DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında Türkiye gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Doğan, Meclis’te kurulacak komisyona dair tartışmaların “kutuplaşma ve öfke siyaseti”nin bir yansıması olduğunu söyledi.

Hepinizi DEM Parti adına selamlıyorum. Ülke gündeminde bir yandan orman yangınları var, bir yandan ağaç kıyımları var. Orman kıyımı devam ediyor. Yanmayan yerlerde de ağaçlar kesiliyor. Diğer yandan da Barış ve Demokratik Toplum Süreci ile ilgili gelişmeler, komisyona dair tartışmalar var. Tüm bunları konuşacağım ve DEM Parti’nin önümüzdeki dönem planlamasına dair bilgi vereceğim.

Türkiye tam bir ekokırım suç mahalli olarak karşımızda duruyor

Orman yangınlarıyla başlayalım. Bursa’dan Lice’ye, Lice’den Karabük’e ülkenin dört bir yanı alev alev yanıyor tabiri caizse. Ekosistemin ne kadar önemli olduğunu ve ekokırımın nasıl sürdüğünü en çok anlatan ve bu konuda eylem yapan siyasi partiyiz. Biliyoruz ki yüzlerce proje, tatbikat, yönerge ve yönetmeliğe rağmen bu ülkede hiçbir canlının yaşam hakkı güvende değil. Yani ne çiftçinin ne köylünün ne börtü böceğin ne ekipmansız çalışmak zorunda kalan işçinin ne risk altında çalışan itfaiyecilerin ne de gönüllülerin. Hiç kimsenin yaşam hakkı güvende değil. Türkiye bu haliyle baktığımızda tam bir ekokırım suç mahalli olarak karşımızda duruyor. Farklı bir ülke olması mümkün mü, evet mümkün. Ülkeyi yönetenler farklı politikalarla yönetmeyi tercih etseler, bugün bu ülkeden bu şekilde söz etmeyeceğiz. Çünkü orman yangınları ne doğal afet diye geçiştirebileceğimiz ne de kayıtsız kalacağımız bir konu, hepimizin geleceğini ilgilendiriyor. Bunun için illaki bir siyasi tandansa sahip olmanıza gerek yok. Bu ülkede yaşıyor olmamız, nefes alıyor olmamız, yurttaş olmamız yetiyor.

Orman yangınlarını yalnızca iklim krizine bağlamak sorumluluktan kaçmaktır

Ne deniyor peki? İklim değişikliği. Dünyanın her yerinde iklim değişikliği konuşuluyor, evet, Türkiye’de de konuşuluyor. İklim bilimciler yıllardır araştırmalar yapıyor ve uyarılarda bulunuyor. Ülkedeki çalılıkların, ormanlıkların adeta bir yakıt deposuna dönüştüğünü yıllar önce yaptıkları araştırmalarla söylediler. Alınması gereken önlemleri de söylediler tabii ki. Ülkenin ormanları patlamaya hazır bir yakıt deposuna dönüşmüşken, bunu yalnızca iklim krizine bağlamak bu işin sorumluluğundan kaçmaktır. Ülkeyi yönetenler birebir bu konularda, bu tür durumlarda sorumluluk taşıması gerekenlerdir; buna kader, fıtrat, doğal afet dememesi gerekenlerdir. Dolayısıyla yangınların sıklığının, uzunluğunun ve şiddetinin arttığı bir döneme girildiği biliniyordu. Buna rağmen gerekli önlemler alınmadı. Yıllardır bu konulara ilişkin verilen araştırma önergeleri reddedildi. Yıllardır bu konuya dair yapılması gereken proaktif siyaset yerine, sermaye ve kar odaklı bir siyaset tercih edildiği için bugün ülkenin koruma altına alınması gereken biyoçeşitliliği ve habitat zenginliği hiçbiri koruma altında değil, aksine risk altında.

