Lozan söyleşimizin ilk bölümünde Kurtuluş Savaşı öncesi durumu ve Lozan’a giden süreci konuşmuştuk. En son olarak Lozan’da Türkiye’yi kimlerin temsil edeceğini konuşmuştuk. Artık Lozan sürecine geldik. Söyleşimizin ikinci bölümde alınan kararlar ve tartışmalı maddeleri konuşacağız. İlk sorumuzla başlıyoruz:
Hilal Bal: Lozan'da neler oldu?
İbrahim İslam: Lozan görüşmeleri iki devre, yani iki aşamada tamamlandı.
Birinci aşama görüşmeler, 20 Kasım 1922'de başladı ve 4 Şubat 1923'e kadar, yani yaklaşık iki buçuk ay sürdü.
İkinci devre görüşmeler ise 23 Nisan 1923'te başladı ve 24 Temmuz 1923'e kadar, yani üç ay devam etti.
Toplamda sekiz aylık bir süre içinde, beş buçuk aylık yoğun bir görüşme süreci yaşanmış oldu. Türk heyeti, İsmet Paşa başkanlığında Rıza Nur ve Hasan Saka'dan oluşuyordu.
Görüşmelere doğrudan taraf olan ülkeler; İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı (Yugoslavya) idi. Ayrıca, Boğazlar konusunda Sovyetler Birliği ve Bulgaristan katılırken, yerleşme ve ticaret konularında Belçika ve Portekiz de görüşmelere dahil oldular. Amerika Birleşik Devletleri ise temsilcileriyle gözlemci olarak bulundu.
Hilal Bal: Görüşmeler nasıl devam etti?
İbrahim İslam: Görüşmeler, üç ana komisyona ayrılarak yürütüldü:
Ülke Sınırları ve Boğazlar Komisyonu: Bu komisyonun başkanlığını İngiltere üstlendi.
Türkiye'deki Yabancılar ve Kapitülasyonlar Komisyonu: Başkanlığını İtalya yaptı.
Ekonomik, Parasal İşler ve Osmanlı Borçları Komisyonu: Bu komisyonun başkanlığını ise Fransa yürüttü.
Türk heyetinin başkanı İsmet Paşa, bu komisyonlardan en az birinin başkanının Türk olmasını, diğerlerinin ise başkan yardımcılıklarını Türklerin üstlenmesini talep etti. Ancak bu talepler reddedildi
LOZAN’DA ALINAN KARARLAR:
Hilal Bal: Neler konuşuldu? Alınan kararlar nelerdi?
İbrahim İslam: Lozan'da görüşülen başlıca konular şunlardı:
Sınırlar ve Boğazlar Meselesi: Bu, en sıkıntılı konulardan biriydi. Özellikle Musul-Kerkük, Hatay ve Boğazlar başlıkları öne çıktı. Kısmen amaçlara ulaşıldı. Boğazlar için askersizleştirilmiş bir bölge ve uluslararası bir Boğazlar Komisyonu yönetimi kabul edildi; ancak 1936 Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile tam egemenlik sağlandı.
Kapitülasyonlar: Tümüyle ve koşulsuz olarak reddedildi. Düyun-u Umumiye'nin varlığına son verildi. 5 yıllık bir geçiş süreci ön görüldü. Türkiye'nin kıyılarında Kabotaj hakkı tanındı ve bu hak, geçiş süreci içerisinde 1926 yılında uygulamaya konuldu.
Osmanlı borçları: Osmanlı Devleti'nin borçları, bağımsızlıklarını kazanan devletlere paylaştırılarak kabul edildi. Borçların yaklaşık üçte ikisi Türkiye'ye, geri kalanı ise Mısır, Yunanistan, Bulgaristan gibi diğer devletlere dağıtıldı.
Azınlık hakları ve yabancı okullar: Haklar, sadece Müslüman olmayan topluluklar için tanındı. Yabancı okullar konusunda ise tüm okullar Türk Millî Eğitim Bakanlığı kontrolüne verildi, çoğu kapatıldı kalanlar da bu kontrol altında faaliyet gösterdi.
