5 Haziran Dünya Çevre günü nedeniyle Adana Ekoloji Platformu basın açıklaması gerçekleştir. Yaşar Kemal Kültür merkezi önünde yapılan açıklamayı platformu adına Yaşar Gökoğlu yaptı.

Gökoğlu, "Kaybedecek zaman yok. Yokoluş ve ölüm karşısında hayat kazanmalı. Onlar; kapitalistlerdir ve ölüm tüccarlarıdırlar ve sadece yüzde bir kadarlar. Bizler; tüm insanlığı, tüm canlıları ve topyekün hayatı savunuyoruz. 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla, bütün Adanalıları yaşanabilir bir çevre için mücadele etmeye ve mücadelede birleşmeye davet ediyoruz." ifadelerine yer verdi.

İKLİM KRİZİNİN ETKİLERİNİ YAŞAMAYA ÇOKTAN BAŞLADIK.

GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN NOKTAYI GEÇMİŞ BİLE OLABİLİRİZ.

Küresel iklim krizinin ölümcül sonuçları bütün dünyada yaşanıyor. Atmosferde biriken karbondioksit oranı binlerce yıldır milyonda 300 parçacığı geçmemişken, şimdi 420 parçacık olarak ölçülüyor.

Okyanuslardaki su sıcaklığının rekor seviyelere çıktığı bildiriliyor. Kutuplardaki buzulların erime hızı bütün tahminlerin üzerinde seyrediyor ve deniz seviyesi yükseliyor. Dünyanın her yerinde orman yangınlarının önü alınamıyor. Kuraklık, seller, toprak kaymaları, erozyon günlük olaylar arasında sayılır hale geldi. Başta arılar olmak üzere, canlı türlerinin kaybı hızlandı. Bu noktadan sonra alınan veya alınacağı söylenen tedbirler şu an için işe yaramayacak, ancak elli yıl sonra etkisi olabilecek, o zamana kadar kaç canlı türünün hayatta kalabileceği tahmin edilemiyor. Kısacası, dünya bilinen hayatın sonuna doğru hızla sürükleniyor.

Paris anlaşması, Glasgow zirvesi gibi gösterişli toplantılar, yapılan anlaşmalar sonuç vermiyor. Açgözlü, kazanma hırsı gözlerini bürümüş şirketler ve onların arkasında duran devletler iki yüzlü bir politika izliyorlar. Kazançlarından taviz vermek istemiyorlar. Söz konusu anlaşmalara rağmen kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtların üretimi ve kullanılması her yıl artıyor. Emisyonlarını azaltma sözü veren, anlaşma imzalayan devletlerin atmosfere saldıkları zararlı gazlar artarak devam ediyor. Salınan toplam emisyonların yarısından sadece üç büyük ülkenin sorumlu olduğu biliniyor. Kömür kullanımı bir türlü sonlandırılmıyor. Uluslararası büyük petrol şirketlerinin faaliyetleri genişliyor ve karları her yıl artıyor. Büyük bir iklim adaletsizliği yaşanıyor. Küresel iklim krizinden en az sorumlu olan ülke halkları en büyük felaketleri yaşıyor, en çok acıyı çekiyor. İklim mültecilerinin sayısı her geçen yıl çoğalıyor. Eğer durdurulmazsa, kapitalizmin bu ölümüne büyüme çılgınlığı insanlığın ve diğer tüm canlıların sonu olacak.

