Josep Borrell,  Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi sıfatı ile yaptığı açıklamada “Avrupa bir bahçedir. Biz bir bahçe kurduk. Her şey işliyor. İnsanlığın inşa edebileceği, siyasi özgürlük, ekonomik refah ve sosyal uyumun en iyi birleşimidir. Dünyanın geri kalanı ise tam olarak bir bahçe değil. Dünyanın geri kalanının çoğu bir ormandır ve orman bahçeyi istila edebilir.” J. Borrel, sözleri emperyalist-üstten bakışın tipik bir tezahürüdür.    

Batı medeniyet bahçesini koruma adına dünyaya yeni bir nizam verme çabası içerisindedir. Dünya ekonomi-politiğinin jandarması İngiltere’nin zamanla geri çekilerek yerini Amerika’ya bırakmıştır. ABD daha doğrusu Anglosakson devlet aklı kontrolündeki küresel ekonomik kuruluşlar dünya ekonomisini bir bütün olarak kontrol etmektedir. Yeni jandarma ABD, dünya genelindeki yabancı askerî üslerin yüzde 95’ini elinde bulundurmaktadır. 150’den fazla ülkede, 800 civarı askeri üste yaklaşık 350 bin ABD askeri görev yapmaktadır.

Bu sayede saldırgan ve tahakküm edici kapitalist sermayenin serbest dolaşımını sağlamak adına yeni dünyanın ‘küresel bir köy’ olduğu ifade ederek, ulus devletleri ‘vasal devletler’e dönüştürmüştür. Evet, Josep Borrel haklıdır. Avrupa bir bahçedir, ancak medeniyet bahçesi değil Amerika’nın arka bahçesidir. Almanya iki dünya savaşında yapamadığı Avrupa hâkimiyetini Avrupa Birliği eliyle sağlamaya çalışırken, Ukrayna savaşı ve gaz sevkiyatının durması ile karda kışta sokakta kalan ‘zavallı bir biçare’ye dönüşmüştür. İlk NATO Genel Sekreteri  Lord Hastings İsmay’ın “NATO, Rusları dışarda, Amerikalıları içeride ve Almanları aşağıda tutmak için kurulmuştur.”  Sözleri mevcut durumun özeti gibidir. Anglo-sakson politikalar yüzünden diğer Avrupa ülkeleri için de durum farklı değildir.   

İngiltere, 17.yüzyılın başından itibaren batıda ve doğuda sömürgecilik faaliyetlerini yoğunlaştırmış, birbiri ardınca ele geçirdiği yabancı topraklarda ilk sömürge yönetimlerini tesise başlamıştır. ABD ve Kanada’dan Hindistan’a kadar uzanan geniş bir coğrafyada, İngilizlerin artık kalıcı hale gelmiş ayak izlerine rastlamak mümkündür. 19.yüzyılın ikinci yarısında ise Büyük Britanya’yı tanımlamak için herkesin kullandığı ifade: ‘Üzerinde güneşin batmadığı imparatorluk’tur. Üzerinde güneş batmayan ve muhteşem yalnızlık içerisinde dünyanın ilk küresel gücü olan İngiliz emperyalizminin temel ilkesi her koşulda Talan Düzeni’nin devam etmesidir.  

Talan Düzeni’ni, iki çarpıcı örnek ile pekiştirelim; köleler için yazılan İncil ve Afyon Savaşları.                                                                                                                                       

İngiliz misyonerler Orta Amerika’da kolonilerindeki köleler için Hıristiyanlığın sözde kölelik yanlısı olduğunu ikna etmek maksadıyla İncil'in sansürlenmiş bir versiyonunu hazırladılar. 1952’ye kadar İngiliz sömürgesi olan British West Indies’deki Zenci Kölelerin Dini Eğitimi için bir misyonerler grubu tarafından yayınlandı ve Beilby Porteus derneğin başkanıydı. Bu İnciller 19. yüzyılda İngiliz sömürgelerinde kullanılmak üzere İngiltere'de üretildiler.                       

