Ateizm yeni bir olgu değildir, tarihin her döneminde kendilerini ateist olarak tanımlayanlara rastlanmak mümkün. Bununla birlikte son yıllarda; bireysel varoluş tartışmaları, din karşıtı söylemler ve Tanrı’nın varlığını reddeden ateist yaklaşımların hem akademik dünyada hem de gündelik hayatta daha fazla ön plana çıktığını görmekteyiz. En basit ifadesiyle hayatlarını Tanrıya referans yapmadan sürdüren ateistler, insanın ve evrenin varoluşsal hakikatlerini bazen rasyonalist, bazen pozitivist bazen de sosyolojik ve psikolojik nedenlerle izaha çalışmaktadır.

WhatsApp-Image-2022-02-19-at-16.24.28

Buna, modern bilimsel verilere dayanarak ya da söz konusu verilerin anlamlandırılma biçimi üzerinden akıl yürüterek Tanrının yokluğunu ispatlama çabası diyebiliriz.

İnanmayan insan neden inanmamaktadır

Konu ziyadesiyle önemli. Önemli olduğu kadar da kışkırtıcı. Yazar, inanmayan insan neden inanmamaktadır, sorusuna cevap arıyor, bilimsel yöntemin sınırları içinde dolaşarak. Kişiyi böyle bir tercihe iten faktörlerin neler olduğunu sorguluyor psikolojik bir bakış açısıyla.

Dr. Gülfil, modern ve seküler çağda ateizmin düşünsel anlamdan daha ziyade dünyevi değerlere ve çağa uygun olarak değişen psikososyal faktörlere bağlı geliştiğini vurguluyor. Ateistik duygu düşünce ve davranışlarda baskın olan güdü, ihtiyaç ve etkenleri “bağımsızlık ve özgürlük arzusu”, “Tanrının algılanma biçimi”, “ kötülük problemi”, “anlam arayışı”, “akılcı ve mantıkçı (rasyonel) düşünce”, “bilim ve teknolojik gelişmeler”, “ekonomik liberalizm”, “modernite ve sekülerizm” olarak sıralıyor. Ateistlerin Tanrıya ve dinlere karşı reaksiyoner tutumlarını özgür düşünme, insanlığın gelişmesini sağlama, hayatın tüm hazlarını doyasıya yaşama ve dış otoriteden bağımsız bir biçimde kendini var edebilme arzusu olarak tanımlıyor.

Çalışmayı değerli kılan hususlardan birisi de şudur: Ateistlerin neden Tanrı tanımaz bir hayatı tercih ettiği sorusuna yazar, bizzat ateistlerle yaptığı mülakatlardan elde ettiği verilerle cevap aramakta. Bir de ateist tiplemesi yaptığını görüyoruz. “Militan ateistler”, “misyoner ateistler”, “muhalif ateistler”, “inançta kuşkulu ateistler”“yoksunluk hissiyle kimliği gölgeli ateistler”, “ideolojik ateistler”, “akılcı ve sorgulayıcı ateistler”, “mutlak bilimci ateistler”, “hazcı ateistler” ve “ kapitalist-seküler ateistler” şeklinde ifade edilen bu tiplemeler oldukça dikkat çekici. Ateistlerin birbirlerinden farklılaşan iddia ve söylemleri, sosyal kimlikleri, dünya görüşleri ve benimsedikleri değerleri bu tiplemelerin oluşturulmasında merkezi öneme sahip. Çünkü onlar psiko-sosyal, sosyo-kültürel, ahlakî ve ekonomik açıdan birbirlerinden ziyadesiyle farklılaşmaktadır.

Ayrıca ateist tiplerin belirginleşmesinde bilişsel ve düşünsel farklılıklaşmanın, mutlak akılcılık ve bilimsellik anlayışının, mantıkçı akıl yürütme ve muhakeme gücü gibi zihinsel etmenlerin, pozitivist eğitimin, nihayet varoluşu sorgulamayla birlikte hazcı bir yaşamı tercih etmenin farklı düzeylerde belirleyici olduğunun altını çiziyor.

Ateistlerin genellikle her yerde aynı olduğu iddia edilse de acaba Türk tipi bir ateizmden bahsedilebilir mi? Dr. Gülfil’in verilerine dayanarak bu soruya rahatlıkla “Evet” cevabı verebiliriz.

Bu çalışmada Dr. Derya Gülfil, okuyucuların dikkatini inanmayan insanların ruhsal dünyasına yönelterek onları daha iyi anlamanın yolunu açıyor okuyucuya. Bu arada sadece ateistlerin iç dünyasını anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda onların inanan insanlara, özellikle Müslümanlara bakışını da ortaya koymaya çalışıyor. Duruyor ve düşünüyoruz.

Müslümanlar arasında inanç-davranış ve söylem-temsil tutarsızlığı bir yandan gerginlik oluşturuyor üzerimizde bir yandan da “yüzleşme yoksa ne bireysel ne de toplumsal iç görü sağlanamaz” diyoruz.