Türkiye de bu sonu olmayan gidişatta bütün hızı ile yer alıyor. Paris iklim anlaşmasını mecliste onaylamasına rağmen gereğini yapmıyor. Kömür santrallerini ne zaman kapatacağının takvimini açıklamak bir yana, yenilerinin açılmasına izin veriyor. Dünya çevre gününü bir haftaya çıkarmak, suya sabuna dokunmayan konferanslar düzenlemek gibi hiçbir işe yaramayan komik etkinlikler ile kamuoyunu oyalamaya devam ediyor. Yakın zamanlarda ülkenin her yanında iklim felaketleri yaşanmış olmasına rağmen hala tek başına bir çevre ya da iklim bakanlığı bile kurulmuş değil. Ülkenin her yanı kömür santralleri, çimento fabrikaları gibi iklim yıkıcısı işletmelerle sarılmış bulunuyor. Her yıl daha fazla kömür ithal ediliyor, çıkarılıyor ve yakılıyor. Petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtların tüketimini azaltmak için tedbir alınmıyor, aksine teşvikler veriliyor. Türkiye’nin zararlı emisyonları her yıl artıyor. Köprü, otoyol, havaalanı gibi inşaata, betona dayalı işler yaygınlaştırılıyor, hatta, karalar yetmiyor, denizler bu işler için dolduruluyor. Giderek yayılan endüstriyel tarım uygulamaları, kullanılan zehirler toprağı kanser ediyor, biyoçeşitliliği öldürüyor. Kanal İstanbul gibi doğaya aykırı, öldürücü bir projenin yapımında inatla ısrar ediliyor. Marmara Denizi sanayi atıkları ile gözümüzün önünde öldürülüyor, iktidar yetkilileri gelişme-büyüme uğruna sadece seyretmekle yetiniyor.

Ekolojik açıdan bölgemizdeki en tehlikeli birkaç gelişmeyi de anmak gerekir.

—- Adana il sınırları içinde halen çalışmakta olan iki kömür santrali bulunmaktadır. Bunlardan biri Yumurtalık İlçesi, Sugözü Köyü’nde 20 yıldır çalışmakta olan, saatte 500 ton kömür yakan İSKEN ve diğeri de Tufanbeyli İlçesi, Yamanlar Köyü yakınında olan, saatte 1000 ton kömür yakan Tufanbeyli kömür santralidir.

Birleşmiş Milletler Paris anlaşmasını onaylayan, Glasgow anlaşma metnini imzalayan bugünkü hükümet yetkililerinin bu iki kömür santralinin kapatılması için takvim vermesi beklenirken, beklentilerin aksine üçüncü bir kömür santralinin yapımına 2019 yılında başlandı. Hem de 20 yıldır atmosferi, denizi, toprağı, bütün çevreyi kirleten İSKEN kömür santralinin bulunduğu Yumurtalık Sugözü köyü sınırları içinde ve İSKEN’e 700 metre yakın bir mesafede. EMBA HUNUTLU KÖMÜR SANTRALİ adındaki bu santral de gemilerle getirilen ithal kömürleri kullanacak ve saatte 500 ton kömür yakacak. 2020 ve 2021 yılları içinde inşaatı devam eden söz konusu santralin 2022 yılı içinde çalışmaya başlaması bekleniyor.

Yumurtalık yöresinde görülen kanser vakalarının arttığı ve tarım ürünlerinin veriminde düşüş olduğu halk arasında yaygın bir söylem olmasına rağmen Sağlık Bakanlığı ve Tarım Bakanlığı yetkilileri verileri ısrarla açıklamıyor.

—- Plastik kirliliği bütün dünyayı tehdit eder hale geldi. Özellikle ikinci dünya savaşından sonra artan plastik üretimi bütün sınırları zorluyor. Okyanuslar, nehirler, göller, ormanlar ve toprak plastik atıklarla doldu. Bir petrol ürünü olan plastiğin doğada çözünmesi çok uzun yıllar alıyor ve yok olmuyor, mikroplastik denilen küçük parçacıklar halinde canlıları tehdit ediyor. İnsan kanında ve akciğerlerinde mikroplastik bulunduğu yakın tarihte tıp çevreleri tarafından belgelendi. Birleşmiş Milletler 2022 yılı başında Kenya’nın başkenti Nairobi’de 167 ülkenin temsilcileri ile bir toplantı yaparak, plastiğin üretimi ve tüketimine sınırlamalar getirilmesi anlaşması üzerine mutabakat sağladı. Yaptırımlar içeren bu anlaşma 2024 yılında imzaya açılacak.

