İnsan Hakları Derneği (İHD) Kadın Komisyonu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü Çerçevesinde Dernek Binasında Basın Açıklaması Gerçekleştirdi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Kadın Komisyonu adına Baran Öner tarafından okunan basın açıklamasında; “Bugün, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü. Bu gün, 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde diktatörlüğe karşı direndikleri için vahşice katledilen Mirabal Kardeşler’in anısına tüm dünyada kadınların şiddete karşı dayanışma ve mücadele günü olarak kabul edilmiştir. Aradan geçen onca yıllara rağmen, Türkiye’de kadınlara yönelik şiddet sistematik biçimde sürmekte, hatta her geçen yıl daha da artmaktadır” dedi.
Baran Öner sözlerine şu şekilde devam etti:
Kadın Cinayetleri Artıyor, Cezasızlık Derinleşiyor
Türkiye’de kadın cinayetleri son yıllarda korkunç bir ivme kazanmıştır. Kadınlar çoğu zaman en yakınları tarafından, evlerinde, sokakta, iş yerinde, yani yaşamın tam ortasında öldürülmektedir.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre yalnızca 2025 yılının ilk on ayında yüzlerce kadın erkek şiddeti sonucu yaşamını yitirmiştir.
Her biri birer sayı değil, yaşam hakkı elinden alınan bir insandır.
Bu cinayetlerin artışı tesadüf değildir; kadın cinayetleri politiktir.
Kadınların yaşam hakkını koruyamayan, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştiren, fail erkekleri koruyan her politika; bu ölümlerin zeminini hazırlamaktadır.
Cezasızlık, yetersiz soruşturmalar ve “iyi hal” indirimleri, topluma şu mesajı vermektedir: Kadınların yaşamı değersizdir.
Devletin Yükümlülüğü Var, Fakat Sorumluluklarını Yerine Getirmiyor
Devlet, hem Anayasa hem de taraf olduğu uluslararası sözleşmeler gereği kadınları her türlü şiddetten korumakla yükümlüdür. Ancak bu yükümlülük yıllardır yerine getirilmemektedir.
Sığınma evleri yetersiz, koruma kararları uygulanmamakta, kolluk ve yargı mensupları çoğu zaman cinsiyet eşitliği bilincinden uzak davranmaktadır.
Kadınların yaşam hakkı, erkek egemen sistemin sessizliğiyle gölgelenmektedir.
Kadına yönelik şiddete dair devlet kurumlarının sunduğu veriler şeffaf değildir.
Bilgi edinme hakkı kapsamında yapılan başvurular ya cevapsız bırakılmakta ya da eksik yanıtlarla geçiştirilmektedir.
Basında yer alan haberler sansürlenmekte, şiddetin gerçek boyutları toplumdan gizlenmektedir. Bu durum, yalnızca bilgi eksikliği değil, sistematik bir hak ihlali anlamına gelir.
Rojin Kabataş Cinayeti ve Faillerin Karanlıkta Bırakılması
Rojin Kabataş cinayetinde Delillerin toplanmasındaki ihmaller, Gülistan Doku’nun kaybedilmesi ve yıllardır bulunamaması, etkin bir soruşturmanın yürütülmemesi, bilgi edinme taleplerinin karşılıksız bırakılması ve kamuoyuna şeffaf bilgi sunulmaması kadınların yaşam hakkının sistematik biçimde ihlal edildiğini göstermektedir. Ailelerin ve kadın örgütlerinin tüm çabalarına rağmen devlet kurumlarının sessizliği devam etmektedir kadın cinayetlerinin nasıl bir politik sessizlik içinde karartıldığının acı bir örneğidir.
Rojin Kabataş, Gülistan Doku ve bu olaylara benzer birçok faili meçhul ya da “şüpheli ölüm” olarak kayıtlara geçen kadın cinayeti vakası, etkin soruşturma yapılmadığı için adaletin sağlanamadığını göstermektedir.
Bu suskunluk, yalnızca adaletin değil, yaşam hakkının da ihlalidir.
Ayrıca, kadın hakları savunucularına ve LGBTİ+ bireylere yönelik TCK 301 kapsamında açılan soruşturmalar, ifade özgürlüğünün baskı altına alındığını göstermektedir. Kadınların ve LGBTİ+ bireylerin hak mücadelesinin kriminalize edilmesi, insan haklarına aykırı bir uygulamadır ve toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesini hedef almaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’nden Çekilmek, Kadınların Hayatına Kastedilmesidir
Türkiye’nin 2021 yılında Cumhurbaşkanlığı kararıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi, kadınların yaşam hakkına yönelik en ciddi saldırılardan biridir.
Oysa İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetin önlenmesi, faillerin cezalandırılması ve mağdurların korunması konusunda en kapsamlı uluslararası sözleşmedir.
Bu sözleşmeden çekilmek, şiddetin önlenmesi yerine görmezden gelinmesi anlamına gelmiştir.
Bugün hâlâ İstanbul Sözleşmesi’nin ilkelerini savunuyoruz:
Yaşamak haktır, şiddet kader değildir.
Devletin görevi, kadınların yaşamını korumaktır; dini, ahlaki ya da siyasi gerekçelerle bu yükümlülükten kaçamaz.
Kadına Yönelik Hak İhlalleri Bir İnsan Hakları İhlalidir
Kadına yönelik her türlü şiddet —fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik— bir insan hakları ihlalidir.
Kadınların bedenine, emeğine, kimliğine ve özgürlüğüne yönelen her saldırı, sistematik eşitsizlikten ve devletin suskunluğundan beslenmektedir.
Adaletin tesis edilmediği her kadın cinayeti, toplumun vicdanında bir yara açmaktadır.

Baran Öner: İHD Olarak Taleplerimiz Açık ve Net:
1. Kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi için etkin, bütçeli ve sürekli bir devlet politikası oluşturulmalıdır.
2. İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden taraf olunmalı, 6284 sayılı yasa eksiksiz ve etkin biçimde uygulanmalıdır.
3. Kadın cinayetlerinde cezasızlık politikalarına son verilmeli, fail ve ihmali olan kamu görevlileri hakkında yargı süreci işletilmelidir.
4. Bilgi edinme hakkı ve basın özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmalı; kadın cinayetlerine ilişkin veriler kamuoyuna şeffaf biçimde açıklanmalıdır.
5. Tüm kamu görevlileri için toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi zorunlu hale getirilmelidir.
6. Kadın hakları savunucularına ve feminist örgütlenmelere yönelik baskılar derhal son bulmalıdır.
Kadınlar yaşamları, kimlikleri ve özgürlükleri için mücadele ediyor.
Bizler, İnsan Hakları Derneği olarak, bu mücadelenin insan haklarının temel parçası olduğunu bir kez daha vurguluyoruz.
Eşit, özgür ve şiddetsiz bir yaşam umudu için kadınların yanında olmaya devam edeceğiz.
Kadınlar var oldukça mücadele de sürecektir.
Yaşamak istiyoruz!
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ KADIN KOMİSYONU