Bu ekokırımı izlemeye mahkum değiliz

Grup Başkanvekillerimiz dün TBMM Başkanlığına orman yangınlarını önleme, müdahale ve yangın sonrası iyileştirme hakkında bir kanun teklifi verdi. Yıllardır bu tür kanun teklifleri ve araştırma önergeleri veriliyor. Hepsi ya dikkate alınmıyor ya da reddediliyor. DEM Parti olarak yetkilileri daha duyarlı olmaya, toplumu ikna eden politikalar yürütmeye davet ediyoruz. Biz nasıl bu ekokırımı izlemeye mahkum değilsek ve buna karşı mücadele ediyorsak, bu antidemokratik uygulamaların sürdürülmesini de izlemeye mecbur değiliz. Biz bir barış ve demokratik tasavvurundan bahsediyoruz, teknik bir durumdan bahsetmiyoruz; insan hayatından, geleceğimizden, birlikte inşa edeceğimiz ortak yaşamdan bahsediyoruz. Çeşitli mücadele alanlarından bahsediyoruz bundan bahsederken. Bunlardan biri orman yangınlarına karşı nasıl mücadele edeceğimiz, kadına yönelik şiddetle nasıl mücadele edeceğimiz. Tüm bunları ilgilendiren yeni bir hayattan bahsediyoruz. Oysa son zamanlarda yapılan tartışmalara bakınca, bunların layıkıyla anlaşılmadığını da görüyoruz ne yazık ki. Bu tespiti de yinelemek durumunda kalıyoruz.

Silahların imha edilmesi demokratik siyasette kararlılığın bir ifadesiydi

100 yılı aşkın bir sürede çözülememiş Kürt meselesinde son bir yıl içinde yaşanan gelişmeler yeni, demokratik ve barışçıl bir çözüm imkanını yeniden ortaya koydu. Farklı boyutlarıyla, farklı biçimleriyle ortaya çıktı bu durum. Yani ne geçmiştekilerle doğrudan benzerlikler içeren bir durum ne doğrudan mukayese edebileceğimiz ve geçmiş referanslarla değerlendirebileceğimiz bir durum ne de onları tamamen yok sayıp yeni bir değerlendirme yapabileceğimiz bir durum. Şimdi böylesi yeni bir durumla karşı karşıya kalındığında ilk önce yapılması gereken, dilden başlayarak bu yeniliği nasıl idrak ettiğimizi ve nasıl hayata geçireceğimizi her birimizin bulunduğumuz yerden ortaya koyması. Hangi siyasi partiyse, hangi sivil toplum kuruluşuysa, hangi siyasi aktörse söz konusu olan yapılması gereken bu. Bugüne kadar atılan somut adımlar, çatışmalı dönemden demokratik siyasete geçiş iradesi için çok güçlü ifadeler çıkardı ortaya. Mesela 11 Temmuz’da Süleymaniye’de silahların yakılarak imha edilmesi bu kararlılığın bir ifadesiydi. Ancak 11 Temmuz sonrası yaşanan gelişmelere baktığımızda, bu kararlılığın ifadesinin gereklerine ilişkin yürümesi gereken tartışmanın yerini ikame eden tartışmalar olduğunu görüyoruz. Bu da duruma layıkıyla yaklaşılmadığının bir göstergesi. Ne demek istediğimi açacağım. Bildiğiniz ve takip ettiğiniz üzere bizim Barış ve Demokratik Toplum Sürecine ilişkin çalışmalarımız son hızıyla ve çeşitli alanlarda devam ediyor. Tek bir alanda değil. Yeni bir hayattan bahsettiğimiz için çok boyutlu ve çeşitli şekillerde sürdürüyoruz bu çalışmaları. Yakın zamanda da Kadın Meclisimiz, PM’miz, MYK’mız toplandı. Bugüne kadarki gelişmeleri değerlendirmek üzere. Parti Meclisimizin bu konuya ilişkin yaptığı açıklamayı da takip etmişsinizdir. Ancak takip edemeyenler ve o tartışmalara vakıf olmayanlar için de PM’de yürütülen tartışmaların başlıklarına ilişkin bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum. Bugün konuşulanlara da ışık tutsun isteriz bu vesileyle.

