Adana’da İHD tarafından düzenlenen “Barış ve Ekoloji” panelinde Eren Keskin, İbrahim Akın ve Çiğdem Özbaş, savaş karşıtlığı, hak ihlalleri ve ekolojik yıkımın birbirinden ayrılamayacağını vurguladı. Konuşmacılar, barışın yalnızca silahların susmasıyla değil, doğanın hak öznesi olarak tanınmasıyla mümkün olacağını dile getirdi.
İHD Adana Şubesi tarafından düzenlenen “Barış ve Ekoloji” paneli, Salmanı Pak Kültür Merkezi’nde gerçekleştirildi. Panelin kolaylaştırıcılığını İHD Adana Şube Başkanı Av. Yasemin Dora Şeker üstlenirken, konuşmacılar arasında İHD Eş Genel Başkanı Av. Eren Keskin, DEM Parti Milletvekili İbrahim Akın ve İklim Adaleti Koalisyonu adına Çiğdem Özbaş yer aldı.
Panelde, savaş karşıtlığı, ekolojik yıkım ve insan hakları mücadelesinin birbirinden ayrılamayacağı vurgulanırken, barışın ancak doğayla uyum içinde bir yaşamla mümkün olabileceği ifade edildi.
Adana’da “Barış ve Ekoloji” Paneli: “Barışın Sesi, Doğanın Nefesi”
İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şubesi tarafından düzenlenen “Barış ve Ekoloji” paneli, yoğun katılımla gerçekleştirildi. Panelin açılış konuşmasını İHD Adana Şube Yönetim Kurulu Üyesi ve Ekoloji Komisyonu Sözcüsü Hamit Karaoğullarından yaptı.
“Barış sadece silahların susması değil”
Konuşmasına “Hoş geldiniz dostlar, barışın sesine, doğanın nefesine…” sözleriyle başlayan Karaoğullarından, savaşların sadece insan hayatını değil, doğayı da yok ettiğini vurguladı:
“Savaşla susar kuşlar, zehirlenir nehir. Ama barışla yeşerir toprak, güler çocuk, parlar şehir. Biliyoruz, barış sadece silahların susması değil; bir ağacın gölgede yaşaması, bir derenin özgürce akmasıdır.”
Ekoloji ve barışın birbirinden ayrılamayacağını dile getiren Karaoğullarından, “Ekoloji barışın toprağıdır, barış ekolojinin sesidir. İkisini birlikte savunmadan ne insan özgürdür, ne doğa” ifadelerini kullandı.
“Kendi ülkemizde tutsak yaşamak istemiyoruz”
Karaoğullarından, Türkiye’de halkların farklı boyutlarda bir tutsaklık yaşadığını belirtti:
“Ekonomik tutsaklık, ekolojik tutsaklık, emek tutsaklığı, üretim tutsaklığı, düşünce tutsaklığı, demokrasi tutsaklığı, hak tutsaklığı, siyasi tutsaklık yaşıyoruz. Dört bir yanımız çevrili. Kendi ülkemizde tutsak yaşamak istemiyoruz.”
Mücadelenin yalnızca bireysel özgürlük değil, aynı zamanda adalet, hakikat ve doğayla uyumlu bir yaşam arayışı olduğunu belirten Karaoğullarından, tüm katılımcıları insan hakları mücadelesinde ortaklaşmaya çağırdı.,
“Yaşasın barış, yaşasın ekolojik yaşam”
Konuşmasını “Bu dünya bizim, bu gelecek bizim! Yaşasın barış, yaşasın ekolojik yaşam!” sözleriyle bitiren Karaoğullarından, panelin moderatörlüğünü yapmak üzere İHD Adana Şube Başkanı Yasemin Dora Şeker’i kürsüye davet etti.
Adana İHD’nin “Barış ve Ekoloji” Panelinde Çiğdem Özbaş: “Doğanın Hak Öznesi Olarak Tanınması İçin Mücadele Etmeliyiz”
İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şubesi tarafından düzenlenen “Barış ve Ekoloji” panelinde söz alan İHD Ekoloji Komisyonu üyesi Çiğdem Özbaş, doğayla barışın barış mücadelesinin temel bir parçası olduğunu vurguladı. Özbaş, geçtiğimiz hafta kamuoyuyla paylaşılan “Doğayla da Barış” raporunu aktararak, ekoloji mücadelesinin barış sürecine nasıl katkı sunabileceğini anlattı.
