Maltepe Belediyesi, “Yeni Yüzyılda Yeni Bir Vizyon İçin Gel Fikrini Söyle” sloganıyla Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nde 21 Haziran 2023 tarihinde Maltepe Kent Çalıştayı düzenledi.
Çalıştayın açılış konuşmasını yapan ve üçüncü dönem adaylığı için çalışmalarına başladığını açıklayan Belediye Başkanı Ali Kılıç, “Bu çalıştayla 2024’ün Yerel Yönetimler Bildirgesi’ni sizlerle birlikte hazırlayacağız. Daha yaşanabilir, çağdaş ve vizyoner Maltepe’yi yaratmak için çalışmalarımıza ‘dayatan değil danışan belediyecilik anlayışı’yla yön vereceğiz” dedi.
TMMOB adına Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz ve Yönetim Kurulu Üyesi Cevahir Efe Akçelik de çalıltaya katkı sundu.
Çalıştayda TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz şöyle konuştu:
"Değerli Belediye Başkanım, Değerli Hocalarım, Değerli Misafirler
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu anlamlı etkinliği düzenleyerek kentsel sorunları tartışmamıza zemin sağlayan Maltepe Belediyemize teşekkür ediyorum.
Dokuz ay sonra gerçekleştirilecek yerel seçimler öncesinde bu gibi etkinlikleri, bu konulardaki tartışmaları çoğaltmamız gerekiyor.
Geride bıraktığımız seçimlerden de biliyoruz ki mevcut siyasal iktidar seçim süreçlerini ülke sorunlarının, halkın ihtiyaçlarının konuşulmadığı bir propaganda dönemine dönüştürmek konusunda çok hünerli.
Koskoca bir seçim sürecinde ne ekonomik krizi, ne yüz yüze olduğumuz sorunları konuşabildik. Aylar boyunca iktidar tarafından yaratılan kirli propagandayla baş etmeye çalışıldı.
Yerel seçimlerin de benzer bir dezenformasyon bombardımanının gölgesi altında geçmesine izin veremeyiz.
Çünkü hepimiz biliyoruz ki bütün şehirlerimizin alt yapıdan ulaşıma, yapı güvenliğinden yeşil alanlara kadar her alanda büyük sorunları var.
Geçtiğimiz Şubat ayında yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremler şehirlerimizin mevcut durumunun yetersizliğini, hazırlıksızlığını en çıplaklığıyla, en acımasızlığıyla gösterdi.
Binlerce yurttaşımız yaşamını yitirdi, kentler yerle bir oldu, depremden etkilenen üç ilimiz neredeyse haritadan silinerek hayalet şehirlere dönüştü.
Ülkemiz topraklarının oldukça büyük bir bölümünün deprem kuşakları üzerinde yer aldığı gerçeği hepimizin malumu. Ancak yine hepimiz biliyoruz ki ne yapılar depreme uygun ne de denetimler depreme göre yapılıyor.
Özellikle afetlere hazırlıklı olmayan kentlerin, orada yaşayan insanlar için nasıl büyük tehditler yarattığını bir kez daha sarsıcı biçimde deneyimledik.
Bütün bu sorunların çözümünü ortak akılla ve bilimsel yolları takip ederek bulabiliriz. Bugün Maltepe Belediyesinin yaptığı bu çalışmanın benzerini tüm illerimizin, büyük şehirlerdeki bütün ilçelerimizin yapması gerekiyor.
TMMOB olarak bizler de yerel seçim sürecinde İl Koordinasyon Kurullarımıza tüm illerde kent sempozyumlarının toplanması, kentlerin sorunlarının ve çözüm önerilerinin yerel yönetimlerle, bilim insanlarıyla, üniversitelerle birlikte konuşulması çağrısında bulunduk.
Değerli Arkadaşlar,
Oturumumuzun başlığı olan “Kentleşme, Planlama ve Kalkınma” konuları TMMOB olarak bizim ve bağlı odalarımızın kuruluşumuzdan itibaren en fazla önem verdiğimiz, üzerine en çok düşündüğümüz konuların başında geliyor.
Hepinizin bildiği gibi bu üçlünün temelini oluşturan “planlama” mühendis, mimar ve şehir plancılığı meslek disiplinlerinin ortak faaliyetlerinden birisidir.
Planlama, belirli bir amaca ulaşabilmek için gerekli faaliyetler hakkındaki düşünme sürecidir. Bu süreç ise yaşanabileceklere ve ihtiyaçlara dair öngörüye dayanır.
Hayal gücü ve bilimin buluşmasıyla ortaya çıkan bu öngörüler, insan evriminin, medeniyetin ve modernleşme sürecinin temelinde yatar.