İlk toplantısından sonra komisyonun çalışma yöntemine dair net bilgilere sahip olacağız

Kuşkusuz en önemli gündemimiz, Sayın Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı ve akabindeki gelişmelerdi. Elbette bu gelişmeler içerisinde yeni bir aşama olarak tanımladığımız komisyon aşaması da var. Çok önemli bulduğumuz bir aşama. Aylar önce bu kürsüden Meclis komisyonunun Barış ve Demokratik Toplum Sürecindeki yerini anlatmaya çalışmıştık. Yeni bir tartışma değil bu. Üstelik yalnızca Türkiye'de ihtiyaç duyulan bir komisyon da değil bu. Dünyanın çeşitli yerlerinde bu tür komisyonlar bu tür süreçlerde işlevsel roller üstlenmiştir. Bu son derece olağan bir şey. Olağan olan bir başka şey de bu komisyonun çoğulcu olması, çoğulculuk ilkesini esas alarak çalışmasıdır. Meclis çatısı altında temsiliyeti olan bütün siyasi görüşlerin temsiliyetinin sağlanmasından daha doğal bir şey olamaz. Dolayısıyla bunlar daha en başından hedeflediğimiz, olmasını arzu ettiğimiz gelişmelerdi. Bu aşamaya gelindi. İlk toplantısını yapmak üzere önümüzdeki günlerde komisyon toplanacak. Bundan sonra da özellikle silahsızlanmayla ilgili, yani silahların tümden devre dışı bırakılmasıyla ilgili gerekli bazı çalışmalar, yasal düzenlemeler, hukuki zemin. Bunun için gerekirse toplumun farklı kesimleriyle bir araya gelmek gibi bir takım usule dair tartışmaları yürütmek üzere toplanacaklar. Ondan sonra bizler de tam olarak komisyonun nasıl çalışacağını, hangi usul ve esasları belirleyeceğini hep birlikte öğreneceğiz. Komisyonun şeffaflığına ve çalışma yöntemine dair, komisyon ilk toplantısını yaptıktan sonra yol haritasına dair çok daha net bilgilere sahip olacağız. Ama henüz bunlar ortada yokken, henüz siyasi partiler komisyon üyelerini yeni belirliyorken, bu konuya dair tartışmalar sürüyorken, komisyon tarihsel bir fırsatı hukuki zeminde kalıcı hale getirmek için yola çıkmaya hazırlanıyorken sanki bu komisyon bambaşka nedenlerle kuruluyormuş gibi yaratılmak istenen algıların ya da buna dönük yürütülmek istenen tartışmaların maksatlı olmadığını bize kimse söyleyemez. Buna da kimse inanmamızı beklemesin. Komisyon üzerinden süren tartışmalarda Türkiye’nin onlarca yıldır biriktirdiği kutuplaşmanın, öfke siyasetinin nelere ülkeyi maruz bıraktığını bir kez daha görüyoruz.

Bu tarihsel fırsatı kalıcı hale getirmenin en önemli kavramlarından biri ciddiyettir, sorumluluktur

Masa metaforu etrafında konuşuyoruz bir süredir. Çünkü bir çözüm arayışından bahsediyoruz. Ne için, Türkiye'nin demokratikleşmesi için. Peki, bugüne kadar Türkiye'nin demokratikleşmesi önünde en büyük engelmiş gibi gösterilen ve böyle tartışılan bir silahsızlanma projesi söz konusu. Yine bunu demokrasiden ayrı değerlendiriyoruz. Niye bir örgütün verdiği bu kadar tarihi kararı, geri dönüşsüz olduğunu söylediği bu kararı, özgür irade beyanıyla silahlarını yakarak imha ettiğini ve demokratik siyasete geçiş için hukuki düzenleme beklediğini söyledikleri bir kararı tartışmaktan dahi çekinen bir ülke resmi yaratıyoruz. En başından ifade etmiştik. Bu tarihsel fırsatı kalıcı hale getirmenin en önemli kavramlarından biri de ciddiyettir, sorumluluk ve cesarettir. Cesurca tartışamazsak, sorunları cesurca ortaya koyamazsak, ihtiyaçlarımızı buna göre saptayamazsak, bundan sonra ortak mücadeleyle birlikte yol alabilmek için nasıl bir izlek oluşturabiliriz? Biz bu soruları da kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.