86 Ekoloji Örgütünden Ortak Rapor
Özbaş, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Adana Ekoloji Platformu tarafından duyurulan ve 86 ekoloji örgütünün imzasıyla hazırlanan raporu panelde paylaştı. Raporun, doğa açısından barış sürecinin önemini ortaya koyduğunu belirten Özbaş, imzacı kurumlar arasında Adana Ekoloji Platformu, İHD Adana Şubesi, Akhisar Çevre Derneği, Antakya Çevre Koruma Derneği, Ayvalık Tabiat Platformu, Dersim Dernekleri Federasyonu ve Ekoloji Birliği gibi çok sayıda yapının bulunduğunu aktardı.
“Bu çalışma bir ilk oldu,” diyen Özbaş, batıdaki ekoloji örgütleri ile Kürdistan’daki mücadeleler arasında köprü kurulmasının önemine dikkat çekti:
“Kürdistan’da mücadelemiz, acımız, çığlığımız çoğu zaman duyulmadı. Bu raporla ortak bir söylem ve dayanışma geliştirebildiğimiz için onur duyuyoruz.”
“Doğa Hak Öznesi Olarak Tanınmalı”
Konuşmasında Sırrı Süreyya Önder’in doğanın hak öznesi olarak tanınmasına dair önerisini hatırlatan Özbaş, bu çağrının takipçisi olacaklarını belirtti. Doğanın hak öznesi sayılmasının ve ekokırımın (ekocid) iç hukuka suç olarak geçirilmesinin temel talepleri olduğunu vurguladı:
“Silahları bıraksak, çatışma bitse bile barışçıl bir hayat için doğanın korunması gerekiyor. Oysa nesiller boyu süren tahribatlar yaşanıyor. Bu nedenle ekokırım kavramını sahipleniyoruz. 28 bin imzayla Meclis’e yasa teklifi götürdük, ancak biliyoruz ki vekiller üzerinden ilerliyor. Mücadelemiz devam edecek.”
Ekoloji, Emek ve Kadın Mücadelesi Savaş Karşıtı Harekette Buluşmalı
Özbaş, savaş karşıtlığının ekoloji hareketinin de ayrılmaz bir parçası olduğunu ifade etti. Filistin için uluslararası dayanışma örneklerini hatırlatarak, Türkiye’de de ortak bir savaş karşıtı hareketin inşa edilmesi gerektiğini söyledi:
“Türkiye’nin Suriye’den elini çekmesini sağlamak, savaş karşıtı hareketin en somut talebi olmalı. Çünkü savaş sürdükçe hem doğa tahrip oluyor hem de halklar arasındaki düşmanlık derinleşiyor.”
“Daha Fazla Kurumla Dayanışma Geliştirmeliyiz”
Özbaş, Samandağ’dan Kaz Dağları’na kadar yerellerde büyük bedeller ödeyen çevre mücadelesi örneklerini hatırlatarak, daha fazla kurumun ortak çalışmalara dahil olması gerektiğini vurguladı. Panelde yürütülen imza kampanyasına destek çağrısı yaptı:
“Beylikdüzü izcilik grubu bile imzacı olduysa, Adana’da da birçok kurumla dayanışma içinde büyüyebiliriz.”
Çiğdem Özbaş, konuşmasını “Dayanışma ağlarını büyütelim, ekoloji mücadelesini barış talebinin merkezine koyalım” sözleriyle tamamladı.
Adana İHD’nin “Barış ve Ekoloji” Panelinde İbrahim Akın’dan Barış Mesajı
“Mücadele ve müzakere birlikte yürütülmeli, barış ertelenemez”
Adana İnsan Hakları Derneği (İHD) tarafından düzenlenen “Barış ve Ekoloji” panelinde konuşan DEM Parti Eş Sözcüsü İbrahim Akın, Türkiye’de başlatılan çözüm sürecinin önemine dikkat çekerek, “Mücadele etmeden müzakerenin başarılı olması mümkün değil. Barış için daha aktif ve güçlü bir siyasal duruş gerekiyor” dedi.