Kendi geleceği üzerine düşünmek, kendi başına gelebilecekler üzerine fikir yürütmek ve buna uygun hazırlıklar yapmak insanlığı diğer canlılardan ayıran temel unsurlardan biridir.
Bu anlamıyla planlama, geçmişin birikimiyle ortaya çıkan bugünü, yarınlara bilimle ve bilinçle bağlama etkinliğidir.
Cumhuriyetimizin ilk yüz yılında “planlama fikri”nin ve “kalkınma ideali”nin özel bir yeri bulunmaktadır.
Cumhuriyet daha ilan edilmeden toplanan İzmir İktisat Kongresi, Türkiye’nin kalkınması için iktisadi faaliyetin hangi temeller üzerinden işlemesi gerektiği yönündeki ilk sistematik çalışma olarak tarihe geçmiştir.
Ülkedeki ekonomik altyapısı ve dünya konjonktürü nedeniyle kongrede benimsenen özel teşebbüsü geliştirme anlayışı başarılı olamamıştır.
Dünya çapında yaşanan 1929 Krizi sonrasında Sovyetler Birliği’nin de etkisiyle benimsenen “planlama” fikri, 1930’lu yıllarda atılan sanayileşme adımlarının temelini oluşturmuştur.
Beş yıllık sanayileşme planlarıyla birlikte kamu girişimciliği-kamu işletmeciliği fikri bu dönemde hayata geçirilerek, 90’lı yıllardan bugüne kadar sağcı iktidarların satmakla bitiremediği KİT’ler bu dönemde kuruldu.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin kapitalist devletlerle kurduğu siyasal ve ekonomik ilişki, “kalkınma” idealinin korunduğu ama “planlama” düşüncesinin terk edildiği bir dönemin başlamasına neden olmuştur.
Planlamanın yeniden bir devlet politikası haline gelmesi ise 1960 sonrasındadır. 1962 yılından itibaren benimsenen planlı kalkınma anlayışı, ülkemizin ekonomisini yeni bir rotaya sokmuştur.
Devlet Planlama Teşkilatı tarafından hazırlanan 5’er yıllık planlar, sadece devlet yatırımları için değil, özel teşebbüs için de yönlendirici olmuştur.
Hepinizin bildiği gibi 12 Eylül sonrası dönemde kalkınma planları devam etti ama 1960’lı yıllardaki toplumsal kalkınma anlayışı tamamen terk edildi.
Neoliberal politikaların egemen olduğu bu dönemin yeni modası “özelleştirme”, “kuralsızlaştırma” ve “ticarileştirme” gibi kavramlardı.
Bütün bunların anlamı, 1930’lardan itibaren ülkede yaratılan tüm zenginliklerin, tüm yatırımların özel sektöre devriydi. Kamu girişimciliği ve işletmeciliği anlayışının, bir anlamıyla da aslında toplumsal kalkınma kaygısının bir kenara bırakılmasıydı.
Biraz iddialı olsa şunu söylemek mümkün, neoliberal politikalar aslında cumhuriyet ideallerinin terk edilmesiydi.
Neoliberal politikalarla geçen 30 yılı aşkın zaman diliminde görüyoruz ki, ekonomik alanda cumhuriyetin halkçı, kalkınmacı ideallerinden vazgeçmek, sosyal ve siyasal alanda da cumhuriyet ideallerinden uzaklaşmayı beraberinde getirmiştir.
Buradan anlamamız gereken şey, kalkınma anlayışının basit bir ekonomik tercih değil, bir toplumsal gelecek tasarımı olduğu gerçeğidir.
Bugün karşı karşıya geldiğimiz baskıcı, piyasacı, laiklik ve bilimsel düşünce karşıtı tek adam rejimi de bir anlamıyla toplumsal kalkınma anlayışının terk edilmesinin sonuçlarından biridir.
Değerli Konuklar,
Toplumun ortak çıkarlarını gözetmeyen, bütüncül bir kalkınma hedefini taşımayan bu anlayış hepimizin yaşamını sandığımızdan çok daha olumsuz etkiliyor.
Bunu özellikle yerel yönetimlerde ve kentleşme politikalarında gözlemleyebiliyoruz.
Oysa ki, sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir kentler kurmak ve yaşanabilir çevre oluşturmak Devletin anayasal görevlerinden biridir.
Bugün kentlerimize baktığımızda, barınma, altyapı, ulaşım, enerji, sağlık, eğitim, kültür ve çevre, konularında sorunlar bulunmaktadır. Dahası kentlerimiz, deprem, sel, heyelan ve yangın gibi afetlere de hazırlıklı değildir.
Bu durum bugüne kadar izlenen, toplumsal çıkarları göz ardı eden ve insan yaşamını hiçe sayan kentleşme politikalarının yetersizliğinin en açık göstergesidir.
