Dr. Ayfer GENÇ YILMAZ tarafından, "Toplumsal Hareketin Kalbinde Bir Yeni Özne: Anneler / Türkiye’de Cumartesi Anneleri ve Arjantin’de Mayıs Meydanı Anneleri" çalışmasının giriş bölümünü güncel ve tarihsel bir gerçekliğe işaret ettiği için yayınlıyoruz.

“Bir tek mücadele kaybedilir; o da terk edilen mücadeledir.”
Mayıs Meydanı Anneleri

“...
Benim annem Cumartesi her bir dilde çıkar sesi
Benim annem Cumartesi elinde solmuş bir resim
Benim annem Cumartesi hesap soracak öfkesi
Benim annem Cumartesi benim annem cumartesi”
Bandista - Cumartesi Anneleri

Taksim’de her Cumartesi meydanda, hemen Galatasaray Lisesi’nin önünde görmeye alışık olduklarımız arasında tanıdık olmayan bir yüz var. Elinde mikrofon ile konuşmasına başlamak üzereyken gözyaşlarına boğuluyor. Karşısında bulduğu kalabalıktan etkileniyor ve ağlamaktan tıkanıyor, bir süre konuşamıyor. Sonra biraz gücünü topladığında şöyle devam ediyor:
“ … Öteki diye bir şey yoktur. Ötekiler biziz. Biz sizsiniz; siz biziz. Bizim orada, Arjantin’de bir söz vardır: Bir tek mücadele kaybedilir; o da terk edilen mücadeledir” (Plaza de Mayo’dan Cumartesi Anneleri’ne- Cumartesi Anneleri - 351. Hafta, 2011).
Taksim meydanında konuşan bu yabancı yüz Arjantin’in Mayıs Meydanı -Plaza de Mayo Annelerinden Maria Euquenia Mendizebal. Hitap ettiği kalabalık ise Türkiye’nin Cumartesi Anneleri ve onlara destek olmak için orada bulunan niceleri. İki ülkenin annelerini ortak olanda birleştiren ise “kayıp” ya da daha doğru bir ifadeyle “kaybedilmiş” çocuklarının yasını tutarken, aynı zamanda, militarizm görüntüsü altındaki devlet şiddeti ve terörünün hesap verebilmesini sağlamak.
Her iki ülkenin annelerinin çocukları da bir gün gözaltına alınmış, devletin elinde yok olmuş, bir daha ise kendilerinden haber alınamamış dünün ve şimdinin “kayıpları” ya da desaparecidosu.
Arjantin’de 1976 yılında iktidarı ele geçiren askeri cunta, Türkiye’de ise 1980 yılında yaşanan askeri darbe ve bunları takip eden militarist yönetimler, sıkıyönetimler ve devlet şiddeti kayıpların başlıca sorumlularıdır. İnsan hakları ihlali olarak kabul edilen gözaltında kayıplar, kişinin güvenlik kuvvetleri tarafından gözaltına alındıktan sonra bir daha kendisinden haber alınamamasını ve güvenlik güçlerince yakalandığı ya da tutuklandığı halde, devletin bunu kabul etmemesi anlamına geliyor. Ya da gözaltındaki kayıplar en kısa şekliyle kişinin zorla kaybedilmesi demektir (Tanrıkulu, 2003).
Arjantin’de 1976-83 yılları arasında yaşanan askeri diktatörlük döneminde kaybolan, işkence gören gençlerin anneleri, akrabaları onlarca yıl Mayıs Meydanı’nı beklediler. Türkiye’de ise 1980 darbesi ile başlayan, ondan sonra da devam eden, 1990’lı yıllar ile birlikte sistematik hale gelen ve özellikle Kürt ve sol grupları hedef alan devlet teröründen zarar görmüş, öldürülmüş, işkence görmüş ve hala kayıp olan gençlerin anneleri, 17 Mayıs 1995 tarihinden beri Galatasaray Meydanı’nda -1999 yılında verilen ara dışında- her Cumartesi beklemeye devam etmektedir.
Arjantinli annelerin ilk ortaya çıkışı 1977 yılına denk gelirken (Bosco, 2006); bu tarih, aynı zamanda, askeri cuntanın halen görevde olduğu bir zamana işaret etmektedir. Türkiye’de annelerin ortaya çıktığı tarih olan 27 Mayıs 1995 ise, Cumartesi Anneleri için tesadüfi bir tarih değildir.
Arjantin’de kayıpların başladığı askeri cunta döneminde ortaya çıkan anne hareketi, Türkiye’de askeri darbeden yıllar sonra ve özellikle kayıpların sistematikleştiği 1995 yılında kendini gösterebilmiştir. Yine de gözaltında kayıpların büyük ölçüde 1990’lı yılların askeri yönetim koşullarının devam ettiği Olağanüstü Hal (OHAL) bölgelerinde yoğunlaştığını söylemek gerekmektedir.
#CumartesiAnneleri841Hafta Kasım Alpsoy ve Halil Alpsoy'u unutmadık! https://t.co/gjOgC1M2ny
— Cumartesi Anneleri (@CmrtesiAnneleri) May 8, 2021