“Bahçeli üzerinden başlatılan süreç stratejik bir hamleydi”
Akın, 1 Ekim’de başlayan görüşmelerin Devlet Bahçeli üzerinden yürütülmesini “iktidarın toplumsal kutuplaşmayı azaltma stratejisi” olarak değerlendirdi. Bahçeli’nin temsil ettiği siyaset çizgisinin milliyetçilik ve ırkçılık üzerinden şekillendiğini belirten Akın, “Bu tercihle toplumsal kutuplaşmayı yönetmeyi amaçladılar. Politik analiz olarak bakıldığında bu adım stratejik olarak doğruydu” ifadelerini kullandı.
“Öcalan’sız çözüm mümkün değildi”
Sürecin en kritik ayağının İmralı görüşmeleri olduğunu vurgulayan Akın, “Devlet, Kürt halkının en önemli siyasal temsilcisi Sayın Öcalan’la görüşmeden bu meselenin çözülemeyeceğini biliyordu. Bu nedenle başvurular yapıldı ve görüşmeler başladı” dedi. Öcalan’ın bu süreci “Türkiye’de yeni bir demokratik cumhuriyetin kurulması için tarihi bir fırsat” olarak gördüğünü hatırlattı.
“Negatif barış değil, pozitif barış istiyoruz”
Akın, çatışmaların durmasını “negatif barış” olarak adlandırırken, kalıcı çözüm için “pozitif barış”a ihtiyaç olduğunu vurguladı. Bunun için infaz yasasının değiştirilmesi, kayyum politikasına son verilmesi, anadil ve kültürel hakların güvenceye alınması, ekonomik eşitsizliklerin giderilmesi gerektiğini belirtti.
“Komisyon çalışmaları yavaş ilerliyor”
Çözüm süreci kapsamında kurulan komisyonun çalışmalarına da değinen Akın, iki aydır yürütülen görüşmelerin halkın beklentilerini karşılamadığını söyledi. “Bu sürecin uzaması, provokasyonlara ve sabote girişimlerine kapı aralar. 2013-2015’te yaşanan masa devrilme sürecinin tekrar etmemesi için somut adımlar atılmalı” diye konuştu.
“CHP sürecin dışında bırakılmak isteniyor”
CHP’ye yönelik operasyonlara da değinen Akın, bu girişimleri “süreci sabote etme çabası” olarak nitelendirdi. “CHP’nin devre dışı bırakılması sorunun çözülmesinin engellenmesi anlamına gelir” dedi.
“Demokrasi güçleri tereddütü bırakmalı”
Konuşmasını tüm demokrasi güçlerine çağrıyla sürdüren Akın, “Barıştan yana olmak konusunda ikircikli tavırlar elimizi kolumuzu bağlıyor. Daha aktif bir siyasal duruşa, daha güçlü bir mücadeleye ihtiyacımız var. Mücadele ve müzakere eşgüdüm içinde yürütülürse başarı mümkündür” sözleriyle konuşmasını tamamladı.
Eren Keskin: “Sorunumuzun adı Kürdistan meselesidir; kökleri İttihatçı ideolojide”
Adana İnsan Hakları Derneği (İHD) tarafından düzenlenen “Barış ve Ekoloji” panelinde konuşan Eren Keskin, Türkiye’deki temel sorunun ideolojik ve tarihsel kökenlerine dikkat çekerek, bugünün siyasetini ve barış sürecini bu bağlamda değerlendirdi.
“İttihatçı militer cumhuriyetin mirası”
Keskin, 1915 sonrası kurulan ve İttihatçı ideolojiyle bağlantılı bir devlet geleneğinin bugün ülkedeki pek çok temel sorunun kaynağı olduğunu belirterek şunları söyledi: “Adana Ermeni ve diğer Hristiyan halklara yönelik 1915 soykırımının ardından onun ideolojisiyle kurulan İttihatçı militer bir cumhuriyetten söz ediyoruz. Sorunumuzun temel nedeni zaten bu.” Keskin, iktidar-muhalefet tartışmasının yüzeysel kaldığını; esas kırmızı çizgilerin aynı kaynaktan beslendiğini vurguladı.
