“Ormanlar yanıyor. Tüm Akdeniz havzasında, Türkiye’de, Yunanistan’da, Tunus’ta, İtalya’da, Fransa’da… Alevlerin harareti kadar keskin bir başka yangın daha var: Egemen ideolojinin gündem belirleme gücüyle, bu felaketin sınıfsal izlekten kopartılıp kişisel zaaflara, milli zaaflara, teknik eksikliklere indirgenmesi. Sınıfsallıktan arındırılmış her anlatı, krizin gerçek sorumlularını perdeleyip, sistemin suç ortaklarını temize çeker.” Dr. Nasır Nesanır

Türkiye, her geçen yıl daha da şiddetlenen orman yangınlarıyla boğuşurken, bu felaketlerin perde arkasında yatan acı gerçekler, sadece yanan ağaçlardan ibaret değil. Yetersiz müdahale kapasitesi, yangın söndürme araçlarının eksikliği ve en önemlisi, cansiperane mücadele eden orman işçilerinin ağır ve insani olmayan koşulları, bu büyük dramın temelini oluşturuyor.

Orman İş Sendikası Genel Başkanı Birol Gök'ün yaptığı açıklamalar, Türkiye'nin orman yangınlarıyla mücadelesindeki kanayan yarayı gözler önüne sermişti. Kadrolu çalışan sayısının yetersizliği, yangınlara etkili müdahalede kilit rol oynayan saha personelini azaltıyor. Gök, insanca çalışma koşulları ve daha etkin bir yangın mücadelesi için acilen ikili vardiya sistemine geçilmesi gerektiğini vurguluyor.

Bu yetersizlikler, sadece maddi değil, aynı zamanda can güvenliği açısından da büyük riskler taşıyor. Altı işçinin yapması gereken işi bir veya iki işçinin üstlenmek zorunda kalması, iş kazalarına davetiye çıkarıyor. Tarım Orman İş Sendikası'nın 2020 verilerine göre, 4 bin 200 iş kazasında 2 bin 200 orman işçisinin uzuv kaybı yaşaması, sorunun boyutunu gözler önüne seriyor.

Bu trajik tablonun son örneği ise Umut-Sen'in açıklamasıyla gün yüzüne çıktı: Eskişehir Seyitgazi'de çıkan yangında 11 orman işçisi hayatını kaybetti. Ve ne yazık ki iş cinayetleri sonucu bu kayıplar artıyor. Umut-Sen'in açıklamasında yer alan "%95’i maden ruhsat alanı olarak belirlenen Seyitgazi ilçesinde kaybettiğimiz canlarımızın, canlılarımızın ve ağaçlarımızın katillerini tanıyoruz!" ifadesi, yangınların sadece doğal felaketler olmadığını, aynı zamanda ekonomik ve siyasi tercihlerin de bir sonucu olabileceğini acı bir şekilde gösteriyor.

Orman arazilerinin ranta açılması, madencilik faaliyetleri gibi çevresel yıkıma yol açan uygulamalar, yangınların çıkışında ve yayılmasında önemli birer faktör olarak karşımıza çıkıyor.

Tüm bu zorluklara rağmen, orman yangınlarının en ön cephesinde yine işçiler ve emekçiler yer alıyor. Onlar, en zorlu koşullarda, canları pahasına mücadele ediyorlar. Unutulmamalıdır ki, bu dünya ne öküzün ne de kapitalistlerin boynuzları üzerinde duruyor; bu dünya, ilaca, ekmeğe, giyinme ve barınma imkanına sahip olmamızı sağlayan işçilerin ve emekçilerin elleri üzerinde duruyor.

Yangınlar söndüğünde, duman dağıldığında, geriye sadece külleşen ormanlar ve yitip giden hayatlar kalmıyor. Aynı zamanda, yetersizlikler, ihmaller ve sorumsuzluklar da apaçık ortada kalıyor. Bu felaketlerin bir daha yaşanmaması için sadece ormanları değil, onları korumak için mücadele eden emekçilerin de korunması gerektiği acı bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Orman işçilerinin çalışma koşulları iyileştirilmeli, ekipman ve personel eksiklikleri giderilmeli ve yangınların ardındaki tüm sebepleri şeffaf bir şekilde ortaya koyarak gerekli önlemler alınmalıdır.

Dr. Nasır Nesanır’ın “Ormanlar Yanarken Orta Sınıf Ne Yapar?” başlıklı makalesinden bir alıntı ile başladım bu yazıya yine ondan bir alıntı ile bitiriyorum:

Çünkü orman, sadece doğa değildir; halktır, bellektir, müşterek yaşamdır. Küllerinden geriye kalan yalnızca ağaçlar değil, bin yıllık bir birlikte yaşama kültürüdür. Bu yüzden her orman yangını aynı zamanda bir sınıf yangınıdır. Doğa ile insan arasındaki bağın ticarete, ranta, ayrıcalıklı yaşama kurban edilişinin yangınıdır. Ve bu yangında yalnızca ağaçlar değil, geleceğimiz de yanmaktadır.”

Adil Okay