Hilal Bal: Sanırım Kürt sorunu da tam olarak bu maddeyle ilgili. Gazi Üniversitesi’nden Doç. Dr. Fuat Uçar’ın bununla ilgili iki makalesi var (linkini paylaşacağım). Kürtler, azınlıkların yani Ermeni, Rum ve Yahudilerin haklarını kendilerine de uygulanması gerektiğini savunuyor. İtirazları bu yöndeydi: Azınlıklara göre sayıca daha fazla nüfusa sahip olmalarına rağmen, Kürtler için bu hakların tanınmamış olması. Aslında şöyle bir durum da var Kürt nüfusunun yoğun olduğu bölge, sınırların çizilmesiyle parçalanıyor; bu nüfus İran, Irak, Suriye ve Türkiye arasında dağılıyor böylece İşte Kürt sorunu da bu çelişkiyle birlikte günümüze kadar taşınıyor.
İbrahim İslam: II. Meşrutiyet Döneminde bazı Kürt yayın organları ortaya çıkmıştı. Sonra da Kürt Teali Cemiyeti kuruldu. Sevr Antlaşması'yla Hakkâri civarında özerk bir Kürt bölgesinin kurulması amaçlanıyordu. Fakat Kurtuluş Savaşı öncesinde Erzurum ve Sivas kongreleri ile TBMM'de Kürt temsilcilerin yer almasıyla Kürtler Kurtuluş Savaşı'na destek verdi. Lozan'da İsmet Paşa, hem Türklerin hem de Kürtlerin temsilcisi olduklarını açıkça ifade etti. Lozan'da Kürt meselesi özel olarak tartışılmadı ve Kürtler ayrı bir halk veya unsur olarak tanımlanmadı. Bunun temel nedeni, Müslüman ahali için bir azınlık hakkı tanımlanmamasıydı. Kürtler, anayasal alanda eşit vatandaşlardı. Kurucu ve eşit vatandaş olarak tanımlanan Kürtlerin, kendilerini azınlık konumuna düşürmeleri akılcı bir politika değildi.
Hilal Bal: Dönemin şartları… Başka hangi kararlar var?
İbrahim İslam: Ermeni konusu: Ermeni talepleri tümüyle reddedildi diğer devletlerde bunu kabul ettiler
Savaş tazminatı: Karşılıklı tazminat talepleri vardı. Diğer devletlerin talepleri reddedilirken, Türkiye'nin Yunanistan'dan savaş tazminatı talebine karşılık, Meriç Nehri'nin batısındaki Karaağaç bölgesi Türkiye'ye verildi.
Nüfus mübadelesi: Batı Trakya Türkleri ile İstanbul Rumları hariç olmak üzere, Yunanistan ile bir mübadele anlaşması imzalandı. 1923'te başlayan bu süreçte, yaklaşık 1,5 milyon insan Anadolu'dan Yunanistan'a, yaklaşık 500.000 insan da Yunanistan'dan Anadolu'ya göç ettirildi.
Genel af: Taraflar, ülkelerinde savaş suçlarına yönelik genel af ilan etti. Türkiye bu genel affı kabul etmekle beraber, '150'likler Grubu' olarak bilinen, savaş döneminde işbirliği yaptığı düşünülen 150 kişiyi af kapsamı dışında bıraktı.
Hilal Bal: Bunlar kimlerdi?
İbrahim İslam: Yurt dışına sürgün edilen kişilerdir. Bunlar arasında Sevr antlaşmasını imza edenler; Rıza Tevfik, Reşat Halis ve Hadi Paşa, Çerkez Ethem ve kardeşleri, Mustafa Sabri (eski Şeyhülislam); Kuvâ-yi İnzibatiye üyeleri ve Sait Molla, Refik Halit, Ali Kemal gibi gazeteciler vardı
Hilal Bal: Kıbrıs ve Adalar konusunu da merak ediyorum. Kıbrıs ve Adalar Lozan Antlaşması ile mi kaybedildi yoksa Osmanlı döneminde zaten kaybedilmiş miydi?
İbrahim İslam: Balkan Savaşları sonucunda Ege Adaları Yunanistan tarafından işgal edilmişti. Rodos ve On İki Adalar durumu ise biraz farklı. Muğla ve Antalya açıklarında yer alan bu adalar, orada yaşayan 10 haneden seçilen birer kişi olmak üzere 12 kişilik bir heyet tarafından yönetiliyordu. Osmanlılar bu adalara Menteşe Adaları derlerdi. Bu adalar, Trablusgarp Savaşı sırasında İtalya tarafından işgal edilmişti. 1912 Uşi (Ouchy) Antlaşması ile adaların Osmanlı Devleti'ne ait olduğu kabul edilse de İtalya'nın işgali geçici bir süre için onaylanmıştı. Ancak Balkan ve I. Dünya Savaşları sırasında İtalya'nın işgaline karşı herhangi bir önlem alınamadı. Lozan'da ise galip devletlerin desteğini alan İtalya, bu adaların hukuki olarak da sahibi oldu. Kıbrıs ise ayrı bir konuydu. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında İngiltere'ye üs olarak verilmişti. İngiltere burada kalıcı bir egemenlik kurdu ve 1914'te adayı kendi topraklarına kattığını ilan etti. Lozan Antlaşması'yla da Kıbrıs'taki İngiliz egemenliği resmen kabul edildi.