“Meselenin adı Kürt meselesi değil, Kürdistan meselesidir”
Konuşmasında meselenin adlandırılmasının önemine değinen Keskin, “altını çizerek söylüyorum meselenin ismi Kürt meselesi değil Kürdistan meselesidir ve uluslararası bir meseledir” diyerek, çözümün kolay olmadığını, meselenin Cumhuriyet öncesinden günümüze uzanan köklü bir mesele olduğunu ifade etti.
Umut hakkı, AİHM ve siyasetçilere çağrı
Eren Keskin, “umut hakkı” üzerinden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) içtihadına atıf yaparak, Türkiye’nin bu hakka uymak zorunda olduğunu; bunun lütuf değil bağlayıcı bir yükümlülük olduğunu söyledi. Siyasetçilere yönelik eleştirisinde, daha serbest bir dille konuşmayı tercih ettiğini belirterek, İktidar ve muhalefetin resmi ideolojiden kopuşta yetersiz kaldığını savundu.
Rojeva, dış dinamikler ve Suriye eleştirisi
Keskin, bu yeni sürecin iç dinamiklerden çok dış dinamiklerin zorlamasıyla ortaya çıktığını vurguladı. Rojeva örneğine değinerek oradaki Kürt hareketinin Batı için “göz bebeği” olarak görüldüğünü, bunun Türkiye’deki kaygıların temelinde yattığını ifade etti. Ayrıca Türkiye’nin Suriye’deki varlığı, karakolları, kaymakamları, cezaevleri ve desteklediği cihatçı unsurlar üzerinden eleştiride bulundu.
İç dinamiklerin yokluğu ve sivil mobilizasyon çağrısı
Panelde, ülke genelinde barış talebini yükseltecek geniş bir iç dinamikten söz edilemediğini söyleyen Keskin, “Biatsız bir %20’yiz biz” diyerek hak, özgürlük ve demokratik mücadeleyi yürüten grupların sınırlı olduğunu belirtti. İsrail örneğinden hareketle sivil toplumu harekete geçirme çağrısı yaptı: “Biz her gün sokaklara çıkıp eylemler yapsak barış istiyoruz diye eylemler yapsak böyle olur mu? İsrail’de bile Yahudiler bizden daha çok eylem yapıyorlar.”
Muhalefete eleştiri; CHP’ye dair değerlendirme
Muhalefetin barış sürecine yeterince sahip çıkmadığını savunan Keskin, CHP içerisindeki farklı liderlik çabalarını takdir etmekle birlikte partinin genel yapısının ulusalcı bir karakter taşıdığını ve resmi ideolojiden kopuşta yetersiz kaldığını söyledi. “Muhalefeti sadece Erdoğan karşıtlığı üzerinden tanımlamak yanlış” diye ekledi.
Geçmişle yüzleşme ve örnek adım önerisi
Devletin geçmiş hatalarıyla yüzleşmesi gerektiğini vurgulayan Keskin, Beyaz Toroslar dönemi örneğine gönderme yaparak, bu tür uygulamaların tanıklığa ve resmi itirafa dayalı bir süreçle açığa çıkarılması gerektiğini savundu. Mehmet Ağır’ın duruşmalarda tanıklık ettiğine değinerek, Meclis komisyonlarının bu tip tanıklıkları değerlendirmesinin önemli olduğunu söyledi.
PKK’nin silah bırakma kararı ve barış vurgusu
Keskin, PKK’nin silah bırakma adımını kendi tercihiyle yaptığı için olumlu bulduğunu; “Ben artık barış istiyorum. Ben artık silah istemiyorum” diyen tarafın bu kararının önemine dikkat çekti ve tarafların barış için cesaretlendirilmesi gerektiğini vurguladı.
Panelde Keskin, tarihsel travmalar, devlet politikalarının etkileri ve bugünün dış-dinamik ilişkileri üzerinden kapsamlı bir değerlendirme yaparken, barış sürecine sivil toplumu da kapsayan güçlü bir iç desteğin şart olduğunu belirtti.