Anayasa Mahkemesi'nin kararı oldukça açık ve nettir. AYM, bir hakkın ihlal edildiğine karar vermiş ve bu ihlalin giderilmesi için gerekli adımları belirlemiştir. AYM'nin açık hükmüne göre, Can Atalay'ın "yeniden yargılanmasına başlanması, mahkûmiyet hükmünün infazının durdurulması, ceza infaz kurumundan tahliyesinin sağlanması ve yeniden yapılacak yargılamada durma kararı verilmesi" gerekmektedir. Bu karar oldukça hukuki bir nitelik taşımakta olup farklı yorumlara açık değildir.


Anayasa Mahkemesinin yetkileri ve görevleri, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinde açıkça belirtilmiştir. Bu madde, AYM'nin bir kararın ihlalini tespit etmesi durumunda ihlalin ve sonuçlarının giderilmesine ilişkin sorumluluk taşıdığını net bir şekilde ifade eder. Ayrıca, bu maddeye göre tespit edilen ihlalin bir mahkeme kararından kaynaklandığı durumda, dosyanın ilgili mahkemeye gönderilmesi gerekmektedir. Bu nedenle, AYM'nin açık hükmüne göre, sorunun doğrudan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından giderilmesi gerekmekte ve konunun Yargıtay'a taşınamaması gerekmektedir. Yani, mütalaaya konu olan işlem kanuna aykırıdır ve normal şartlarda Anayasa ve kanunu gözeten savcılar, dosyanın 13. Ağır Ceza Mahkemesince çözülmesi gerektiğine dair görüş vermeliydiler.

Mütalaa içinde yer alan anayasa hukuku ve idare hukuku alanına ait kavramların hatalı biçimde kullanıldığını görüyoruz. Mütalaa, AYM'nin sadece "yerindelik" denetimi yaptığını iddia eder. Ancak, burada terminolojik bir hata mevcuttur. "Yerindelik denetimi" terimi, prensip olarak idare hukukuna aittir. İdari makamlar, hukuk kuralları içinde belirli takdir yetkilerine sahiptir ve bu yetkilerin yerinde kullanılıp kullanılmadığına karar verirler. Ancak bu takdir yetkilerinin yerinde olup olmadığı, hukuk kuralları çerçevesinde denetlenir. Yargı organlarının denetlediği şey, bu takdirin hukuki sınırlar içinde olup olmadığıdır.

İdare hukuku alanında "yerindelik denetimi yasağı" ilkesi, yargı organlarının siyasi tercihlere müdahale etme yetkisi olmadığını ifade eder. Ancak, bir yargı organı olarak AYM'nin, başka bir yargı organı olan ceza mahkemesinin kararını denetlediği bağlamda "yerindelik denetimi yasağı" terimi geçerli değildir. Çünkü bu organlar, siyasi tercihlerde bulunmazlar. Eğer bir ceza mahkemesi, "Anayasa Mahkemesi benim kararımın yerindeliğini inceliyor" derse, aslında o kararın siyasi motivasyonla verildiğini itiraf etmiş olur. Bu nedenle, sayın savcıların bu terminolojik hatası ciddi bir sorundur.

Mütalaa içinde, bazı alıntıların kullanıldığı görülmektedir. Ancak, bu alıntıların bağlamının yanlış yorumlandığı ve çarpıtıldığı göze çarpıyor. Örneğin, mütalaa içinde Ergun Özbudun ve Yusuf Şevki Hakyemez'in "yargısal aktivizm" ve "kendini sınırlama" konularında yazdıklarına atıfta bulunuluyor. Ancak, bu alıntılar, AYM'nin yargılama süreçlerinde siyasi tercihlerde bulunmaması gerektiğini savunan genel bir ilkeyi açıklamaktadır. Bu alıntılar, bireysel başvuru yargılamalarında yerindelik denetimiyle ilgili değildir. Bu çarpıtma, bilimsel etik açısından sorun teşkil eder.

Son olarak, savcılar tarafından dile getirilen "soyut bir anayasal norma anlam vermek durumunda olan AYM hâkimi, yorumlama sürecinde, o norma yüklenebilecek değişik manalardan istediği manayı keyfi olarak öne çıkararak karar veremez" ifadesine katılmamız gerekiyor. AYM, yasama dokunulmazlığının bir istisnası olarak kabul edilen "Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar" ifadesinin oldukça geniş olduğuna dikkat çekmekte ve yargı organlarının bu geniş hükmü keyfi bir şekilde yorumlayabileceklerini ifade etmektedir. AYM'ye göre, "Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar" ifadesinin keyfi bir şekilde yorumlanmamasının temel şartı, bu hükmün TBMM tarafından somutlaştırılmasıdır. Erkler ayrılığını koruyan ve yasama organının kararlarını denetleyen, AYM'dir.
 

Özetle, bu mütalaada ciddi sorunlar bulunmaktadır ve umarız Yargıtay, bu sorunlu gerekçeleri göz ardı etmeyecektir.

--

Muratcan IŞILDAK