“Demem o ki ülkemizde kötülüklerin müsebbibi sosyalistler değildir. Tersine nispi kazanımlar –sık sık askıya da alınsa da...

“Demem o ki ülkemizde kötülüklerin müsebbibi sosyalistler değildir. Tersine nispi kazanımlar –sık sık askıya da alınsa da - demokratik haklar adına ne varsa, dolaylı ya da dolaysız olarak solcuların mücadelesi sonucu kazanılmıştır. Tüm kuşak devrimcilerin olduğu gibi 78’lilerin de bu kazanımlarda payı büyüktür. Sanatta da öyle. 12 Eylül’den sonra sermaye sınıfının ve devletin el ele uyguladığı sansür politikalarına en önde göğüs geren, gerçeği yazan, çizen, oynayan, söyleyen, besteleyen sanatçılar 68’liler, 78’liler ve onların mirasçıları arasından çıkmıştır.“

Adil Okay

78’LİLER KADAR TAŞ DÜŞSÜN KAFANIZA ! *

Sözel kültürden yazılı kültüre geçişi 6 bin yıl önce yazının icadıyla başlatabiliriz. Elbette yazılı kültür, sözel kültürü tamamıyla yok edemedi. Bu gün aşıklar, dengbej’ler gibi hâlâ sözel kültürün sürdürücüleri var. Ancak özellikle son iki yüzyılda hayatın her alanına nüfuz eden başat kültürün, yazılı kültür olduğunu söyleyebiliriz. Peki internetin icadından sonra yazılı kültür başkalaşım geçirdi mi? Bu soruya “göreceli olarak evet” yanıtını verebiliriz. Zira sözlü ve yazılı kültür halen yaşamakla birlikte yeni bir kültür ortaya çıktı: “Görsel kültür”. Belki “yeni” demek doğru değil. Sanat tarihçileri “görsel kültürü” internetin yaygınlaşmasından önceye götürebilir. Özellikle fotoğrafın icadından ve fotoğrafın medya ile kurduğu güçlü ilişkiden sonra “görsel kültür” önem kazandı. Ve internet üzerinden “Sosyal paylaşım ağları” ile iyice günlük yaşantımıza girdi.

Erken kaybettiğimiz Dr. Özgür Uçkan kendisiyle yapılan bir söyleşide bu gelişmeyi şöyle özetliyordu: “İnternet halka açılalı beri, askerin elinden çıkıp, sivil dünyaya geçtikten sonra çok hızlı bir şekilde gelişti. (…)İnternet aslında başından beri sadece sosyalleşme aracı değil. Bir muhalefet aracı, örgütlenme aracı. Bunun ilk örneklerini biz, Dünya Ticaret Örgütü’nün 1998’de Seattle’daki toplantısında, küreselleşme karşıtı hareketlerin patlama yaptığı dönemde gördük. Göstericiler sadece telefon ve internet üzerinden organize oldular. Filipinlerde devlet başkanı gitsin diye bir milyon SMS gönderildi. Bu eylem dünyanın en büyük elektronik eylemi olarak tarihe geçti. Zapatistalar bunu çok yerinde kullandılar. Milislerin yaptığı köylü katliamlarını internet üzerinden haber yaptıkları için, birkaç saat içinde Meksika hükümeti özür dileyip milisleri yakalamak zorunda kaldı.

Özgür Uçkan’ın belirttiği gibi İnternetin yararları yok sayılamaz.

Ancak sosyal paylaşım ağlarının yararları yanı sıra bir de insanları atıl hale getirmesinden söz etmek gerekiyor. Bir haberi-yazıyı-fotoğrafı ‘beğen’erek, ‘tweet’ atarak rahatlayan, “görevimi yaptım” duygusuna kapılarak sokaklara çıkmayan insanların sayısı az değil. Yürüyüş korteji geçerken balkondan el sallanmasına, zafer işareti yapılmasına benzetiyorum ben bu tavrı. Teknolojik gelişmeye arkaik düşünce silsilesiyle karşı duracak değilim. En başta iletişim sorunu olan insanlar internet sayesinde dış dünyaya açıldı. “Gerçekler” tekel olmaktan çıktığı gibi sorgulanmaya başlandı. Derken sokak muhalefeti, eylem çağrıları ve örgütlenme bu ağlar sayesinde kolaylaştı. Tabi arada yalancı “peygamberler”, “hoca”lar bu ağlardan yararlansa da, “yararı” zararından fazla demek durumundayız.

