Çünkü Rojava yalnızca Suriye'nin bir parçası değildir; Türkiye'nin iç barışıyla, Kürt meselesiyle, hatta Ankara'nın bölgesel vizyonuyla doğrudan bağlantılıdır.

Ortadoğu'nun siyasal haritası, son 10 yılda yaşanan savaşlar, anlaşmalar ve kırılmalarla sürekli yeniden şekilleniyor.

Bugün gelinen noktada Suriye'nin geleceği, Rojava meselesi, İsrail-Suriye yakınlaşması ve bölgedeki güç dengeleri sadece bölgesel aktörlerin değil, küresel siyasetin de en önemli gündem maddeleri arasında yer alıyor.

Türkiye açısından ise bu tablo, hem güvenlik hem de diplomasi bakımından yeni bir yol haritası oluşturmayı zorunlu kılıyor.

Bugünlerde herkesin gözü 30 Eylül sonrasına çevrilmişken, masadaki asıl konu PYD-YPG'nin silah bırakıp bırakmayacağı, SDG'nin Suriye ordusuna katılıp katılmayacağıdır.

Bu mesele, yalnızca Şam'ın ya da Mazlum Kobani'nin kararıyla çözülecek bir dosya değildir.

Ankara'dan Washington'a, Moskova'dan Tel Aviv'e kadar uzanan geniş bir eksen bu süreci yönlendirmektedir.

Suriye sahasında PYD/YPG'nin geleceği tartışmaların merkezinde. ABD'nin bölgede konuşlandırdığı askerler, İsrail'in giderek artan etkisi ve Kürtlerle kurduğu ilişkiler, Rojava'yı sadece bir yerel sorun olmaktan çıkarıp uluslararası bir mesele haline getirdi.

YPG'nin silah bırakması ve SDG'nin Suriye ordusuna katılması yönündeki tartışmalar, Şam yönetimi kadar Ankara için de kritik önemde.

Birleşmiş Milletler kürsüsünde yapılan açıklamalar, Türkiye'nin kırmızı çizgilerini bir kez daha ortaya koydu: PYD/YPG'nin varlığı ve silahlı pozisyonunu sürdürmesi, Ankara için doğrudan bir güvenlik tehdidi olarak değerlendiriliyor.

Ancak YPG cephesinden gelen "Silah bırakmayacağız, gerekirse karşılık veririz" açıklamaları, bu sürecin kolaylıkla ilerlemeyeceğini gösteriyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Bahçeli ve Hakan Fidan'ın açıklamaları oldukça net: YPG silah bırakırsa ve Suriye ordusuna katılırsa bu durum Türkiye için bir tehdit olarak görülecek.

Yani, Ankara açısından mesele, silahların kimin elinde olduğundan çok, o silahların hangi siyasi otoriteye bağlandığıyla ilgilidir.

Buna karşılık Mazlum Kobani ve YPG cephesinden gelen mesajlar sert: Silah bırakmayacağız, saldırı olursa karşılık veririz.

İşin ilginç yanı, bu çıkış sadece Kürt hareketinden değil, Barzani'den ve bölgedeki aşiretlerden de destek buluyor.

Yani, Türkiye'nin karşısında yalnızca YPG değil, daha geniş bir Kürt dayanışması vardır.

İsrail'in Suriye hamlesi

Son dönemde öne çıkan en önemli gelişmelerden biri, İsrail'in Suriye'deki etkisini artırmasıdır.

İsrail, hava sahası kontrolü ve güvenlik garantileri üzerinden Şam ile bir dizi anlaşmaya yönelmiş durumda.

Bu olası yakınlaşma, Türkiye açısından hem fırsat hem de risk barındırıyor.

Zira Suriye-İsrail ilişkilerinde bir normalleşme, Ankara'nın Şam üzerindeki diplomatik etki alanını daraltabilir.

Türkiye'nin bu noktada "Neden ben aynı zeminde Suriye ile masaya oturamıyorum?" sorusunu kendisine sorması kaçınılmazdır.

Rojava ve Türkiye'nin stratejik çıkmazı

Rojava meselesi, Türkiye'nin iç barış süreciyle doğrudan bağlantılıdır.

Kürtlerin Suriye'deki kazanımları, Ankara'nın Kürt politikasını yeniden düşünmesini zorunlu kılmaktadır.

Eğer Türkiye Rojava'yı tamamen dışlayıcı bir çizgide kalırsa, bölgedeki aktörlerin (ABD, İsrail, hatta Barzani yönetimi) YPG üzerindeki etkisi daha da artacak ve Ankara sahadan tamamen dışlanabilecektir.

Tam da bu noktada, Türkiye'nin Rojava ile ilişkilerini yeniden ele alması elzemdir.

