Kuzey Ormanları Savunması, Levent’te inşaatı tamamlanıp 12 Mayıs’ta açılan Barbaros Hayrettin Paşa Cami hakkında şunu sordu: Camiye güzel bir bahçe yapmak yerine betona, mermere boğmak neden? Ağaçların altında, kuş sesleriyle dolu yemyeşil bir cami bahçesinde oturmanın ne kadar huzurlu olduğunu da mı unuttunuz?

Henüz unutmadık ama iki nedenden ötürü “bahçeyi” unutturmaya çalışıyor iktidar. Birincisi, son yirmi yılda yapılan, restore edilen ve dönüştürülen camilerdeki mekânsal düzenlemeler, insanların dinlenebilmesine veya birlikte vakit geçirebilmesine olanak sağlamıyor. Bilinçsizlikten ya da liyakatsizlikten yapılmıyor bu; planlı ve sistemli. Fatih Cami’nin hayli eleştirilen restorasyonunda “camiye zarar veriyorlardı” gerekçesiyle katledilen ağaçları hatırlayalım. Camilerin yapılma, restore edilme ve dönüştürülme amacı, insanların kuş seslerini dinleyerek bahçesinde oturması, piknik yapması, dinlenmesi, pahalı kafelerde tüketime mecbur kalmadan kitap okuması, birlikte vakit geçirmesi değil ki. Bin bir çeşit sesin birbirine karışmasıdır bahçe. Ama camilerde duyulması arzulanan tek ses hutbe, vaaz ve miting. Son yirmi yılda Ataşehir Mimar Sinan (TOKİ iştiraki Emlak Konut), Çamlıca (sahibi Erdoğan’ın lise arkadaşı olan Gür Yapı), Taksim (Sur Yapı) ve Barbaros (ASL İnşaat) gibi mega camiler şehrin kilit noktalarına dikilirken Ayasofya ve Kariye’nin de müze statüsü hazfedildi. Erdoğan’ın tabiriyle bu camiler “birbirlerine verilmiş selamlar” olarak inşa ediliyor/ açılıyor:

Taksim Cami’ni bir süre önce yeniden ibadete açtığımız Ayasofya Cami Kebiri’ne verilen bir selam, yarın ulaşacağımız İstanbul’un fethinin 568. yıldönümüne bir hediye olarak görüyorum. …Son dönemde Büyük Çamlıca Cami’nin tamamlanması ve Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasının ardından İstanbul’a kazandırdığımız bu üçüncü önemli manevi mirasın asırlar boyunca şehrimizi bir kandil gibi ışıtacağına inanıyorum. İnşallah bu arada hızla bir eserimiz daha yükseliyor o da evet, Barbaros Bulvarı üzerinde Barbaros Hayrettin Paşa Camii’ni inşa ediyoruz.

Mezkûr camiler Erdoğan’ın politik gündeminin bir uzantısı olarak güç, zafer ve intikam üzerine dur durak bilmeden konuştuğu yerler. Hakeza beş yıllık restorasyondan geçen Sultanahmet Cami’de Erdoğan Ramazan Bayram’ında genel seçimler için miting düzenleyerek açılış yaptı:

Ata yadigârı eserleri korumak, kollamak, ihya etmek, yaşatmak, bizim en başa gelen görevimizdir. 14 Mayıs’a kadar gece gündüz çalışacağız ve onları siyasi mevta hâline getireceğiz. Terör örgütüyle el ele olanlardan başka bir şey beklenebilir mi? Öyleyse 14 Mayıs bunların sonu olmalı. Bunun için hükûmetlerimiz döneminde sınırlarımız içindeki ve dışındaki binlerce ecdat emaneti esere biz sahip çıktık. Her birini yeniledik. Ayağa kaldırdık. Vakıflarımıza ait eserleri amaçlarına uygun şekilde tekrar hizmete sunduk. İnşallah önümüzdeki dönemde de bu çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Gerek içeride gerek yurt dışında bütün bu eserleri ihya edeceğiz. Bakın şimdi Ayasofya’nın bile minarelerini ele aldık. Onları bile ihya ediyoruz. İnşa ediyoruz. Neden? Sadece Ayasofya’daki o olumsuz mührü kazıyıp atmak yetmez dedik. Onu hallettik. 86 yıl sonra açtık. Ama şimdi de inşa çalışmalarımıza devam edeceğiz.

Erdoğan’ın bahsettiği “inşa ve ihya” ile aslında söz konusu olan, Osmanlı’dan tevarüs edildiği sanılan namevcut bir siyasi gücün camilerde teşhiridir. Arapça, “diriltme”, “yeniden canlandırma” manasına geliyor ihya. İnşaat operasyonu ve restorasyon, “inşa ve ihya” olarak İsevi bir mucize gibi sunulduğunda camilerin inşa ve ihyasını yaptıran kişi de tanrısal bir kimliğe kavuşup kutsanıyor. Böylece kutsal mekânda bulunmakla kutsal kişiyi memnun etmek birbirinin koşulu gibi sunuluyor; Sultanahmet Cami’nde vakit ya da Barbaros Cami’nde cuma namazı kılmakla AKP liderine oy vermek birbirini gerektiren eylemlermiş gibi. Bu ikisini birbirinden ayırt edenler hatta ayırt edilmesi gerektiğini savunanlar da “devletin karşısında yer alanlar” olarak damgalanıyor. İhya ve inşa politikasıyla “devlet-mabet-şirket” ortaklığında Allah’a ibadet etmekle AKP liderine oy vermek arasındaki sınır yok ediliyor.