Cumhuriyetin 2. yüzyılında bu ülkedeki bütün farklılıkların temsiliyetlerinin yer almasını istiyoruz

Kimi zaman yüzeysel bu masa metaforu etrafında, kimi zaman daha kapsamlı ve derinlikli tartışmalarda ortaya çıkan itirazlar ve eleştiriler de gösteriyor ki sözünü ettiğimiz konu yalnızca bugünü ilgilendirmiyor, yalnızca dünü ilgilendirmiyor. Sözünü ettiğimiz konu yarını ilgilendiriyor, geleceğimizi ilgilendiriyor. O yüzden bu konuya ciddiyetle yaklaşmak gerekiyor. Masada yer almak, çözümün itici gücü olmak, sürece ivme kazandırmak, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında yer almak demektir. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında biz bu ülkedeki bütün farklılıkların kendi özgünlükleri ve temsiliyetleriyle yer almalarını istiyoruz. Bunun mücadelesini veriyoruz. Bizim barış, demokratik çözüm ve bunlar için mücadele dediğimiz şey tam olarak bu. Onlarca yıldır süren bir çatışma halinin kalıcı ve adil bir barışla sonuçlanması için çaba sarf etmek, başarıya ulaşması için endişeleri ifade etmek, ayrıştırmak değil birleştirmektir bizim için. Biz bunun ayrıştırıcı etkilerini ortadan kaldırmaya çalışıyoruz. Bunun için mücadele ediyoruz.

CHP’li Ali Gökçek’ten Öğrenci Affı Çağrısı: “Gençlerin Hayalleri Yarım Kalmasın!”
CHP’li Ali Gökçek’ten Öğrenci Affı Çağrısı: “Gençlerin Hayalleri Yarım Kalmasın!”
İçeriği Görüntüle

Kim Diyarbakır'da, Van’da demokrasi olduğunu iddia edebilir; ülkenin neresinde demokratikleşme oldu da bizim haberimiz yok?

Bakınız, çok açık ifade edeceğiz. Bu ülkede muhalefet partileri neden bu ülkenin hapislerinde 30 yıldır tutsak edilen insanlar var, ne sebeple tutuklular, kimdir bu 30 yıllıklar dönüp bakmalı. 30 yıl hapis yatmış ve infazını tamamlamış ama buna rağmen gözlem ve idare kurullarının keyfi kararlarıyla tahliye edilmemiş insanların neden hala hapiste olduğuyla ilgilenmeli. Bu ülkede, farklı düşündükleri için insanlar 30 yıl hapis yatıyorsa, bugün onların tahliyeleri dönüp geriye bakma, ortaya çıkan nedenlere bakma sorumluluğunu getirmeli. Ama biz ne görüyoruz? “30 yıllıklar neden tahliye ediliyor?” diye soruluyor. “Acaba arka kapılar ardından bir pazarlık yapıldı da o yüzden mi tahliye ediliyorlar?” deniliyor. Bu yargıyla, bu soruyla. Beklentimiz bu değil; beklentimiz toplumun beklentisi. Nedir toplumun beklentisi? Adaletin tesis edilmesi. Demokrasi hakkının herkesin hakkı olduğunun savunulması. Yaşam hakkının herkesin hakkının olduğunun savunulması. Bunun için yan yana gelmek. Güçlerimizi birleştirmeye ihtiyacımız var, birbirimizi zayıflatmaya ihtiyacımız yok. Bu yüzden Meclis’te kurulacak komisyona da bundan sonra yürütülecek tartışmalara da pozisyon alışlara da böyle yaklaşmak gerekiyor. Ancak ne oluyor? Tarihsel bir eşiğin kalbinde olduğumuzu ifade eden tartışmalar mı; yoksa gündelik siyasete hapsolmuş, dünün referansları ve geçmişin argümanlarıyla bakan yaklaşımlar mı? Kim Diyarbakır’da, Van’da demokrasi olduğunu iddia edebilir? Ülkenin neresinde bir demokratikleşme oldu da bizim haberimiz yok?