Bu, mevcut güvenlik kaygılarını yok saymak anlamına gelmez. Ancak Rojava ile resmi temas kanalları açmak, taleplerini dinlemek, sahada yeni bir denge kurmak, Türkiye'nin uzun vadeli çıkarları açısından daha gerçekçi bir yaklaşımdır.

Çünkü süreçte gözden kaçırılmaması gereken bir diğer başlık İsrail'in rolüdür.

İsrail, uzun yıllardır Suriye'nin güneyinde güvenlik kuşağı oluşturmak için çalışıyor.

Bugün masada konuşulan gizli-açık anlaşmalar, Suriye hava sahasının fiilen ikiye bölünmesi ve İsrail'in güvenliğini tehdit edecek her türlü oluşumun engellenmesi üzerine kurulmuş durumda.

Bu tablo, Türkiye için önemli sorular doğuruyor.

Eğer Şam ile Tel Aviv arasında bir yakınlaşma gerçekleşirse, Ankara'nın Suriye üzerindeki etkisi ciddi biçimde azalacaktır.

Cumhurbaşkanının BM kürsüsündeki konuşmasında hissettirdiği "Ortadoğu'nun hamisi benim" vurgusu işte bu kaygıyla ilgilidir.

Türkiye'nin çıkmazı

Ankara, yıllardır Rojava'ya karşı sert bir pozisyon aldı.

Ancak bu siyaset, bölgede Türkiye'yi yalnızlaştırma riskini taşıyor.

Çünkü ABD askerleri Rojava'da varlık gösteriyor, İsrail Kürtlerle ilişkilerini güçlendiriyor, Barzani ve aşiretler YPG'ye destek veriyor.

Türkiye bu tabloyu tamamen dışarıdan izleyemez.

Rojava'yı yok saymak, sahadaki gerçeği inkâr etmektir.

Bugün Suriye'nin kuzeyinde fiilen bir özerklik vardır ve bu durumun yarın ortadan kalkması pek mümkün görünmüyor.

Ankara'nın yapması gereken, bu gerçeği kabullenmek ve güvenlik kaygılarını koruyarak diplomatik kanallar açmaktır.

Barış sürecine dönüş mümkün mü?

Hatırlayalım:

2013-2015 arasında Türkiye, tarihin en önemli adımlarından birini attı.

Çözüm süreci ile birlikte silahlar sustu, siyaset ön plana çıktı.

Elbette süreç yarım kaldı ve büyük kırılmalar yaşandı.

Ama o dönem bize şunu gösterdi: Türkiye isterse, Kürt meselesi diyalog yoluyla çözülebilir.

Bugün Rojava ile kurulacak bir diyalog, içeride barış sürecinin yeniden canlanması için bir fırsat olabilir.

Mazlum Kobani'nin ya da bölgedeki diğer Kürt temsilcilerinin Türkiye'ye davet edilmesi, devletin güçlü ve özgüvenli tavrını gösterecektir.

Aksi takdirde, Kürt meselesi sürekli dış güçlerin elinde bir koz olarak kullanılmaya devam edecektir.

Yeni bir stratejiye ihtiyaç var

Türkiye'nin önünde birkaç seçenek var:

  1. Sert çizgiyi korumak: YPG'yi her koşulda tehdit görmek, askeri müdahaleyi gündemde tutmak. Bu yol kısa vadede güçlü görünse de uzun vadede yalnızlaştırıcıdır.
  2. Şam ile diyalog: Suriye yönetimiyle yeniden masaya oturmak, İsrail-Suriye yakınlaşmasının dışında kalmamak.
  3. Rojava ile resmi temas: Güvenlik kaygılarını gözeterek Rojava'nın taleplerini dinlemek, karşılıklı bir yol haritası çıkarmak.
  4. Barış sürecine dönüş: İç barışı yeniden gündeme almak, Kürt meselesini silah yerine siyasetle çözmek.

Bence Türkiye'nin geleceği, üçüncü ve dördüncü maddelerde gizlidir.

Sert politikalar bugüne kadar sonuç vermedi.

Ankara, güçlü bir devlet olduğunu sahada olduğu kadar masada da gösterebilir.

Son söz

Ortadoğu'da hiçbir şey kalıcı değildir.

Bugün düşman olan yarın dost olabilir, bugün masada olmayan yarın başköşeye oturabilir.

Suriye'de, Rojava'da ve bölgenin genelinde dengeler sürekli değişiyor.

Türkiye bu değişimin dışında kalamaz.

Eğer Ankara, Rojava ile ilişkilerini resmileştirir, Kürt sorununu barışçıl yöntemlerle çözme iradesi gösterirse, hem içeride hem dışarıda çok daha güçlü bir aktör hâline gelir.

Aksi halde çatışmalar, krizler ve yalnızlaşma bizi bekler.

Türkiye'nin önünde açık bir yol ayrımı var:

Ya barışı seçecek, ya da aynı kısır döngüyü sürdürmeye devam edecek.