HALEPÇE’DEN KORONAVİRÜS’E İNSANLIĞIN YAŞAM SAVAŞI İlk gelişmiş kimyasal silahlar I. Dünya Savaşı'nda ku...

HALEPÇE’DEN KORONAVİRÜS’E İNSANLIĞIN YAŞAM SAVAŞI

İlk gelişmiş kimyasal silahlar I. Dünya Savaşı'nda kullanıldı. Almanya 1915 yılında Ypres muharebesi olarak bilinen çatışmalarda öldürücü nitelikteki sarı ve yeşil renkli klorin gazını savaş meydanına salmıştı. Gaz, yüzlerce Fransız askerinin akciğerlerinde derin tahribat sonrası ölümüne yol açmıştı ancak zamanla yaygınlaşan kimyasal gaz yöntemi I. Dünya Savaşı'nda yaklaşık 100 bin kişinin ölüme sebep oldu.

II. Dünya Savaşı da kimyasal silahların yoğun şekilde kullanıldığı çatışmalara sahne oldu. Savaşta "Napalm" denilen yapışkan ve benzine benzeyen madde kullanıldı. Harvard Üniversitesi Profesörü Louis Fieser ve ekibi tarafından geliştirilen bu madde, kurbanların derilerini eritebilecek etkiye sahip. ABD'nin Napalm'in kullanıldığı bombayı 1943 yılında Tokyo'ya fırlatmasıyla yaklaşık 100 bin kişi hayatını kaybetti. Nagazaki'ye düzenlenen atom bombası saldırısından daha büyük etkileri olan bu kimyasal silah daha sonra Vietnam Savaşı'nda da kullanıldı.

1940'ta bitkiler için geliştirilen ve yaprak dökücü olarak tasarlanan "Agent Orange" adlı kimyasal madde ise ABD ordusu tarafından 1967 yılında Vietnam Savaşı'nda insanlara karşı kullanıldı. "Agent Orange" içerdiği dioksin maddesiyle insan vücudunda 10 yıl boyunca kalabiliyor. Savaştan yarım yüzyıl geçmesine karşın kurbanlar hala bu maddenin sebep olduğu hastalıklarla mücadele ediyor. Birçok kanser, parkinson ve bebek ölümlerinin sebebinin savaşta kullanılan bu madde olduğu iddia ediliyor.

1983'deki İran-Irak savaşında kullanılan "sarin gazı" da az bir miktarı ile insanları dakikalar içinde öldürülebiliyordu. Alman kimyager Gerhad Schrader tarafından 1938 yılında bulunan "sarin gazı" sinir sistemine kısa sürede nüfuz ederek felçlik meydana getiriyor.

Sarin gazı, dönemin Saddam Hüseyin yönetimi tarafından 1988 yılında düzenlenen Halepçe katliamında da kullanılmış, 5 binden fazla insan ölmüş, yaklaşık 7 bin kişi yaralanmıştı. Kuzey Irak'taki Kürtlere yönelik gerçekleştirilen bu katliamdan sonra 1991 yılında BM tarafından kimyasal silah kategorisine alınan bu gaz, daha sonra 1995 yılında Tokyo metrosuna düzenlenen terör saldırısında kullanılmıştı. Saldırıda 12 kişi ölmüş yüzlerce kişi yaralanmıştı.

Yukarda kısaca özetlediğimiz kimyasalların insan yaşamında ki olumsuzluğu tartışılamaz. 16 Mart Halepçe katliamının yıldönümü. Halepçe katliamı öncesi de tabloya baktığımızda iktidarı ellerinde tutanların yayılmacı politikalarının bir aracı olarak kendi siyasal ve sınıfsal çıkarları için uygulamaktan çekinmediği bu yöntemler insanlık tarihinin utanç sayfalarını oluşturuyor.

Savaşlar ve terör saldırılarında kullanılan kimyasalların yerini şimdi koronavirüs almış gibi. Tüm dünyaya kimyasal bir bomba atılmışçasına her gün ölümlerin arttığını görüyoruz. Savaş şimdi başka bir boyuta dönüşmüş.

Kimi bunu dünya nüfusunun azaltılması için yapıldığını söylüyor, kimi fare ve yılanlara bağlıyor.

Hastalığın çıktığı ilk zamanlarda bunun Çin ekonomisini vurmayı hedefleyen biyolojik bir savaş olduğunu ileri sürenlerde oldu.

Ortaya çıkan tablo gösteriyor ki insan gerçekten insanın düşmanı durumuna geldi. İleri sürdüğü kaos haberleri dahil pratik anlamda ki uygulamalarına da bakacak olursak insanlığı daha ileri taşıyacak hamleler daha yavaş ve dönüştürücü etkisi daha zayıf.

Gelinen noktada koronavirüs’ün yarattığı yıkıcı etki insanlığı hiç olmadığı kadar evlere kapatıyor. Teknolojinin yarattığı yabancılaşma şimdilerde koronavirüs ile daha da artacak gibi görünüyor.

Bilim insanları, bu salgının yıkıcılığının 2020 ile sınırlı kalmayacağını ileri sürüyorlar. Önümüzde ki yıllarda da hastalığın farklı boyutlar alacağından endişeliler.

Böylesine yalın bir gerçeklik ile karşı karşıyayken insanın insana düşmanlığını sürdürmenin mantığını ortadan kaldıracak olan da insanın kendisidir.

Her fırsatta birbirine nefret duygularını besleyen olgulardan arınmanın yolu, barış içinde bir arada yaşamaktan geçmektedir.

Koronavirüs yaşanan savaşları ve ölümleri unutturdu, göçmenlerin yaşadığı travmaları unutturdu, işsizliği unutturdu ve öne çıkan toplumsal travmaların büyük bir bölümünün rafa kalkmasına neden oldu.

Bir koronavirüsün yarattığı bu duyguları normal yaşamda insanlığın yeniden inşası için kullanabiliriz. Ölümün elçisi koronavirüs tüm insanlığa ölümü eşit sunuyor. Ölümlerle eşit olmaktan yorulduk. Şimdi yaşarken eşit olmayı, birlikte üretmeyi ve yürümeyi başarmak zorundayız.