En son Ayasofya mitinginde bu sınırın izâlesine tanık olduk. meclis başkanı, İstanbul valisi, emniyet müdürü ve bakanları da yanına katan Erdoğan seçim programını Ayasofya’da akşam 6’da başlayan propaganda yasağını ihlal ederek sonlandırdı. Düşman mahfillere karşı tetikte olmaları için müminleri (mücahitleri) uyararak. Ki buna dayanarak fanatik bir AKP’li gazeteci, çok affedersiniz adı lügatimde küfürdür, bir oy Ayasofya’ya bir o başörtüsüne diyerek oy kullandı. Gerçekten de Ayasofya’ya atılan her oy için siyasi ve ekonomik olarak geri beslenecekler var.

Bahçelerin sistemli bir şekilde ilgasının ikinci nedeni, kadınların varlığından duyulan rahatsızlık; camilerde kadınların sesinin duyulmaması; görüntüsünün silinmesi icap ediyor. Bu yüzden de dış mekânın birlikte oturup vakit geçirilebilecek bir bahçeden ziyade göze hitap eden peyzaj olarak düzenlenmesi gerekiyor. Devinim, piknik, uzanma, kadın, erkek, çocuk, herkesin birlikte vakit geçirebilmesi demek bahçe ki bu da Diyanet’in onaylamadığı ve şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde vekilleri bulunan köktendincilerin rahatsızlık duyduğu bir konu.

Sözgelimi Süleymaniye’nin bahçesi kadınların ve çocukların hareket etme özgürlüklerinin tadını çıkardığı bir yer ama bu devinim, caminin içine girildiğinde nerede, nasıl davranılacağını; cinsiyetlerin nasıl ayrışacağını; ne giyileceğini; nasıl konuşulacağını; ne zaman susulacağını belirleyen ve bu belirlenmiş kurallara sıkı sıkıya bağlı olanlar tarafından eleştirilip kısıtlanmaya çalışılıyor. Diyanet Süleymaniye’den yola çıkarak camilerde hareket özgürlüğünün kısıtlanması ve gerektiğinde kolluk kuvvetlerinin camiye çağırılması için 4 Mayıs’ta bir bildirge gönderdi.

Üç yıl evvel Süleymaniye Cami karşısındaki genç bir esnafa buraya kadınların katılımı hakkında ne düşündüğünü sorduğumda genel olarak kadınların camilere gelmesinden rahatsız olduğunu söyleyerek konuyu İstanbul Sözleşmesi’ne ve Milli Görüş’e getirdi:

Bir bayanın camiye gitmesi onun işi değil. Bunun bir adım ötesi beraber namaz kılmak ve kadınların namaz kıldırması. Buna gerek yok, bu, light, ılımlı İslam’dır. Buna hizmet etmeye gerek yok. Kadınların camiye gelmesi diye bir görevi yok. Fitne çıkarılmasın diye bu böyle söyleniyor. Yani kadınlar gelmesin diyen imam bu yüzden diyor. Kadınların işi değil. Kadın cinayetlerinin artmasının nedeni İstanbul sözleşmesidir. Kadın koruyacağını bildiği için karakola mahkemeye gidip beyanda bulunuyor. Erkek sinirlenip şiddete başvuruyor, bu ülkede adalet yok. Arkadaşımız kendi evine giremiyor, karısını dövmüş diye. Aç bir toplum önce başkasını sonra kendini yer. Adam çocuğuna çanta alamadı diye intihar etti. Bunun iki nedeni var birinci nedeni İstanbul sözleşmesi, ikinci nedeni ekonomi programı. Tek çare: Milli Görüş [Konuşma bu grubun gündemi üzerinden ilerliyor, ajanda maddelerinde uzlaşamazlarsa iktidar partisine oy vermeyeceklerini söylüyor.]

