1960 yılı 25 Kasım'ında Dominik Cumhuriyeti'nin kuzey bölgesinde bir uçurumun dibinde üç kadının cesedi bulundu. Bunlar Mirabel kız kardeşlerdi. Dominik Cumhuriyetinde 1930'da ülke yönetimini ele geçiren Rafael Trujillo diktatörlük yönetimi 1960 yılı 25 Kasım'ında Mirabel Kardeşler olarak tanınan ve diktatörlüğe karşı özgürlük mücadelesi yürüten üç kız kardeş Patria, Minerva ve Maria Teresa'yı kendisine bağlı bir çeteyi devreye sokup kaçırdı ve Mirabel kız kardeşler tecavüze uğrayarak katledildi. 1981 yılında Dominik'te toplanan Latin Amerika Kadın Kurultayı'nda 25 Kasım, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Uluslararası Dayanışma Günü” olarak kabul edildi. 1999 yılına gelindiğinde ise Birleşmiş Milletler 25 Kasım'ı 'Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü' olarak ilan etti. 

1999 yılından bu yana kadına yönelik şiddete karşı hiçbir politika geliştirilmezken, kendini sürekli yeniden üreten erkek egemenliği bugün kadınların haklarına emeğine, bedenine dönük saldırılarını da arttırıyor. Kadınlar evde, sokakta, yaşamın her alanında şiddet tehdidi altında yaşamlarını sürdürürken siyasal iktidarın kadına yönelik şiddeti önlemek yerine şiddeti arttıran politikaları ile karşı karşıya kalıyoruz. Son on ay içerisinde 337 kadın katledildi, 190 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. AKP- MHP iktidar bloku tekçi, gerici, militarist, cinsiyetçi ve homofobik temelde oluşturmayı tasarladığı yeni toplumsal düzenin inşası için kadın kazanımlarını hedefe alan düzenlemelere hız vererek erkek devlet şiddetini her gün yeniden üreten politikaları hızla hayata geçiriyor. 
İstanbul Sözleşmesi'nin bir gece yarısı kararıyla iptal edilmesi şiddet faillerini cesaretlendirirken, mücadeleyle elde edilen tüm kazanımları ortadan kaldırmak için iktidar adeta kadınlara savaş ilan etmiş durumda. Her ay onlarca kadın koruma kararına rağmen katledilirken, 6284 sayılı yasa uygulanmıyor, hatta yasanın sağladığı haklar kısıtlanmaya çalışılıyor. 6284 sayılı yasanın hedefe konulması ile eril yargının cezasızlık politikaları kadına yönelik şiddeti, tacizi, tecavüzü ve kadın cinayetlerini arttırıyor. İktidar bu saldırılarla biz kadınların hayatına kastederek, bedenimizi, emeğimizi ve kimliğimizi tahakküm altına almaya çalışıyor. Erkek yargı her fırsatta kadın katillerine iyi hal ve haksız tahrik indirimi için gerekçe bulmaktan geri durmuyor.

Ataerkil kapitalizm, yaşamımız ve kazanımlarımıza dönük saldırıları arttırarak muhafazakâr toplumu bedenimiz üzerinden inşa etmek istiyor. Bizleri eve, aileye, kocaya, babaya ait 'makbul' kadınlar olmaya, kariyerimizi annelik olarak tanımlamaya çalışıyor. Sosyal destek adı altında kadınlara yapılacak barınma yardımını en az üç çocuk doğurma koşuluna bağlıyor. Bakım sorumluluklarıyla birlikte ev içinde artan iş yükümüz cinsiyetçi iş bölümünü derinleştirirken kadınları koruyan ve güçlendiren uygulamalar yerine esnek çalışma modeliyle bizleri düşük ücretlerle güvencesiz, örgütsüz çalıştırmaya mahkûm etmenin ücretli-ücretsiz emeğimizi daha da değersizleştirmenin yollarını aranıyor.

Tam da böylesi bir süreçte Maria Teresa Mirabel'in “ Belki de bize en yakın şey ölüm, fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz.” sözünü hatırlayarak, dünyanın dört bir yanında Mirabel Kardeşlerin mirasını devralan kadınlar her türden baskıcı, faşizan yönetimlere karşı direniş geleneğine sahip çıkıyor. 

İran'ın Tahran kentinde baş örtüsünü “İslami kurallara” göre takmadığı gerekçesiyle “ahlak polisi” tarafından gözaltına alınıp, ardından işkenceyle katledilen Jina Amini için kadınlar öncülüğünde başlayan ve daha sonra rejim karşıtlığına dönüşen eylemler tüm dünyaya dalga dalga yayıldı. İranlı kadınların, başörtüsü dayatması başta olmak üzere, “şeriat kuralları” adı altında yaşamlarına müdahale eden erkek egemenliğine karşı yürüttüğü mücadele, bu gün dünyanın her yerinde kadın düşmanı faşist rejimlere karşı yürütülen mücadelelerin sembolü haline geldi. Kadınlar İran'da "Bizi zorla kendi cennetinize götüremezsiniz" diyerek sokakları isyan alanlarına çevirdi. Arjantin'de “bir kişi daha eksilmeyeceğiz" diyerek adliye binasını ateşe verdi. Kürtaj yasaklarına karşı Polonya'da, ABD'de 'benim bedenim benim kararım' diyerek isyanı büyüttü. "İstanbul Sözleşmesi bizimdir! Demekten asla vazgeçmedi.

Biz kadınlar, coğrafyalara göre biçim değiştirse de şiddetin aynı sistemden beslendiğinin farkındayız. Sınırları aşan dayanışmamızın gücü de buradan geliyor. Tarihsel süreç içerisinde kadınların özgürlük ve yaşam hakkı mücadelesine yönelik tüm faşist rejimlerin baskı ve zor yöntemleriyle yaptıkları müdahaleler karşısında dayanışmamızı sınırları aşarak büyüttük, bugünde dalga dalga yayılan eşitlik ve özgürlük mücadelemizi baskılara, kadın katliamlarına, savaşlara, yoksulluğa, militarizme, homofobiye, doğa ve yaşam alanlarımızın talanına karşı büyütme zamanı. Dayanışmanın gücüyle çoğalacağımızı, eşit ve özgür bir toplumu kadınların inşa edeceğini biliyoruz. Emeğimize, bedenimize, kimliğimize, yaşamlarımıza ve birbirimize daha fazla sahip çıkarak sözümüzü ve örgütlülüğümüzü büyüterek her birlikte öreceğiz yeni yaşamı. Yeter ki kirpiğimiz yere düşmesin hiçbir zaman…

Simge Yardım
Eğitim Sen MYK Üyesi/Merkez Kadın Sekreteri

Editör: Haber Merkezi