Aslında Kıbrıs ve adalar konusu, tam olarak istediğimiz gibi sonuçlanmadı. Yine de İmroz (Gökçeada) ve Bozcaada'yı geri alabildik. Ayrıca, kıyılarımıza 3 milden daha uzak olmayan adalar da Türkiye'ye bırakıldı.
LOZAN’IN TBMM’DE KONUŞULMASI VE İTİRAZLAR
Hilal Bal: Lozan Antlaşması, sekiz aylık görüşmeler sürecinde ve sonrasında TBMM'de ve nasıl bir karşılık buldu?
İbrahim İslam: Lozan görüşmelerinin birinci aşaması sonunda Türk heyeti Türkiye'ye döndü ve kapsamlı değerlendirmeler yapıldı. Hükümet nezdinde, ülkenin acilen barışa, kalkınmaya ve kurumsallaşmaya ihtiyacı olduğu belirlendi.
O dönemde hala Birinci Meclis, yani kurucu meclis işlevini sürdürüyordu. Ankara'nın başkent olması, İstanbul'un işgalden kurtarılması, Cumhuriyet'in kurulması gibi devletin varoluşsal ihtiyaçları nedeniyle bir an önce kalıcı bir barışa, yani Lozan'ın somut sonuçlarına ulaşılması gerekiyordu. Bu yüzden, daha fazla beklemek yerine ikinci tur görüşmelerin yapılmasına karar verildi ve antlaşmanın bir an önce imzalanması istendi.
Hilal Bal: Bu önemli bir detay! Lozan görüşmeleri sürerken İstanbul hala işgal altında mıydı?
İbrahim İslam: Evet, Mudanya Mütarekesi'yle İstanbul ve Boğazlar'ın tahliyesi, Barış Antlaşması sonrasına bırakılmıştı. Dolayısıyla Lozan görüşmeleri devam ederken İstanbul hâlâ işgal altındaydı. Lozan Antlaşması'nın kabulünden sonra, 6 Ekim 1922'de İstanbul Türkiye yönetimine geçti. Bu noktada, başkentin neresi olacağı tartışması yaşandı ve 13 Ekim 1923'te Ankara'nın başkent yapılmasıyla bu tartışma da sona erdi. Bununla birlikte, diğer devletler Ankara'nın başkent olmasına karşı çıktılar ve büyükelçiliklerini bir süre Ankara'ya taşımadılar.
Hilal Bal: Antlaşmanın imzalanma süreci ve sonuçları nasıl oldu?
İbrahim İslam: Antlaşma, 24 Temmuz 1923'te imzalandı. Bu arada, kurucu meclisin (Birinci TBMM) görevinin sona erdiği düşüncesiyle seçimlerin yenilenmesine karar verildi.
İkinci TBMM, 11 Ağustos 1923 tarihinde toplandı ve ilk gündem maddesi doğrudan Lozan Antlaşması oldu. 23 Ağustos 1923 tarihinde, oturuma katılan 227 milletvekilinden 14 ret oyuna karşılık, 213 kabul oyuyla kabul edildi. Ret oyu veren 14 milletvekilinden 3'ü (Şükrü Kaya, Yahya Kemal Beyatlı ve Niyazi Bey) aynı zamanda Lozan heyetinde de yer almışlardı.
Hilal Bal: 14 ret oyunu merak ettim; ne ile ilgiliydi gerekçeleri? Kayıtlarda var mı?
İbrahim İslam: Evet, o 14 ret oyunun gerekçeleri Meclis tutanaklarında ve çeşitli anılarda mevcut. Aslında o dönemde beklenti çok yüksekti ve bazı milletvekilleri Lozan'ın bazı maddelerini eksik buluyordu. Lozan Antlaşması, toplamda 143 madde ve ek protokollerden oluşuyordu. TBMM'de bu antlaşma 10 gün boyunca yoğun bir şekilde tartışıldı.
