Size bahsedeceğim resim, 19. yüzyıl ressamlarından Berthe Morisot tarafından çizilmiştir. Onun döneminde burjuva sınıfı için çocuklarının sanat eğitimi alması önemliydi. Morisot'nun annesi Marie de kızları Berthe ve Edma'nın sanat eğitimi alması için en kaliteli öğretmenleri ayarlayarak ders almalarını sağladı. Ancak o dönemde kadınların sanat okuluna gitmesine izin verilmiyordu. Bu nedenle kız kardeşlerin, Louvre Müzesi'ne bir refakatçi eşliğinde yaptıkları ziyaretler dışında çizimlerini geliştirebilecekleri başka seçenekleri yoktu.

Kız kardeşlerden Edma, resmi bırakarak evlenmeyi seçti. Kadınlar için zorlu bir yolculuk olmasına rağmen Berthe resim çizmeye devam etti. Kadınlar bu dönem son derece kısıtlı bir hayat yaşıyorlardı. Erkek ressamlar sokaklarda, tiyatroda, kafelerde ve barlarda vakit geçirirken, Berthe Morisot sadece ev yaşamı sürdürüyordu. Dış dünya ile ilişkisi sadece ailesi aracılığıyla mümkündü. Bu durum, resimlerine konu ve tema bulmasını zorlaştırıyordu. Ancak o, bu kısıtlamayı bir fırsata çevirdi ve kadınların dünyasını çizdi. Sonunda Fransa'da tanınmış ve popüler bir ressam haline geldi.

Annesinin de desteğiyle dönemin ünlü ressamları ile tanışma fırsatı buldu. Fransız Empresyonizm akımında etkili bir ressam haline geldi ve Empresyonist ressamların öncülerinden Edouard Manet'nin erkek kardeşi Eugene Manet ile evlendi. Kendisi erkek ressamlardan oluşan bir çevrenin içinde olmasına rağmen nadiren erkek figürü resmetmiştir.

O, günlük Fransız yaşamını betimleyen ev sahnelerine, kadın ve çocuklara odaklanmıştı.

"Genç Kadın Bir Çalıyı Sularken" Adlı Eser

Berthe Morisot'nun eserleri arasında benim en çok ilgimi çeken resimlerden biri, "Genç Kadın Bir Çalıyı Sularken" adlı tablosudur.

Yağmurun taze izleri balkonun zemininde belli oluyor. Hava ise hala puslu, sanki her an yeniden yağacak gibi. Bunu bulutların arasındaki koyu gri ve açık eflatun tonlarının farklılıklarından hissediyorsunuz. Balkon zemini damlalarla parlıyor ve çiçekler de yağmurdan tam nasibini almış. Bir kadın elbisesinin etek uçları ıslanmasın diye toplamış, çiçek suluyor. Yağmurlu havada çiçek sulayan kadın figürü bende ev işleri, toplumsal cinsiyet rolleri ve kadınların otomatikleşmiş davranışlarını düşündürdü. Hava zaten yağmurluyken çiçek sulamak, dışarıdan bakıldığında mantıksız veya gereksiz görünebilir. Ancak kadının bunu yapması, belki de içselleştirdiği bir sorumluluk hissi veya dışarıdan gelen beklentiler nedeniyledir. Tıpkı "evin işi kadına aittir" gibi köklü toplumsal inanışlar yüzünden, kadınların üzerindeki görünmez baskı ve "ne olursa olsun bu işler yapılacak" algısı. Bu durum, kadınların üzerindeki bitaıeyen yüke ve "her şeyin mükemmel olması gerektiği" yönündeki beklentilere işarettir.

Kadınların geleneksel olarak üstlendiği ev işleri, tıpkı yağmurda çiçek sulamak gibi, çoğu zaman görünmez ve takdir edilmeyen bir emektir. Hava durumu ne olursa olsun, hatta koşullar elverişsiz gibi görünse bile ev işleri bitmez ve sürekli devamlılık gerektirir. Yemek pişirme, temizlik, çocuk bakımı, çamaşır yıkama gibi işler, "bugün yapmasam da olur" denilebilecek şeyler değildir. Kadın, sanki bu bitmeyen döngünün ve sorumluluğun bir temsili gibidir.

Bitmeyen ev işlerini antik Yunan mitolojisindeki Sisifos'un sonsuz döngüsüne benzetiyorum. Sisifos, tanrıları kandırdığı için sonsuz bir cezaya çarptırılmıştı: Büyük bir kayayı bir dağın tepesine kadar itmek ve kaya tam tepeye ulaştığında onun tekrar aşağı yuvarlanmasını izleyip baştan başlamak. Bu, anlamsız, yorucu ve asla bitmeyen bir çabadır. Ev işleri de öyledir. Gün boyunca evin içinde yemek, temizlik, çocuk bakımı, erkek bakımı gibi işler tekrarlanır ve sabah uyandığında bu döngü baştan başlar. Tıpkı kayanın her seferinde aşağı yuvarlanması gibi, ev işleri de asla kalıcı olarak bitmez.

Küçüklükten itibaren öyle bir yüklenmiş ve kadının içine öyle bir işlenmiştir ki otomatik bir tepki haline gelmiştir. Kendimden biliyorum; kalabalık bir ev ortamında insanların içtikleri çayı sürekli takip etmek gibi basit görünen bir eylem bile sadece kadınların aşina olduğu bir döngüdür.

Bu duyguyu hiçbir erkek tam anlamıyla anlayamaz; çünkü onlara böyle bir toplumsal yükleme yapılmamıştır. Burada amacım erkekleri kötülemek değildir; hatta bu durumdan rahatsız olup eşitliği savunan çok sayıda erkek de vardır. Ancak kadının ve erkeğin zihnine bu roller öyle bir işlenmiştir ki farkına bile varmadan yağmurlu havada çiçek sulayan kadın figürü, dışarıdan bakan kimseye asla bir tuhaflık hissettirmez... Sisifos'un çabası için herhangi bir ödül veya takdir yoktu, sadece ceza vardı. Kadınların yaptığı ev işleri de sıklıkla takdir edilmez, "kadının görevi, doğal" olarak görülür ve nadiren maddi veya manevi bir karşılık bulur. Bu, emeğin göz ardı edilmesine yol açar.

Berthe Morisot, 19. yüzyıldan tuvaline yansıttığı bu isyanı bize ulaştırırken, 21. yüzyıl Türkiye'sinde değişen tek şeyin farkındalık olduğunu görüyoruz. Bu durum, kuşaktan kuşağa aktarılan bilinçaltısal bir hal almış durumda. Dolayısıyla, buna dur diyecek ve yeni kuşaklara sağlıklı aktarımı yapacak olanlar da biz farkında olanlardır.

Aile kavramına yüklenen kutsallığın burada nasıl bir işlevi olduğunun bilincinde olmalıyız. Mevcut düzen içindeki 'kutsal aile'ye ve kadının bu aile içindeki görünmez emeğine dokunmadan yapılan kadının yüceliğine ve eşitlik hakkına dair yüzeysel söylemlerin yetersizliğinin farkına vararak mücadeleyi örmek şart. Bu mücadeleyi sadece kadınların sorunu olmaktan çıkarıp, kadın ve erkeğin ortak mücadelesi haline getirmeliyiz. Zira en çok kadını ezen bu düzen, erkeği de başka bir biçimiyle ezmektedir. Sonuç olarak, enerjimizi kadın- erkek arasındaki kısır ev içi ve sosyal yaşamdaki güç savaşına harcamak yerine, bizi bu duruma getiren düzene odaklanmalıyız.