GÖÇMEN KADINLAR  Dünya üzerinde çitlemeler başladıktan, sonra yani özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla çatı...

GÖÇMEN KADINLAR
 Dünya üzerinde çitlemeler başladıktan, sonra yani özel mülkiyetin ortaya çıkmasıyla çatışmalar ve savaşlar son bulmadı, bulmuyor.   Bu savaş ve çatışmalar en çok kadınları ve çocukları vurdu, vuruyor. Savaşın yıkıcı etkileri, kadınların yaşamında tecavüz, taciz, seks kölesi olma gibi vahşet olarak deneyimleniyor. Suriyede 2011 yılında başlayan savaş ve çatışmalar Birleşmiş Milletler verilerine göre 5.600.000 civarında insanın ülkeyi terk etmesine neden olmuş.

 Ülkemize  Suriye'den 3.600.000 civarında mülteci göçü yaşanmış. Bu rakamın yaklaşık yarısı kadınlardan oluşuyor.Birleşmiş Milletler dünya ölçeğinde Cenevre Sözleşmesiyle birlikte bir mülteci tanımı yapmış ve çeşitli politikalarla destek sağlamaya çalışmakta. Ülkemiz açısından ise Cenevre Sözleşmesi 'Coğrafi kısıtlama' konularak imzalanmış, buna göre Avrupa dışı ülkelerden gelenlerin görece yüksek statüye işaret eden 'Mülteci' statüsü alması mümkün değil. Suriyeden gelenler bu sebeple 'Geçici Sığınmacı' statüsünde yer alıyorlar.

Ülkemiz 2014 yılında Göç İdaresi Genel Müdürlüğü kursada sadece 64.048 kişi kamplarda kalmakda, geri kalan 3.523.218 kişi  kiraladıkları evler, harabeler, yıkıntılar ve sokaklarda kalmaktalar. Savaş ve çatışmalar nasıl önce kadınları vuruyorsa, mültecilik zorunlu göçde en çok kadınları etkiliyor. Kamplarda eğitim, sağlık günlük yiyecek ısınma gibi ihtiyaçlar karşılanırken dışarda kalanlar için aynı tespiti yapmak pek mümkün görünmüyor. Kadınların temel sağlık haklarından yoksunluğunun yaşam hakkını tehdit eder nitelikde olduğunu tahmin etmek çok zor olmasa gerek.

Yapılan araştırmalar, göçün, mülteci veya sığınmacı kadınları cinsel saldırıya, tacize ve  tecavüze açık hale getirdiğini gösteriyor. 
Ülkemizde geçici sığınmacı olan mülteci kadınların yaşadığı problemler 'yetkili kişiler tarafından cinsel saldırı', 'düşük ücretle esnek ve güvencesiz çalışma', 'kız çocuklarının erken yaşta evlilikleri', 'kuma olarak yapılan evlilikler', 'aile içi şiddet' sayılabilir. Aile içi şiddet  hem evli olarak gelen mülteci kadınları hem de gelinen ülkede evlenen kadınları vuruyor. Mülteci kadınlar, dilini bilmedikleri ülkelerde, şiddeti bildirmekte hem zorlanıyorlar hem de eşlerinin  konumuna zarar verecekleri kaygısı ile haber vermeyi tercih etmiyorlar. Gelinen ülkenin, dilini bilmemek kadınlar için kamusal yaşama katılım için en önemli engellerden birisi oluyor.

Mülteci ya da Sığınmacı kadınların insan haklarına erişimi yetkili kişilerin insafına terk edilmiş oluyor. Bu durum çoğunlukla kadınların kaynaklara erişimde güçlükler yaşamasına neden oluyor. Hayatta kalmak  kaynaklara ulaşmak veyahut  sınırları geçmek için cinsel ilişkiye zorlanmak kadınların en çok karşılaştığı şiddet biçimleri. Dünya ölçeğinde Birleşmiş Milletler güvencesiyle   kadın göçmenleri güçlendirmeye yönelik çalışmalar yapılıyorsada ülkemizde herhangi bir güvence söz konusu değil.

Oysa 2011 yılında ' Toplumsal Cinsiyete dayalı şiddetin mülteci kadınlar bakımından bir zulüm olarak açıkca tanınması İstabul Sözleşmesiyle gerçekleşmiştir.
İstabul Sözleşmesinin uygulanması sığınmacı kadınların korunması açısından da önem arzetmektedir. İstanbul Sözleşmesinin uygulanması için hep birlikte mücadele etmek, biz kadınlar için göçmen kızkardeşlerimizle dayanışma açısından en önemli görevlerden biri olarak görünüyor. 8 Mart haftası biterken Türkiye kadın hareketinin, savaşlara karşı barıştan yana olduğunuda teslim edelim. Savaşsız çatışmasız günlerin yaşamsallığına olan inancımızla sözümü bitirelim sevgiyle dayanışmayla kalın.