Hilal Bal: En çok hangi maddeler tartışıldı? Eleştiriler genellikle ne yöndeydi ve bu eleştirileri dile getirenler kimlerdi?
İbrahim İslam: Lozan, 16 Ağustos-23 Ağustos tarihleri arasında mecliste tartışıldı, 21/ 22/ 23 Ağustos tartışmaların en yoğun olduğu tarihlerdir.
Özellikle Boğazlar, Musul, Hatay, İskenderun ve sınırlarımız dışında kalan Türklerin güvencesiz bırakıldığı yönünde eleştiriler dile getirildi.
Bu eleştirileri yapan isimlerden bazıları şunlardı:
Yahya Kemal Beyatlı, Batı Trakya'da 600.000 Türk'ün sahipsiz bırakıldığını, Siverek, Urfa ve Mardin otlaklarının Suriye tarafında kaldığını savundu.
Şükrü Kaya, Batı Trakya'nın kurtarılamadığını belirtti.
Faik Öztırak, Trakya'daki Türkler için yeterli önlem alınmadığına dikkat çekti.
Mesut Necati, Musul ve Osmanlı borçları konularında eleştirilerde bulundu.
En uzun ve aleyhte konuşmayı ise Mersin Milletvekili Niyazi Bey (Ramazanoğlu) yaptı. Kendisi özetle, Payas, Kilis ve Hatay'ın alınamadığını, kendi öz topraklarımızdan vazgeçmek zorunda kaldığımızı ifade etti. Genel bir eleştiri olarak da, Fransızlarla Ankara Antlaşması'nın zaten zor şartlarda imzalandığı ve Lozan'da bu antlaşmanın ötesine geçilmesi gerektiği savunuldu.
Antlaşmayı savunanlar ise şunlardı:
Hamdullah Suphi Bey, Abdurrahman Şeref Bey ve Tevfik Rüştü Bey, Lozan'ın büyük bir kazanım olduğundan bahsettiler.
Dışişleri Komisyon Başkanı olan Yusuf Kemal Bey, Lozan'ı özellikle savundu.
İsmet Paşa da, görüşmelerdeki amaçlara büyük ölçüde ulaşıldığını, kapitülasyonların kaldırıldığını ve Karaağaç'ın savaş tazminatı olarak alındığını vurguladı.
Hilal Bal: Mustafa Kemal’in bu eleştirilere veya genel duruma karşı tepkisi ne oldu? Kendisi bu konuda neler söyledi?
İbrahim İslam: Mustafa Kemal Paşa, Lozan Antlaşması'nı şu sözlerle değerlendirerek hem antlaşmaya hem de İsmet Paşa'ya desteğini açıkça ortaya koydu: 'Bu antlaşma, Türk ulusuna karşı hazırlanmış büyük bir yok etme girişiminin yıkılışı belgesidir. Osmanlı tarihinde görülmemiş siyasi bir zaferdir.'
Aynı zamanda Antlaşmaya ret oyu veren 14 milletvekili arasından Yahya Kemal Beyatlı, Şükrü Kaya, Kılıç Ali ve Mustafa Necati gibi isimler, daha sonra devletin çeşitli kademelerinde önemli görevler üstlenmişlerdir. Bu durum, Mustafa Kemal Paşa'nın bu itirazları hoşgörüyle karşıladığını ve farklı görüşlere rağmen liyakati ön planda tuttuğunu göstermektedir.
Hilal Bal: Lozan Antlaşması hakkında zaman zaman ortaya atılan asılsız veya yanlış bilgilere dayalı algı oluşturuluyor. Bu iddialara açıklık getirebilir misiniz?
İbrahim İslam: 'Lozan'ın yüz yıllık süre sonunda geçerliliğini yitireceği' iddiası doğru değildir. Zaten bu iddia, yüz yıllık sürenin geçmesiyle asılsız olduğu ortaya çıkmıştır; antlaşmada öyle bir süre kısıtlaması yoktur.
‘Lozan'ın gizli maddelerinin olduğu' iddiası ise tam bir şehir efsanesidir. Antlaşmaya dair tüm tutanaklar ve belgeler yayınlanmıştır, herhangi bir gizli madde bulunmamaktadır.
Hilal Bal: Bu tutanak ve belgelere nasıl ulaşılır?