Herkesin eşit olduğu ve eşit hissettiği bir yaşam tasavvurundan bahsediyoruz

Onlarca yıldır kayyımla yönetilen şehirlerden bahsediyoruz. Apaçık ortada olan kayyım yıkımlarından bahsediyoruz. Şırnak'ta durdurak bilmeyen bir ekolojik kırımdan bahsediyoruz. Bu mu demokratikleşme, bu mu demokrasi? Eğer siz “Diyarbakır’da demokrasi, İstanbul’da otokrasi olmaz” derseniz; haklı olarak Diyarbakır’da, Van’da, Mardin’de, Şırnak'ta yaşayan insanlar “Buraya demokrasi geldi de biz mi görmedik? Onlarca yıldır demokrasi mücadelesindeyiz” derler. Bu soruları yüksek sesle ifade etmek bizim siyaseten sorumluluğumuz, vicdanen ve ahlaken de yapmamız gereken. Biz ülkenin her yerinde ayrımsız bir demokrasi olmasını istiyoruz. Biz ülkenin her yerinde ayrımsız ve eşit bir kardeşlik hukukunun yaşam bulması gerektiğine inanıyoruz. Bunun için mücadele ediyoruz. Mücadelemiz hem İzmir için hem İstanbul için hem Şırnak için hem Diyarbakır için hem Edirne için hem de Yozgat içindir. Hiçbir fark gözetmeden herkesin eşit olduğu ve eşit hissettiği bir yaşam tasavvurundan bahsediyoruz ve bunu gerçekleştirmek için mücadele ediyoruz. Bunun için bunca bedel, bunca risk göze alınıyor; bunun için bunca fedakarlık. Olan biteni yalnızca seçimlere indirgemenin ya da kimi aktörlere nasıl kazandırıp nasıl kaybettireceğine göre değerlendirmenin, bu yaklaşımın yarattığı kolaycılık ve yaklaşımın yarattığı konforu biliyoruz. Bütün bunların bizlere neler kaybettirdiğini de biliyoruz.

Muhalefeti güçlendiren bir yaklaşıma ve kararlılığa ihtiyacımız var

O yüzden iktidarından muhalefetine herkesi en başından beri bütün bunların dışından bir yerden bakmaya, bütün bunları öncelemeyen bir yerden bakmaya davet ettik. Beklemenin gergin durağanlığının da farkındayız. Yaşamsal adım, somut eylem diyoruz bu yüzden. Toplumun beklentisinin ihtiyatlı iyimserlikten çok daha fazlası olduğunun özellikle altını çizdik. Artık iyimserlikten bahsetmeye ihtiyacımız var. Bunun için de komisyon başta olmak üzere pek çok konudaki ortak mücadeleye çekingen değil cesur, tutuk değil kararlı, bekleyip gören değil aktif pozisyon alan bir tavra ihtiyacımız var. Muhalefeti güçlendiren bir yaklaşım ve kararlılığa ihtiyacımız var. Kendimize güvenmeye ihtiyacımız var. Biz değiştirip dönüştüreceğiz, biz yeni yaşamı inşa edeceğiz. Biz bu yeni hayatın mücadelesini verenleriz. Biz yan yana geleceğiz. Bu güç bizde var, oldurma inadı bizde var. Bunun sorumluluğu ve cesareti bizde var. O halde şimdi bu sorumluluğu, bu cesareti, bu ciddiyeti gösterme ve birlikte yürüme zamanı. Benzerliklerimizi hatırlama ve hatırlatma zamanı. Bizi ayrıştıran ya da ayrıştırma maksatlı ortaya atılan algılar üzerinden yürümenin ya da bunları güçlendirmenin zamanı değil.