Türkiye’de çarpık yapılaşma ve plansız kentleşmenin önlenmesine karşı hiçbir somut adım atılmadığı gibi afet ve risk maskesiyle ülke topraklarımız, hiçbir kurala ve koşula bağlı olmaksızın ranta açılıyor.
“Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun” ülkemizin bir deprem ülkesi olduğu ve niteliksiz yapı stokuna sahip olduğu gerçeği üzerine değil, rant temelinde kentlerin yapılaşmasının bir aracı olarak şekillendirildi. “Afet riski”, rant aktarımının gerekçesi haline dönüştürüldü.
Özellikle son 15 yıldır, imalat sanayiinden/üretimden neredeyse vazgeçildi. Ülke ekonomisi arazi rantı üzerine temellendirildi. İnşaat sektörü de bu temelin odağına yerleştirildi.
Ülke topraklarının tamamının, ormanlar, yaylalar, meralar, milli parklar ayrımı gözetmeksizin arsa olarak değerlendirildiği rant ekonomisinin egemen olduğu bir süreç yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz.
Tüm uyarılarımıza rağmen bütüncül planlamanın benimsenmemiş olması, denetimsizlik, yanlış arazi kullanım politikaları, kaçak yapılaşma ve imar aflarıyla bugüne kadar geldik.
Bugün içinde yaşadığımız kentlerin mekânsal ve çevresel bağlamda, niteliksiz yapılaşmasının, sağlıksız büyümesinin ardında; piyasa güçlerinin kent ölçeğinde tek egemen olduğu siyasal zeminin yaratılması ve sadece arazi rantına endekslenmiş bir kent ekonomisi anlayışı bulunmaktadır.
Kent parçalarının, “kentsel dönüşüm” adı altında, içinde yaşayanlardan bağımsız, yeni imar hakları verilerek sermaye çevrelerine pazarlanması, özelleştirilmesi, satılması ya da tahsis edilmesi belli kesimler için ‘köşe dönme’ aracı haline getirilmiştir.
Bu düzen sadece kentlerin deprem riskini büyütmüyor, sağlıklı bir kentleşme anlayışını da dinamitliyor. Bu anlayışın ortaya çıkardığı sürekli ve plansız büyüme, teknik altyapı hizmetlerinin ve sosyal-kültürel olanakların yetersizliği gibi sonuçlar doğurmaktadır. Kentlerdeki bu yetersizlikler, gelir eşitsizliğini, sosyal kutuplaşmayı, mekânsal ayrışmayı, kentsel gerimi arttırmıştır.
Temel kentsel altyapı hizmetlerinin piyasalaştırılması ve ticarileştirilmesi nedeniyle kentlerde yaşayanların önemli bir kısmı barınma, eğitim, sağlık ve beslenme gibi temel haklardan yeterince faydalanamıyor.
Emekçilerin, yoksulların ve ezilenlerin sosyal, ekonomik ve siyasal yaşamdan tümüyle dışlandığı yıkıcı bir ortamda yoksulluk ve yoksunluk giderek derinleşiyor.
Özellikle ortak yaşam ve kentlilik bilinci geliştirilememiş, kentsel yaşam ve aktiviteler sadece ekonomik ilişkilere indirgenmiş durumda.
Kentlerde lüks konut alanlarının, alışveriş merkezlerinin yaygınlaşması kentleri bir arada tutan unsurları ve ortak kullanım alanlarını ortadan kaldırıyor.
Kentler, giderek artan biçimde bütünlüğünü yitirerek birbirinden bağımsız ve ilişkisiz parçacıklara bölünmekte, varsıl ve yoksul kesimler arası ayrışma ve uzaklaşma fiziksel mekana da yansımaktadır.
Herkesin sadece kendisi gibi düşünenlerle, sadece kendisi gibi yaşayanlarla temas ettiği, toplumun farklı kesimleri arasında görünmez duvarların örüldüğü bir ülkede yaşıyoruz.
Son yıllarda sokak röportajlarına bu kadar ilgi göstermemiz, sokak röportajlarında konuşulanlara bu kadar şaşırmamız bu sosyal ayrışmadan kaynaklanıyor. Gündelik hayatımızda yüz yüze gelmediğimiz bir gerçekliği röportajlarda görerek anlamaya çalışıyoruz.
Değerli Konuklar,
Görüldüğü gibi gündelik hayatta yaşadığımız, deneyimlediğimiz her şey aslında siyasal iktidar tarafından hayata geçirilen politikaların birer yansımaları.
Yıllarca uygulanan rant temelli politikalar nedeniyle üretimi, yatırımı, sanayileşmeyi, bilimi, teknolojiyi, mühendisi, insanı dışlayan bir ekonomik yapı doğdu. Bugün yaşadığımız yüksek enflasyon, kronik işsizlik, zamlar ve yüksek döviz kurları yanlış ekonomik tercihlerin ürünüdür.