İbrahim İslam: Seha Meray’ın 'Lozan Antlaşması Tutanaklar - Belgeler' adlı, sekiz ciltlik bir eseri var; ona Yapı Kredi Yayınları'ndan ulaşılabilir. Bu eser, daha önce de Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) yayını olarak 4 cilt halinde 1972’de yayımlanmıştı.
Bir de şu var: 'Yüz yıl sonra maden ve petrol aramaları serbest olacak' şeklindeki iddia da gerçek dışıdır. Zaten yüz yıl geçtiği için bu iddianın asılsız olduğu ortaya çıktı; böyle bir madde veya süre kesinlikle yoktu.
Hilal Bal: İzmir İktisat Kongresi'nin tam da Lozan'ın ikinci tur görüşmelerinden önce toplanmış olmasının ve Mustafa Kemal'in o kongrede yaptığı konuşmanın Lozan'la bir ilişkisi var mıydı? Ben sanki bu durumun İtilaf devletlerine bir mesaj niteliği taşıdığını düşündüm.
İbrahim İslam: 17 Şubat - 4 Mart tarihlerinde, Lozan'daki birinci görüşmelerin hemen ardından on üç gün süren bu kongrede, özellikle şu mesajlar verilmiştir: Kapitülasyonların kesinlikle kabul edilmeyeceği, yerli üretime geçileceği vurgulanırken, dış ticaretin süreceği ve yabancı sermayeye karşı olunmadığı da belirtilmiştir. Bu, İtilaf devletlerine bir mesaj gönderme amacı taşımış olabilir.
Hilal Bal: Ben Lozan’ı bir hezimet olarak görmüyorum o yüzden de sorumu başka türlü soracağım, sizce Lozan, bir 'kazanım' mıydı, yoksa karşılıklı 'uzlaşı' mı?
İbrahim İslam: Hem kazanımdır hem de uzlaşıdır. 8 ay boyunca bu kadar ülke ile tartışılan bir konuda her şeyin sizin istediğiniz gibi olmasını bekleyemezsiniz. Lozan süreci, gerçekten de çok sert ve yorucu tartışmalara sahne olmuştur. Bu zorluğa bir örnek verecek olursak; görüşmelere gözlemci olarak katılan ABD temsilcisi John Grew, anılarında belirttiğine göre, tartışmalar geceleri bile devam etmiş. İsmet Paşa'nın gözlerinin altında derin halkalar oluşmuş, saçları dimdik olmuş, gücü tükenmiş; fakat buna rağmen bütün saldırılara karşı koymaya çalışmıştır.
Hilal Bal: Tıpkı cephede savaşan bir asker gibi…
İbrahim İslam: Evet, John Grew, anılarında 'İsmet Paşa'nın bir günde on sene yaşlandığına şahit oldum' diyor. Bu sözler, onun orada ne kadar büyük bir baskı ve yorgunluk altında çalıştığını çok net ortaya koyuyor.
Son olarak şunu söylemek isterim. Lozan, Türkiye'nin tapusudur. Cumhuriyet'in kurulması ve kalkınma hamlesinin başlayabilmesi için askerî zaferin siyasi bir antlaşmaya bağlanması gerekiyordu. Antlaşmaya yöneltilen eleştiriler ise daha çok, o dönemdeki beklentinin çok daha yüksek olduğuna işaret etmektedir.
Hilal Bal: Lozan Antlaşması'na mercek tuttuğumuz iki bölümden oluşan röportajımızın sonuna geldik. Bizimle bilgilerini paylaşan Sayın emekli akademisyen, tarihçi ve hukukçu İbrahim İslam’a çok teşekkür ederiz.
Lozan'ın üzerinden geçen bunca yıla rağmen, Türkiye'nin geleceği üzerindeki etkisi tartışılmaya devam ediyor. Lozan, bitmiş bir hikâye mi, yoksa hâlâ devam eden bir serüven mi? Belki de bitmeyen bir savaşın içindeyiz... Komünist Manifesto'da yazıldığı gibi: “Bugüne kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımı tarihidir.” Geçmişe ve bugüne sınıfınızın penceresinden bakmanız dileğiyle...
Lozan Antlaşması’nın Kürtlere Yönelik Hükümleri Açısından Değerlendirilmesi
Lozan Barış Konferansı’nda Azınlıklar (Ekalliyetler) Meselesine Yönelik Görüşmelerde Kürt Sorunu