Bu İncil’de köleler için sadece itaat etme ve boyun eğmeyi teşvik eden pasajlar vurgulanırken, özgürlüğe ve kölelikten kaçışa yapılan tüm atıflar tamamen metinden çıkarılmıştı. Sırf insan kaynağını sömürme gayesiyle misyonerler kilisede köle sahibine boyun eğmeyi anlattılar.

Rahip Porteus tarafından verilen bu talimatların gayesi İngiliz yazışmalarına şöyle yansımıştı: “Kutsal metinlerin özellikle Zenci kölelerin efendiye karşı görevlerini anlatan seçkin bölümleriyle birlikte kısa bir halk duası hazırladık, daha güzel oldu” şeklinde izah edilmişti

İngiliz misyonerler köleleştirilmiş nüfusun eğitiminde ve din değiştirmesinde bu metodu kullandılar. İncil’den çıkarılan pasajlarda “Ne köle ne de özgür vardır, çünkü hepiniz Mesih İsa'da birsiniz" gibi ayetler vardı. Dolayısıyla bu İncil’de sanki Tanrının tek emri kölelikti

İngiliz misyonerler, Çıkış, Mezmurlar ve Vahiy Kitabı gibi bölümleri, kölelere tehlikeli bir özgürlük umudu ve eşitlik hayalleri aşılayabileceğini düşündükleri için “zararlı ayetler” çıkarıldı. Bu İncil, Siyahi Kölelerin Hristiyanlaşması Derneği tarafından Londra'da basılmıştır. (Bu incilin orijinalini okumadığımız için bunun bir iddia olduğunu ifade etmek ilkeli yaklaşım olacaktır.) Bu örnek dini siyasete alet etmenin alametifarikasıdır.                                                                                                                              

Afyon Savaşları; (1839-1842 ve 1856-1860 savaşları) İngiltere, Çin ticaretinde sürekli olarak açık vermekteydi. Çin’in ipek, porselen ve daha pek çok ürününe milyonlarca sterlin ödemekteydi. Çin ile olan ticaret açığını dengelemek için İngiltere, Çin'i Hindistan'da üretilen dünyanın en kaliteli afyonu ile tanıştırıp tonlarcasını bu ülkeye sokarak bir süre sonra da afyon karşılığı çay ithal etmeye başlar. Çin'de inanılmaz bir sosyal dejenerasyon yaşanır 10 milyon Çinli bağımlı olur. (İngiliz Hindistan’ın toplam gelirinin %22’si afyondan sağlanır.)

Çin imparatoru afyona savaş açar ve ülkesinde yasaklar. Kraliçeye de mektup yazar "bu ürün sizin ülkede zaten yasak, bize niye gönderiyorsunuz, bunun denizaşırı ticaretini de yasaklayın" Kraliçe Victoria oralı olmaz, İmparator, İngiltere'yle bütün ticareti durdurma tehdidinde bulunur, savaş başlar. İngiltere, Fransa’nın da desteği ile Çin’i yener. İngiltere toprak ve tazminat alır. Ve Çin’e afyonu serbestçe satmaya devam eder. İngiltere, Çin’e afyon satmak için değil, bu geri ülkeye medeniyet götürmek için savaştığını ilan etmiştir. (Tıpkı Amerika’nın Irak’a demokrasi götürmek için savaşması gibi.)

İnsanlık yeterli ahlaki olgunluğa erişmediği, insanı kâmil olmadığı ya da insan evrimleşmediği sürece ‘Talan Düzeni’ mütemadiyen devam eder

NOT: Değerli dostum ve meslektaşım Ayhan SAĞMAK’ın “Aramak ve Bulmak” kitabını tüm kitapseverlere tavsiye ederim.

Yazar: Hüseyin Bakay