İktisat bilimi sınırlı kaynaklarla sınırsız ihtiyaçlar arasındaki ilişkiyi inceleyen bilim dalıdır. İstekleriniz az ise eksiğiniz de azdır. İnsan bolluğa iki şekilde ulaşır. İhtiyaçlar ya çok üreterek veya az şey arzu edilerek kolayca karşılanabilir. Yoksul ülkelerde halk daha basit bir hayat yaşadığı için rahattır, zengin ülkelerinde ise halk genellikle daha fazla beklenti içerisinde olduğu için görece yoksuldur.

Tarih kitaplarında Paleolitik Çağ’da hayatın çok zor olduğu avcı ve toplayıcılık yapan insanın teknik yetersizliğinin, hayatta kalabilmek için ona sürekli çalışmayı emrettiği, ne durup dinlenme ne de artık ürün biriktirme imkânı insana tanımadığı, dolayısıyla "kültür inşa etmek" için "boş zaman"  bırakmadığını yazar. Acaba gerçekten de böyle miydi?

Antropolog Marshall Sahlins Taş Devri Ekonomisi kitabında bu anlayışa itiraz ediyor. “Sanılanın aksine avcılık ve toplayıcılık yapan atalarımızın bizlere göre çok daha mutlu ve bolluk içinde yaşamıştır.”  İlkel kabileler üzerine sahada yaptığı çalışmalar neticesinde elde ettiği veriler ve diğer antropolog meslektaşlarının ulaştığı sonuçlara bakarak yerleşik paradigmanın tamamen bir yanılsama üzerine kurulduğunu ifade ediyor.

Günümüz insanın çoğunun hayatını cehenneme çeviren iki zalim güç (ihtiras ve açgözlülük) ilkel insanın ormanlarında hüküm sürmemiştir. İlkel insan basit bir yaşamdan memnun olduğu için mutludur. Bugün etrafı tarım yapanlar ile çevrili olmasına karşın bazı ilkel kabileler neolitik devrimi ‘bu işin çok fazla ağır çalışma gerektirdiği gerekçesiyle’ ısrarla reddediyor. “Etrafta bu kadar toplanacak yemiş varken neden kendimiz bitki yetiştirelim?”

Antropologlar eserlerinde ilkel kabileleri anlatırken şu ifadeleri sıklıkla kullanır. “Onlar asla telaş içinde değiller, telaşsız ve endişesiz bir şey yapamayan bizlerden oldukça farklılar. İlkel avcı ve toplayıcılar yarının ne getireceğine dair en ufak bir endişe taşımadan umursamaz bir biçimde yaşamaya devam ediyorlar. Yiyeceklerini istif etmeden kendileri ve komşularına ziyafet çekerler. Doğanın stokladığı yiyeceklerin kendilerinin istifleyebileceklerinden çok daha fazla olduğuna inanıyorlar. Bu yüzden artı ürünü depolamak gibi bir kaygıları olmuyor. Yıllar boyu endişeden azade bir sonraki günü bekleyerek yaşamaya devam ediyorlar.” Modern toplum, klasik sorunlarına bir türlü cevap bulamadığı için kariyer mutluluk getirmiyor. Mutsuzluk, beyaz yakalıların kaderi mi?

Tekrar konumuza dönelim, antropologların yapmış olduğu tespitlere göre bu kabileler bütün bir yıl yiyecek tedarik etmek için günde en fazla bir kaç saat vakit ayırmaktalar. Günümüz pazar ekonomisinin ise kıtlığı sıradanlaştırdığı açıkça görülüyor.

Kapitalist iktisat sistemi ile maddi nesnelere olan hayvansı bağımlılığımız ve onların esiri olmamıza yol açtı. Kapitalizm, bir iflas ve israf sistemi olduğundan kıtlık ideolojisi ile katışıksız aç kalma korkumuz kontrolden çıkmış durumda. Ne demişti Mandıra Filozofu: “Nasıl özgürleşeceğiz? Vazgeçerek!”

Burjuva ekonomisi modern insanın mutsuz kaderini düzeltebilmesi için ideal bir örneği doğada aradı ve buldu; karınca. Eğer onlar gibi çalışkan olursa insan, mutlu olabilecek ve bütün ihtiyaçlarını karşılayabilecekti. Ne yazık ki yeni elde edilen bulgular ile burjuva ekonomisinin bu konuda da bir yanılgı içerisinde olduğu görüldü. Yapılan araştırmalara göre işçi karıncaların en az %20-25’lik bir kısmının ömürleri boyunca boş oturdukları tespit edildi.

Avcı-toplayıcı ekonomisini bizlerin yeniden düşünmesi gerekir. Yerleşik algının yöntemsel hatası, mevcut yoksulluğa bakarak onların yoksunluk ve mutsuzluk içerisinde olduğu çıkarımına ulaşıyor, oysaki hakikat bunun büyük bir yanılsama olduğunu gösteriyor. Filipinlerdeki Hanunoo kabilesi üyeleri ilkel tarım için yılda 1200 saat çalıştıkları tespit edilmiş, bu günde 3 saat 20 dakikaya denk geliyor. Günümüz emekçisinin, emek- yoğun çalışma biçimi yüzünden ilkel insanın çalışma süresi modern emekçisi için tatlı bir hayalden ibaret. Eldeki verilere göre yoksulluk ya da varsıllık olgusu ilkel avcı-toplayıcı insan için değil, günümüz insanı için geçerli bir kavramdır. Ne demişti Yunus Emre:  “Mal sahibi, mülk sahibi. Hani bunun ilk sahibi? Mal da yalan, mülk de yalan. Var biraz da sen oyalan.”

Emekten tasarruf etmek için icat edilen aletlerden hiçbirisi kimsenin emek süresini azaltmadı.  Aksine teknik geliştikçe çalışma süreleri arttı, koşulları zorlaştı ve boş vakit süresi azaltıldı. Piramitleri inşa eden kölelerden bile daha çok çalıştığımız iddiası, abartı olmasa gerek.  Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar filmi bu gerçeği yüzümüze bir tokat gibi indirmişti. Günümüzde yüz milyonlarca insan geceleri yatağa aç giriyor. Paleolitik dönemde bile böyle bir oranın olmadığından emin olabilirsiniz.

İçerisinde bulunduğumuz çağ; uzay çağı, dijital çağ, ya da yapay zekâ çağı değil, daha önce benzeri görülmemiş bir Açlık Çağı’dır. Teknolojik gelişmelerin inanılmaz bir biçimde arttığı bu çağda açlık sıradanlaşmış ve hatta kurumsallaşmıştır. Bilim ve teknoloji geliştikçe açlık miktarı artmaya devam etmektedir. Bu işte bir yanlışlık olmalı; Ama ne?

Yazar: Hüseyin Bakay