Dil konusunda hassasiyet göstermeyenlerin bize dil uyarısı yapma hakkı yok

Bize sürekli bir sorumlu dil uyarısı yapılıyor, DEM Parti’ye. Yani bir nevi had bildirilmeye çalışılıyor ya da sınır gösterilmeye çalışılıyor. PM’mizin paylaştığı sonuç bildirgesinde de var, daha önce MYK tartışmalarımız sonrasında da ifade etmiştik. Biz son derece sorumlu bir dil kullanıyoruz; son derece kucaklayıcı, kapsayıcı ve birleştirici bir dil kullanıyoruz. Bize bu uyarıyı yapanlar ya da bize uyarıyı yapmaya kalkışanlar önce dönüp kullandıkları bir dile baksınlar. Bu dille mi yeni bir süreç inşasına girişiliyor? Bizim dilimiz son derece açık. İlk gün ne ise bugün de o. Biz hakikatin dilini kullanıyoruz. Olanı biteni tüm çıplaklığıyla ortaya koyabilme cesaretini gösteriyoruz. Herkesi bu cesareti gösterebilmeye davet ediyoruz. Herkesi aynı yapıcılığa, kucaklayıcılığa, birleştiriciliğe ve hassasiyete davet ediyoruz. Bu hassasiyeti gösteremeyenlerin bize uyarı yapma hakları yok.

IFrame

Ağustos ayı planlamamızın startını yarın Cizre’de vereceğiz

Barış ve Demokratik Toplum Süreci ile ilgili yeni dönemde yapacaklarımızı da anlatacağım. Merkezi Örgütlenme Komisyonumuz aralıksız bir şekilde çalışıyor. İl, ilçe ve belde örgütlerimiz, MYK’mız ve PM’miz, milletvekillerimiz, belediye eşbaşkanlarımız, il genel meclisi üyelerimiz; bileşen partilerimiz, kongrelerimiz, danışman arkadaşlarımız, hiç kimse ara vermiş değil. Hiç kimse tatil moduna geçmiş değil. Sıcaklık rekoru kıran ilçelerden bahsediyoruz. Mesela yarın Şırnak’ın Cizre ilçesinde Ağustos ayının bazı çalışmalarına start vereceğiz. Barış ve Demokratik Toplum Şöleni yapacağız. Günlerce bu şölenler farklı il ve ilçelerde sürecek. Temmuz ayında Barış ve Demokratik Toplum Süreci kapsamında 2000’i aşkın buluşma gerçekleştireceğimizi söylemiştik. Bunlar bitmek üzere. Gidilmedik köy, belde, ev kalmadı neredeyse. Tüm Türkiye’de Barış ve Demokratik Toplum Buluşmaları sürdü.

Yaz boyunca sahada olacağız ve çalışmalarımızı yürüteceğiz

Türkiye’nin onlarca yıldır en önemli konularından biri olan cezaevlerinde yaşanan sorunlara ve hak ihlallerine ilişkin de 1 Ağustos’ta başlayıp Ağustos’un sonuna kadar sürdüreceğimiz planlamalar var. Açıklamalar ve cezaevlerinde haksız bir şekilde tutulan insanlarla ilgili dayanışma eylemleri de Merkezi Örgütlenme Komisyonumuz tarafından planlanıyor. Yürüyüşler, mitingler planlıyoruz. Ekolojik kıyıma karşı, Barış ve Demokratik Toplum Sürecini güçlendirmeye ve bir yandan da 1 Eylül’e hazırlanmaya devam ediyoruz. Biliyorsunuz siyasi partilerle istişareler ve STK’larla buluşmalar süren aktivitelerimiz ve etkinliklerimiz bir yandan. Bunlar kesintisiz devam ediyor. DEM Parti İmralı Heyetinin Sayın Öcalan’la yaptığı son görüşmeden sonra kamuoyuna yapılmış bir açıklama var. Onunla ilgili de yine bilgilendirildiniz. Yani Barış ve Demokratik Toplum Süreci ve diğer başlıklara ilişkin en başından beri açık ve şeffaf bir biçimde olan biten her şeyi sizinle paylaşıyoruz.