Konu kadınların camiye katılımından (burada geçen şekilde katılmaması gerektiğinden) Milli Görüş’e nasıl mı geldi? Bu çevrelerde mezmum görülür kadınların camiye gitmesi, bedenleri “fitne”yle özdeşleştirildiğinden mekruh sayılır hatta. İlaveten burada olduğu gibi, “kadının camiye gelmesi diye bir görevi yok” denir. Zira başlıca iki görev vardır: Terbiye-i etfal (çocuk bakımı ve eğitimi) ve idare-i beytiyye (ev idaresi). Osmanlı aydınlarının elinden aşina olduğumuz bu kavramlara Cumhuriyet, ilke ve inkılaplarının taşıyıcısı kadının kamusal alanda cinsiyetsizleştirilmesini eklemişti. Köktendincilerse kadınları kamusal alandan silip özel alana kapatarak Atwood’un meşhur ifadesiyle damızlıklara çevirmek ister. Son kertede bu kavramlarla kadınlara bedenleri üzerinden yüklenen toplumsal ve mekânsal sınırlamalar ve ücretsiz emek işleri camiye gitmelerine engel teşkil eder. Bu yüzden habaset ittifakıyla vekilleri meclise giren YRP ve HÜDA PAR mensupları camileri, sadece ev işleriyle meşgul olması ve çocuk doğurması gereken kadınlardan temizlemeyi hedefliyor. KADEM camilerin kadınlardan yana iyileştirilmesini hedeflediği “Camiler Hepimizin” projesi için bir çalıştay düzenledi. Çalıştaya dair yaptığı sosyal medya paylaşımlarına ise mezkûr gruplar tehdit ve saldırı içerikli yorumlar yağdırdı.

KADEM gibi iktidar yanlısı ve kadınlara dair talepleri her alanda asgari düzeyde olan bir dernek bile “İktidarımızda sizi de kapatacağız; kadının camiye gelmesi teşvik edilmemiştir; biri çıkıp şu KADEM’e dur demeyecek mi artık yeter; fitne zamanında kadınların ibadet yeri evleridir; siz önce evde beş vakit namaz kılın; Osmanlı’yı hürriyet diye yıktılar aileyi de hürriyet diye yıkacaklar; camiyi ve cemaati düşünmek sizin işiniz değil; kadın her alanda diye diye aileyi bitirdiniz; camileri böyle karışık hale getirmek istiyorsunuz biliyoruz Allah hesabını soracak” gibi yorumlarla fitne ve bozgunculukla suçlandı.

Bütün dünyası, huri arzusu üzerine kurulu olan güruh sadece öbür dünyanın önemli olduğunu serdederek bu dünyada eşitsiz bir düzeni savunuyor ki böylece kendi menfaatlerini ve tahakküm araçlarını koruyabilsin. Kamusal alanda öne çıkan KADEM ve Cumhur ittifakının destekçisi kadınlarsa hakları aleyhine kararlar alıp hayatlarını etkileyen ve onları kamusal alandan silmeyi planlayan ittifaka sadakatle bağlı. Erkek egemen düzenin ateşine mütemadiyen odun taşıyorlar. Muhtemelen birçoğumuzun aklının alamayacağı çıkarlarını korumak uğruna. Kadınların sesini, görüntüsünü varlığını kamusal alandan silmek isteyen cumhur ittifakına kadınsız camiler lütfen.

Ama Konca Kuriş’in işkenceyle katlinin sorumluluğunu üstlenmiş Türkiye Hizbullah’ının varisi HÜDA PAR’ı meclise taşıyan şer ittifakının kadınlara, haklarına ve özgürlüklerine duydukları hınç, ikrah ve gayza karşı bir de Konca’nın mirası var. Konca Kuriş kadınların cenaze ve bayram namazlarına katılmalarını da savunan muhtelif açıklamalarından sonra dönemin köktendincileri tarafından tehdit ediliyordu. Vasiyetinde kadınların cenaze namazına ön saflarda katılmalarını isterken ölümünü bilfiil kadın hareketine ve direnişine adıyordu. Bu mirasın varisi kadınlara hangi camiyi kapatabilirsiniz!

İktidar camilerde sadece hutbe, vaaz ve miting (eko olarak da mücahitlerin tekbir) seslerinin duyulmasını istediğinden bahçeleri, bin bir çeşit sesi ve devinimi, kadınların hareket etme alanını izale etmeye çalışıyor; Süleymaniye gibi hala mevcut olan tarihi camilerdeyse bildirgelerle denetim altına almaya. Fakat kutsal mekânları topyekûn denetlemek imkânsızdır. Camiden, avluya, avludan bahçeye doğru davranış kuralları esner, resmi kutsal mekânın kuralları askıya alınır. Terhip, hürmet ve taassuba dayalı bedensel ve mekânsal sınırlamalar ihlal edilir. Kadınlar her zaman bulur çatlakları, bahçesine de sızar caminin, avlusunu da sahnına da.

 / 18 Mayıs 2023

Kaynakça

Konca Kuriş: “Kadınlar Sahip Çıktı”, Milliyet, 24 Ocak 2000, s. 14.

Kavram Takibi İçin Bakınız

İhya: Ceylan Erdem (2021) “İhyanın Alegorisi: Politik Söylemler Uğruna Araçsallaştırılan Rekonstrüksiyonların Eleştirisi İçin Beş Kavram Önerisi”, Mimarist 72, 75-89.

Fitne: Mahmood Saba (2005) Politics of Piety: the Islamic Revival and the Feminist Subject, Princeton, Princeton University.

Fitne: Katz, Marion Holmes (2014) Women in the Mosque: A History of Legal Thought and Social Practice, New York: Columbia University.

Ana görsel. Kadınlar Camilerde oluşumu 14 Mayıs 2019’da Süleymaniye Camii bahçesinde geleneksel iftar buluşmasında.

Editör: Haber Merkezi