Sosyal Paylaşım Ağları Tembellik yaratabiliyor

Sosyal paylaşım ağlarında türeyen bu “hoca”lardan, “çok bilmişler”den bazıları kimi zaman öyle uçuyorlar ki akıl sır ermiyor. Okumayayım diyorum ama en olmadık yerde karşıma çıkıyor yazıları. Ciddi bir makale okuyacağım sanıp açıyorum bir sayfayı, bakıyorum yine ya bir dedikodu ya da sübjektif bir karalama yazısı. Gündemlerinde başkası yok. Varsa yoksa 78’liler. Ülkedeki karanlığın müsebbibi olarak 78 kuşağından devrimcileri gösterdikleri izlenimine kapılıyorum. Bir dönem yaşanan, bazı sol grupların yaptığı vahim, kimi zaman trajik sonuçlar doğuran yanlışları tekrar tekrar yazıp duruyorlar. Ama onların bıraktıkları mirasın iyi yanlarını yok sayıyorlar. Mesela 12 Eylül rejiminin (ve/veya AKP iktidarının) suç bilançosunu hatırlatmak yerine sosyalist devrimcilerin, yurtseverlerin –çoğu çeyrek yüzyıl önce yapılmış- hatalarını sıralayıp duruyorlar. Ben de doğal olarak niyeti sorguluyorum.

(Not bu yazı koronavirüs salgını başlamadan önce yazılmıştı. 78’lilere saldırıyı alışkanlık haline getiren aynı kişiler, bu salgının müsebbibi olarak da 78’lileri göstermeye başlarlarsa şaşırmamak gerekir.)

Evet, bizim ülkemizde de eski solcuların birçoğu yoruldu kenara çekildi ya da saf değiştirdi. Bizim ülkemizdeki gelişmeler dünyanın pek çok coğrafyasına benzer seyir izledi. Örneğin Latin Amerika gerilla liderlerinin birçoğu bu gün neoliberal politikaları savunuyorlar. Kimisi düzene uyup milletvekili oldu kimisi de tüccar. Ama bizde olduğu gibi o coğrafyalarda da ayakta kalan, devrimci mücadeleye devam eden yüz binlerce insan var. Onları da görmek gerekir.

Eleştiri haktır. Görevdir. Yapıcı eleştiri karşıdakine yarar sağlar. Ama “yıllar yıllar önce sen şunu yaptın, diğeri bunu yaptı, 78’liler 30 yıl önce bu hatayı yaptı, sizin yüzünüzden ülke bu hale geldi…” gibi sığ yaklaşımlar, açıktır ki bu gün hiçbir şey yapmayan insanlara, pasifizme, teslimiyete ideolojik kılıf oluyor. Üstelik bu paylaşımları yapanların “başı ağrımıyor”. Haklarında soruşturma açılmıyor. Diğer yandan 78 kuşağının yani 1970’li yıllarda başlayan 1980 faşist darbesine kadar süren o devrimci kabarışta yer alan yüz binlerin homojen olmadığını, taşıdıkları kültürün kaynağını görmezden geliyorlar. Bu kuşakta yer alan birçok devrimci henüz feodal değer yargılarının, din kültürünün, cemaat yaşamının etkisinden kurtulamamıştı. Bu konuda çok yazıldı, çizildi, araştırmalar yapıldı.

Gerçeği yazan, çizen, oynayan, söyleyen, besteleyen sanatçılar kimler?

Demem o ki ülkemizde kötülüklerin müsebbibi sosyalistler değildir. Tersine nispi kazanımlar –sık sık askıya da alınsa - demokratik haklar adına ne varsa dolaylı ya da dolaysız olarak solcuların (sol – sosyalist – yurtsever) mücadelesi sonucu kazanılmıştır. Tüm kuşak devrimcilerin olduğu gibi 78’lilerin de bu kazanımlarda payı büyüktür. Sanatta da öyle. 12 Eylül’den sonra sermaye sınıfının ve devletin el ele uyguladığı sansür politikalarına en önde göğüs geren, gerçeği yazan, çizen, oynayan, söyleyen, besteleyen sanatçılar genellikle 68’liler, 78’liler ve onların mirasçıları arasından çıkmıştır.