Türkiye plastik üretiminde Avrupa ikincisi durumunda bulunuyor. Doğal olarak, bir nesneyi ne kadar çok üretirseniz, o kadar çok tüketiyor olursunuz ve o kadar çok plastik çöpünüz olur. Kendi plastik çöpleri yetmiyormuş gibi, Türkiye 2018 yılından bu yana her yıl Avrupa’nın plastik atıklarının yarısını ithal ediyor. Getirilen bu plastik çöplerin çok az bir bölümü geri dönüştürülebiliyor, kalanı ise derelere, orman içlerine, toprağa gelişigüzel atılıyor veya yakılarak içindeki zehirli maddeler nefes aldığımız atmosfere yayılıyor, toprağı ve suyu zehirliyor. Bu olumsuz durumdan en çok ilimiz Adana kötü etkileniyor. Çünkü, Adana’da çok sayıda bu işle uğraşan işletme var ve Mersin limanına gemilerle getirilen plastik çöpler kolaylıkla buralara taşınıyor. Bu alanda çeşitli hak ihlallerinin yaşanması da kaçınılmaz oluyor. Sayılarının on bin kadar olduğu düşünülen (veriler açıklanmıyor, çalışanların kaydı tutulmuyor) atık toplama ve ayrıştırma işinde çalışanların sağlıksız ortamlarda bulunmalarından kaynaklanan çeşitli hastalıklara yakalandıkları biliniyor. Bu tesislerin yakınlarında çok sayıda mesken bulunuyor ve yüz yüze yapılan görüşmelerde yayılan kokudan, dumandan rahatsızlık duyduklarını beyan ediyorlar.

Genel gidişat plastik üretimini ve tüketimini sınırlayıp, giderek sonlandırmak ve plastik çöp ithalini yasaklayarak bu ayıptan kurtulmak iken, böyle olması gerekirken, 2021 yılında Adana’nın Ceyhan İlçesi sahilinde plastik hammaddesi üretecek olan bir tesisin temel atma töreni yapıldı ve bizzat Cumhurbaşkanı bu törene katılarak yatırımı öven konuşma yaptı. Plastiğin hammaddesi sayılan “polipropilen” üretecek olan bu tesis çok tehlikeli bir prosese sahip bulunuyor. Cezayir’den gemilerle getirilecek olan “propan” gazı sıvılaştırılmış halde Ceyhan’da tanklara nakledilecek. Zehirli, yanıcı ve patlayıcı bir gaz olan bu madde büyük basınç altında sıvılaştırıldığı için tehlikeli ve riski yüksek olduğu biliniyor. Aynı prosese sahip olan Hindistan’daki bir tesiste, 2020 yılında bir gece gaz kaçağı kazası yaşandı ve onlarca insan uykusunda boğularak öldü, yüzlercesi de hastanelere kaldırıldı.

Aynı tesisin Hatay’ın Erzin İlçesi sahilinde de kurulmak istendiği biliniyor.

Plastik hammaddesi üretimini arttırmak, plastik tüketimini ve dolayısıyla da plastik çöp miktarını çoğaltmak anlamına gelmektedir. Hayatımızı, doğamızı, ekolojiyi tehdit eden bir adımdır. Unutulmaması gereken bir konu da, plastik geri dönüşümünün nihai olarak mümkün olmadığıdır. Yüzde on seviyesinde dönüştürülen plastik de sonuç olarak mamul hale gelip, birgün plastik çöpler arasında yer alacaktır.