Toplumsal hayatın kuralsız, denetimsiz bir şekilde sermaye kesimlerinin ve piyasanın insafına teslim edildiği neoliberal politika ve uygulamalardan ivedilikle vazgeçilmesi gerekiyor.
Egemenlerin sermaye çıkarlarına endeksli ekonomik-politik dayatmalarına karşı halkın ortak çıkarını, kamusal olanı önceleyen bir anlayışı hakim hale getirmemiz gerekiyor.
Çünkü bu sınırsız ve denetimsiz rant düzeni ve yağma anlayışı sadece ekonomik değerlerin ve imtiyazların belirli kesimler elinde toplanmasıyla sınırlı kalmıyor.
Rantiyeye dayalı kentleşme ve yapılaşma uygulamaları nedeniyle depremlere kaşı savunmasız hale geliyoruz.
Kamusal varlıklarımızın özelleştirilmesi nedeniyle ekonomik krizlere karşı savunmasız hale geliyoruz. Sağlık ve sosyal güvenlik alanındaki özelleştirme politikaları nedeniyle salgınlara karşı savunmasız hale geliyoruz.
Kar hırsı nedeniyle alınmayan tedbirler nedeniyle iş cinayetlerine, işyeri felaketlerine karşı savunmasız hale geliyoruz.
TMMOB olarak bizler 1970’li yıllardan beri mesleki çıkarlarımızı toplumsal çıkarlardan ayrı görmeyen bir anlayışı savunuyoruz. Sahip olduğumuz bilimsel ve teknik aklı, sömürgenlerin değil halkın çıkarları için kullanmayı şiar olarak benimsedik.
Yurttaşlarımızın insanca yaşaması için bilim ve teknolojideki tüm gelişmelere adapte olmayı, bilim ve teknolojiden beslenen ve onu besleyerek büyüten bir mesleki çizgiyi benimsiyoruz.
Bu nedenle bize göre planlama ve kalkınma konuları, toplum yararının esas alındığı bir sanayileşme ile birlikte sağlık, eğitim, gelir-bölüşüm politikaları ve çevresel yaşanabilirlik ile birlikte tanımlanmalıdır.
Sorunlarımızın çözümü için ülkemiz stratejik ön görüyle tüm alanlarda ve tüm sektörlerde kendi ulusal politikalarımız hayata geçirilmelidir. Bilim ve teknolojide yetkinleşmeli ve bunu ülke ölçeğinde toplumsal ekonomik faydaya dönüştürmeli ve bu amaçla ulusal bir strateji belirlemelidir.
Son 30 yılda uygulanan neoliberal politikalarla harap edilen ekonomik ve sosyal yapı, kamusal bir anlayışla yeniden ayağa kaldırılmalıdır. Doğaya ve insan yaşamına saygı gösteren bir anlayışla sanayileşme, kalkınma ve üretim benimsenmelidir.
Topraklarımız, yer altı ve yer üstü kaynaklarımız, mühendislerimiz ve emekçilerimiz çok uluslu şirketlerin kasaları için değil, ülkemizin ve toplumumuzun gelişmesi için seferber edilmelidir.
Sevgili katılımcılar,
TMMOB olarak bizler, kentlerimizde var olan sorunların aşılması, sağlıklı kentsel çevrelerin oluşturulması ve kentsel yaşam kalitesinin iyileştirilmesi için kent halkının, emek ve meslek örgütlerinin demokratik katılımını ve denetimini sağlayacak bir anlayışın geliştirilmesini, öncelikli ve temel gereklilik olarak görmekteyiz.
Bunu gerçekleştirebilmenin yollarından biri de “toplumcu demokratik ve halkçı bir yerel yönetim” anlayışına sahip yerel yönetimlerin oluşturulmasıdır.
Katılımcılığın önünü açan, toplumun değişik kesimlerine, karar alma, uygulama ve denetleme süreçlerinde söz hakkı tanıyan politika ve uygulamaların hayata geçirilmesidir.
Buradan bir kez daha dile getirmek isterim ki, kentlerin sahibi o kentte yaşayan halktır,kente dair her türlü kararlar da kentlilerin katılımcısı olduğu demokratik süreçler işletilerek alınmalıdır.
Maltepe belediyesi tarafından düzenlenen bu etkinliğin kentlerimizin sorunlarına yönelik önemli bir fikri birikim yaratacağına olan inancımla hepinizi bir kez daha sevgi, saygı ve dostlukla selamlıyorum.
Sempozyumun başarılı biçimde geçmesini diliyorum İnsanların aç ve yoksul yaşamadığı, eşit adil bir ülke ve dünya özlemi ile TMMOB Yönetim kurulu adına sevgi ve selamlarımı sunuyorum."