Velhasıl solun -gerçek anlamda solun- bu ülkede hiçbir zaman iktidar olmadığını tekrar hatırlatmak istedim. Sol içinde mikro iktidarların yaptığı hataları eleştirelim. Konu açılır, geçmişe dair de yorum / eleştiri yapılır tamam ama esas oğlanı, asıl suçluyu, kapitalist devleti ve tabiatla insanı tahrip etmede büyük payı olan sermaye sınıfını işaret etmeyi unutmayalım.  Dönen, tüccarlaşan veya karanlık ilişkiler içine giren eski devrimciler vardır. Dünyanın her yerinde olduğu gibi. Bu inişli çıkışlı bir süreçtir. Ama bu örnekleri genelleştirmek kötü niyet değilse bile en hafif değimle cahillik değil midir?  Biraz da ayakta kalan, dik duran, az çok hâlâ toplumsal mücadele içinde yerini alan, yazan, çizen, konuşan, yürüyen 78’lileri örnek gösterin. Paylaşımlarınız herkese açık yapıp gösterin. Onlardan feyz alın. 12 Eylül’ün üzerinden silindir gibi geçtiği, yaraladığı, kanattığı, bir ömür travmalarla yaşamaya mahkûm ettiği bir kuşaktan söz ediyoruz. Özlem Delikanlı’nın dediği gibi:

“Etkilediği insan sayısı, dönem boyunca ve sonrasında yarattığı baskı ve şiddet sebebiyle 12 Eylül darbesi, dünya üzerindeki benzerleri arasında en yıkıcı etkiye sahip olanlardan bir tanesi. Sarmal yapısı nedeniyle sadece muhalif politik öznenin kendisini değil, ailesiyle beraber çevresini de ciddi şekilde etkilemiş ve pek çok hayatın yönünü ve şeklini belirlemiş bir darbe. Aradan geçen otuz sekiz yıla rağmen, acımasızlığına maruz kalmış insanların üstünde ruhsal ve hatta fiziksel tahribatlarını görmeye devam ettiğimiz bir şiddet. Yaşadıklarını anlatanları bugün bile ‘ağlatmayı başarmış’ bir travma. Bu müzmin travmatik şiddeti sebebiyle de 12 Eylül’le olan derdimiz son bulmuyor.”

“Söylemde devrimci, kamusalda olağan, özelde olağan şüpheli”

Sayıları az da olsa – eksikliklerine, zaaflarına rağmen- canla başla yazan, konuşan, yürüyen 78’lilerin umudunu kırmayalım. Demek istediğim ne kendi gücümüzü abartalım, ne de, ‘Ah vah yenildik, bu halk bizi sattı, solcular da dağıldı, birbirlerini yediler, ne yapsak boşa, ara sıra yaptıkları basın açıklamalarında bile bir avuçlar’ gibi saygısız, ağlak, teslimiyetçi yaklaşımlara prim verelim. (Bu söylemlerin sahiplerinin arasında, farkında olmadan bu karalama kampanyasına destek veren, özünde iyi niyetli, naif insanların da olduğunu söylemem gerekiyor.)

A’dan Z’ye tüm sosyalist grupları, partileri, sendikaları, yayın organlarını, Demokratik Kitle Örgütlerini, “STK”ları eleştirebiliriz. Ben de eleştiriyorum. Hatta Güney Dergisinde yayınlanan bir yazımda “Sarı sendikalar gibi, sarı çevreciler, sarı STK’lar çoğaldı” diye yazdım. Nedenlerini de açıkladım. Ancak eleştirirken alternatif göstermek ve ona uygun yaşam pratiği sergilemek daha etik olur. Dikkate alınır. Ama bu işaret ettiğim kesim, hep üstenci dille diye akıl veriyor. Daha doğrusu sosyal paylaşım ağlarında akıl verdiğini sanıp tatmin oluyor. Birkaç yüz kişi de alkışladı mı tamam. Dünyayı o yazılarına “beğen”i yapan üç beş kişiden ibaret sanıyorlar. Günlük hayatlarında ise o verdikleri “aklı” kullanmıyorlar.