—- Çatalan içme suyu barajı hepimiz için hayati bir doğal varlığımızdır ve onu korumak, sürekliliğini, temizliğini sağlamak Adana’da yaşayan herkesin görevi olmalıdır. Ne yazık ki, ilimizin bütün ilçelerinde henüz atık su arıtma tesisi bulunmamaktadır. Bu ilçeler arasında Tufanbeyli, Saimbeyli ve Feke ilçeleri önem taşımaktadır. Çünkü, bu üç ilçeden geçen Göksu ırmağı, bu üç ilçenin atık sularını Çatalan baraj gölüne taşımaktadır. Bu durum uzun yıllardır sürmektedir. Biyolojik atıklar için büyük bir sorun yoktur. Bunlar hem suda çözülmekte, hem de Çatalan içme suyu tesislerinde biyolojik arıtma yapılmaktadır. Ama, kimyasal atıklar için aynı şey söylenemez. Bu üç ilçenin toplam nüfusu yazın 50 bine ulaşmakta ve çamaşır ve bulaşık deterjan atıkları yıllardır Çatalan’a taşınmaktadır. Deterjan atıkları başta fosfor olmak üzere çeşitli zararlı kimyasallar ve ağır metaller içerir, suda çözünmez ve biyolojik arıtmadan etkilenmezler. ASKİ yetkililerinin belirttiğine göre, Saimbeyli ilçesi’nde atıksu arıtma tesisi bu yıl içinde faaliyete geçmiştir ve bu haber elbette sevindiricidir. Feke ve Tufanbeyli ilçelerinde ise atıksu arıtma tesisi halen bulunmamaktadır, bu ilçelere öncelik verilmesi gerekmektedir.

Su, hayatın vazgeçilmezlerinden, olmazsa olmazlarındandır. Temel bir insan hakkıdır. Temiz, sağlıklı, sürdürülebilir su kaynağı hepimizin sorunu olmalı ve Çatalan içme suyu barajının bugünü ve geleceği için gerekli yatırımların yapılmasının takipçisi olmalıyız.

—- Nükleer enerjiyi tamamen reddetmedikçe nükleer savaş tehlikesinin ortadan kaldırılamayacağını biliyoruz. Türkiye, Rusya ile 2010’da yaptığı milletlerarası anlaşma ile Mersin-Akkuyu bölgesini nükleer santral yapımı için 100 yıllığına ve tam kontrolü vererek Rusya’ya tahsis etmiştir. Akkuyu’ya nükleer santral yaptırma inadı enerji ihtiyacı ile açıklanamaz. Maliyeti en yüksek, Çernobil ve Fukuşima nükleer felaketlerinde de gördüğümüz gibi en tehlikeli, kuşaklar boyu radyoaktif atık kirliliğine neden olan en kirletici enerji üretim biçimi olan nükleer santraller hiçbir gerekçeyle savunulamaz. Ancak nükleer güç olma hayali, nükleer santrali olan ülkelerin büyük ve prestijli olduğu yanılgısı ve enerji politikalarına dair yanlış değerlendirmeler, iktidar yetkililerini halkın karşı olduğu Akkuyu projesini  gerçekleştirmeye sürüklemiştir.

Akkuyu nükleer santrali ülke için, bölge için, dünya için büyük bir risktir. Üstelik, Rusya’ya bağımlılığı da artırmaktadır. Bütün bu nedenlerle Türkiye Hükümeti, savaş durumunun yarattığı ekstra güvenlik risklerini de değerlendirerek Rusya’nın yapımını sürdürdüğü Akkuyu nükleer santral inşaatını durdurmalı ve projeyi iptal etmelidir. Nükleersiz bir Akkuyu, nükleersiz bir Türkiye ve nükleersiz bir Akdeniz hem ülkemiz, hem de bütün dünya için daha güvenli, daha barışçı, daha temiz bir gelecek anlamına gelecektir.

Konu açılmışken; İncirlik askeri üssü kapatılmalı ve Adanalılar, bölgede yaşayanlar ve bütün ülke nükleer silahların gölgesinde yaşıyor olmaktan kurtarılmalıdır.

Kaybedecek zaman yok. Yokoluş ve ölüm karşısında hayat kazanmalı. Onlar; kapitalistlerdir ve ölüm tüccarlarıdırlar ve sadece yüzde bir kadarlar. Bizler; tüm insanlığı, tüm canlıları ve topyekün hayatı savunuyoruz. 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla, bütün Adanalıları yaşanabilir bir çevre için mücadele etmeye ve mücadelede birleşmeye davet ediyoruz.

Editör: TE Bilisim