IFrame

Komisyonun ismine de çalışma yöntemine de komisyon üyeleri konsensüsle karar vermeli

Soru: Komisyonun ismine ilişkin tartışmalar var. MHP, Kardeşlik ve Dayanışma Komisyonu dedi. Ne dersiniz? Bir de komisyonun nitelikli çoğunlukla karar alacağı açıklandı. Bu konuda yorumunuz nedir?

Biz ilk günden beri dedik ki komisyon toplansın, üyeler belirlensin, çoğulculuk ilkesi esas alınsın. Yani nitelikli çoğunluk-salt çoğunluk tartışmasına sıkıştırmadan komisyon usule ilişkin birlikte ortak bir karar versin. Bizim bu konudaki yaklaşımımız son derece açık. Önemli olan komisyonun işlevidir. Bu işlevsellik içinde de gerekli yöntemi bir konsensüsle belirlemesi. Yalnızca komisyon ismiyle ilgili değil. İçinde kardeşliğin, dayanışmanın, adaletin, demokrasinin, barışın, eşitliğin geçtiği kavramlara ilişkin yaklaşımımız sanıyorum ki son derece açık. Herkes tarafından biliniyor, çünkü biz yıllardır bunlar için mücadele ediyoruz. Eşit bir kardeşlik için, demokratik bir Türkiye için mücadele ediyoruz. Komisyon ismine ilişkin de komisyon üyelerinin vereceği bir kararla, bir konsensüsle bu kavramların geçtiği; mutabakatın, demokrasinin adaletin, eşitliğin, kardeşliğin, dayanışmanın, toplumsal yan yana gelişin, tüm bunların geçtiği isimler elbette bizim de kabulümüz olur. Ama buna komisyon üyeleri ortak bir mutabakatla karar verebilir. Bunun yanı sıra, Meclis’teki komisyon ile partimiz arasındaki irtibatı sağlayacak bir komisyonumuz da olacak. Başka siyasi partilerin böyle bir koordinasyonu var. Yalnızca Meclis’teki üyelerimiz değil partimiz de bu komisyonla ilgili ciddi çalışmalar yürütüyor. Daha öncesinde de çalışmalarımız vardı Türkiye’nin genel hukuki ihtiyaçlarına ilişkin. Ancak gelelim “terör” ifadesine. Yalnızca komisyon ile ilgili değil. Yaşadığımız bunca sene, bu kavramın neden kullanılmaması gerektiğini Türkiye’ye göstermiş olmalı. Meseleyi getirip güvenlik politikalarına hapsederek anlatmaya çalışmak ya da meseleyi bir “terör sorunu”ndan ibaretmiş gibi göstermeye çalışmak bu sorununun esasını kaçıran bir yaklaşım. Bizim mücadelemiz buna karşı yıllardır. Dolayısıyla eğer siz bu ülkede barışı inşa etme niyetindeyseniz ve neticede demokratik bir topluma varmak istiyorsak, bunu doğru düzgün adlandırmak gerekir. Biz en başından beri süreci “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” olarak adlandırıyoruz. Bizim için olması gereken de budur. Eşit kardeşlik ve demokratik Türkiye’nin de ihtiyaç duyduğu iki önemli kavram, iki önemli ihtiyaç aynı zamanda. Eşitlik bu temelde kurulacak. Kardeşlik ve kalıcı, adil ve onurlu bir barış bu temelde inşa edilecek. Dolayısıyla siyasi ve hukuki altyapısı oluşturulacak bir tanınma içerecek. Bunlar çok açık. Hiçbir şey bulunamıyorsa dahi ya da hiçbir konuda uzlaşılamıyorsa dahi herhalde bütün siyasi partiler eşit, kardeşlik ve demokratik Türkiye konusunda ortak bir konsensüse varırlar diye düşünüyoruz. Ya da toplumsal dayanışma kimi rahatsız eder? Ama hangi temelde nasıl bir dayanışma? Tüm bunları komisyonun konuşup bir ortak karara varacağına eminiz. Türkiye’nin komisyon aşamasına gelmiş olması, komisyonun yakında toplanıyor olması çok tarihi bir gelişme. Bunun önemli altını çizmek isterim.

Muhabir: Haber Merkezi