Tam da Ayşe Düzkan’ın “Söylemde devrimci, kamusalda olağan, özelde olağan şüpheli” adlı yazısında değindiği gibi:

“Son yıllarda, bazen gerçek hayatta, bazen sanal ortamlarda, doğru bulduğu fikirleriyle koca bir sendikayı örgütlese hak edeceği kadar övünenleri görüyor ve şaşırıyorum. Herkes kendi fikrini doğru buluyor zaten, bunda bu kadar övünecek, “sağlam duruş” falan gibi şişinmelere layık görülecek bir şey olamaz. Bu işin bir yanı. Ama bence daha önemlisi şu; özel olan politiktir. Yani mesele hangi fikirleri savunduğunuz, ne kadar sağlam durduğunuz değil, bir birey olarak özel hayatınızda ve tabii kamusal alanda nasıl hareket ettiğinizdir.(…) Müdür, orta düzey yönetici, ustabaşı olarak çalıştığınız işyerinizdeki hiyerarşinin sizden aşağıdaki basamaklarında yer alanlara nasıl davranıyorsunuz? Onlarla ilişkinizi o hiyerarşi mi yoksa dayanışma mı belirliyor? (biliyorum, bazen zor olur ama o zorluğa çare bulmayan neoliberalizm karşıtı fikirleriniz ne işimize yarayacak?) kimsenin ekmeğiyle, onuruyla oynamadan ekmeğinizi kazanabiliyor musunuz? Hizmet sektöründe çalışan emekçilere, banka memurlarına, garsonlara, temizlikçilere nasıl davranıyorsunuz? Herhangi bir eğitim kurumunda, akademide öğretme işiyle meşgulseniz, öğrencilerinize nasıl davranıyorsunuz? Tabii ki ırkçı değilsiniz ama acaba lehçe şakası yapıyor musunuz? Siyasetle ilginiz fikirlerinizi savunma seviyesinde mi yoksa bir işin ucundan tutuyor musunuz? Siyasi faaliyetler sırasında, düzenin size sağladığı avantajlardan yararlanıyor musunuz? Siyasi hayatı düzenlerken bu türden hiyerarşileri dışarıda bırakacak önlemleriniz var mı?

Ayşe hanımın sorularını işi gücü 78’lileri eleştirmek olan “sosyal medya kalemşorlarına”na, dedikoduyla yatıp kalkan “ben bilirim”cilere yöneltiyorum.

 

Peki biz dinozor muyuz?

Peki biz. Bir avuç muyuz? Dinozor muyuz? Eyvallah. Bana bunu diyebilirsiniz. Ama önlerinde ceketimi iliklediğim Cumartesi Anneleri’ne bir avuç diyebilir miyiz? O “bir avuç”, devletin gözaltında kaybettiği- katlettiği, mezarları bile bulunamayan binlerce insanı ve o insanların yüz binleri bulan aile bireylerini temsil ediyor. 777 haftadır soğuğa, sıcağa, polis baskısına direnen o Annelere kim destek oluyor biliyor musunuz? Oturduğu yerden hep bardağın boş tarafını gösterip, umutsuzluk yayanlar değil, tersine bu kesimin küçümsediği devrimciler. 78’liler, 90’lılar, 2000’liler.

Sadece bu örnekten bile yola çıkarak biraz vefa gösterin deme hakkımız var.

Sonsöz

15 Yıl önce kaleme aldığım “78’liler ve umut” adlı yazımdan bir alıntı yapıp bitiriyorum diyeceklerimi.

“Bizi, ailemizi, hatta aynı soyadına sahip diye uzak akrabalarımızı bile mağdur eden bu canavarlar güruhunun, işkencecilerin, tetikçilerin ve onları azmettiren siyasi iktidarların, sadece kamu vicdanında değil mahkemelerde de yargılanmaları için çaba harcamalıyız.

Umudu canlı tutmalı, farklılıklarımıza rağmen “özgürlük – eşitlik” şiarında,  asgari müştereklerinde bir araya gelmeliyiz…”


https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2019/12/08/12-eylulun-sozlu-tarihi/

Adil Okay, “Tabiatın çığlığı” ve ekolojik talana karşı ne yapmalı ? Güney Dergisi, s.

https://www.artigercek.com/yazarlar/ayse-duzkan/soylemde-devrimci-kamusalda-olagan-ozelde-olagan-supheli

 http://bianet.org/bianet/siyaset/56434-78liler-ve-umudu-canli-tutmak