Hasan Ocak’ın cesedi 1995 yılında Kimsesizler Mezarlığı’nda bulunduğunda ve devlet bunun hesabını soranlar karşısında sessiz kaldığında artık en azından anneler için bir şeyler yapmanın zamanı gelmiştir (Kayılı, 2004: 264).
Not alınması gereken önemli bir nokta ise Türkiye’deki Cumartesi Anneleri’nin, Arjantin’deki Mayıs Meydanı Anneleri’nden esinlendikleri veya onları örnek aldıkları gerçeğidir.
1990’lı yılların başında, aynı kaygıları duyan farklı ülke vatandaşlarının birbirlerinden esinlenmeleri önemli bir gerçeklik oluşturmaktadır. Diğer yandan her ülkenin kendine özgü sosyo-ekonomik şartları, tarihselliği, gelenekleri, toplumsal hareket kültürü de şüphesiz bu hareketleri tüm benzerliklerine ve ortaklıklarına rağmen farklılaştırmaktadır.
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------
ANNELER GÜNÜ İLE İLGİLİ KABUL EDİLEN TARİHSEL BİLGİ
Hayatı boyunca "Anneler Günü"nün tüm dünyada kutlanması için uğraşan Anna Jarvis 1864 yılında doğdu...13 çocuk doğuran bir annenin 10’uncu çocuğuydu. Ama ne yazık ki kardeşlerinden birçoğu ölmüştü. Hayatta kalan 4 çocuktan biriydi Anna...
Annesi Ann Maria Reeves Jarvis öğretmendi ve savaşa şiddetle karşı çıkıyordu... Amerikan iç savaşı sırasında anneleri her iki tarafın da yaralılarına bakmaları ve ihtiyaçlarını gidermeleri konusunda teşvik ve organize ediyordu... Savaş bittikten sonra annelerin daha aktif ve daha sosyal olmaları konusunda bir kampanyayı yürütmeye karar verdi... Çünkü dünyayı kurtaracak olan tek şeyin anneliğin şefkati olduğuna inanıyordu.
1876’da, 12 yaşındaki kızı Anna Jarvis’in de aralarında bulunduğu öğrencilerine bir sabah “Umuyorum ki bir gün birileri insanlığa yaptığı yardımlarından dolayı unutulmaz bir anneler gününde anılır” demişti.... Anna, o günü asla unutmadı.
1905 yılı Mayıs ayının ikinci pazar gününde annesini kaybettiğinde 41 yaşındaydı ve annesine yaşarken yeterince ilgi göstermediğini düşünüyor, çok üzülüyordu.
1907’de acısını dindirmek için arkadaşlarıyla birlikte Mayıs ayının ikinci pazar günü, hayatta olan ya da olmayan tüm anneler için kutlama yapmaya karar verdi.
Bir yıl sonra kutlamalar gitgide yaygınlaştı...1908’de ilk Anneler Günü, Anna’nın annesinin 20 yıl öğretmenlik yaptığı kilisede düzenlenen etkinlikte 407 çocuk ve annelerin katılımıyla kutlandı... Gelenlere annesinin en sevdiği çiçek olan beyaz karanfil dağıtıldı. 7 yıl boyunca “Anneler Günü”nün resmi olarak ilan edilmesi için uğraştı. Siyasetçilere, valilere ve din adamlarına yüzlerce mektup yazdı. Anneler Dünü Derneğini kurdu. “Anneler Günü” ve “Mayısın ikinci pazarı” cümlelerini kendi üzerine tescil ettirdi.... Kampanyası nihayet 1914’de amacına ulaştı ve Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson "Anneler Günü"nü resmen ilan etti... Sembolü de beyaz karanfil oldu.
Anna hiç evlenmedi ve çocuğu olmadı. Girişken, özgüvenli ve zeki oluşuyla dikkat çeken, mavi gözlü, açık kahverengi saçlı güzel bir kadındı. Hep yakası açık giyinir, inci kolye ve mavi şapka takardı.
Anneler Günü’nün zaman içinde ticari amaçlara alet edilmesinden son derece rahatsızdı ve bununla savaşmak için aile servetini harcadı.... Kâr gözetme peşinde olanlara karşı kampanyalar düzenledi, büyük şirketlere davalar açtı ama maalesef davaları kazanamadı!!! Sonunda onun saf duygusu da tüketim çılgınlığına yenik düşmüştü...
Ömrünün son 10 yılında gözleri görmeyen kardeşiyle yaşadı... Evdeki kalın perdeler, kırık camlar arkasında, duvarda annesinin koca bir portresi ile "Anneler Günü" geleneğinin başlamasına neden olduğu için üzgün, kırgın ve yalnız bir şekilde 1948 yılında hayata gözlerini yumdu...
Ölümünden birkaç hafta önce 1948 yılında bir gazeteciye verdiği demeçte böyle bir günün kutlanmasına sebebiyet verdiği için, pişmanlık duyduğunu itiraf etmiştir.
Ülkemizde de Türk Kadınlar Birliğinin girişimi ve önerisi üzerine 1955 yılından beri Mayıs ayının ikinci Pazar günü “Anneler Günü” olarak kutlanmaktadır.
Onun tek isteği bu günde annelere olan sevginin gösterilmesiydi...