KEMALİST İLAHİYATÇI, ÖĞRETMEN MEHMET GÖL
İKİNCİ BÖLÜM:
Yaşanan Sorunlar ve Sürgün
25.11.2025 tarihinde yayınladığımız “3 Bölümde Kemalist İlahiyatçı, Öğretmen Mehmet Göl” başlıklı söyleşimizin ikinci bölümüyle karşınızdayız. Bu bölümde Mehmet Göl, inandığı değerler uğruna sergilediği boyun eğmeyen tavrıyla bizlere ilham veriyor. Düziçi İlk Öğretmen Okulu'nda başlayan öğretmenlik serüveninde, o soruşturmalar, baskılar ve zorunlu sürgünleri anlatıyor. İnançları, ailesi, sağlığı ve öğretmenlik aşkı arasında nasıl bir denge kurmaya çalıştığına tanıklık edeceğiz.
İyi okumalar!

Mehmet Göl: Düziçi İlk Öğretmen Okulu'ndaki çalışmalarıma devam ederken, İlahiyat Fakültesi'nde aldığım laik eğitimin gereği olarak Atatürkçü doğrultuda etkinliklerde bulunuyordum. İlişkilerim hep bu düzeydeydi. Oradaki çalışmalarımız, mevcut genel yönetimin dikkatini çekmiş olmalı ki, biz Düziçi'nde çalışırken istem dışı, yurdun farklı köşelerinde sürgün hayatına başladık. Önü alınamayan zorluklar ve baskılarla karşılaştım.
(Hilal Bal): Yani hakkınızda soruşturma mı başlatıldı?
Mehmet Göl: Ankara’da yayımlanan Halk Gazetesi'nde bir şiirim yayımlandı. Gazeteyi rahmetli Rahşan Ecevit çıkarıyordu. Orada “Olasıca” başlıklı şiirimden dolayı mahkemeye verildim. Bu soruşturmayla Erzurum'un Şenkaya ilçesine sürgün edildim. Oraya giderken eşim doğum yapmıştı, oğlumun adı bu yüzden Şenkaya'dır.
Şenkaya'da görev yaparken, bir gün Adliye'den davet geldi. Gittim. Hâkim Ahmet'i (o yiğit hâkimi hiç unutmam, hep onu arar ve düşünürüm) emrettiği için geldiğimi söyledim. O da, bir çay ikram ettikten sonra: "Hocam, bir şiir yazmışsın," dedi. "Ne için ve kime yazdın? O şiiri bana okur musun?" diye sordu. Ben de, "Hâkim Bey, ifademi mi alacaksınız, yoksa sohbet mi ediyoruz?" diye sordum. O da, "Ne sayarsan say, ama lütfen o şiiri okur musun?" diye ısrar etti. Daktilocu hanımefendi, "yaz kızım" komutunu bekliyordu. Ben başladım okumaya:

"Koca koca göbeğine yağlı kurşun giresice,
Nice devrimci yiğidin hesabını veresice,
Tanilli'yi, Doğan Öz'ü vuranları bulasıca,
Faşistleri hiç görmezsin, gözleri görmeyisice."
Bunları okuduktan sonra, bilir misiniz, Hâkim Ahmet benim savunmamı yaptı! Beni yargılayan hâkim, benim avukatım oldu ve beraat ettim.
İki yıl sonra, Danıştay kararıyla Şenkaya'dan geri dönüyordum. Kararda, "Türk milleti adına gereği düşünüldü" yazıyordu. Şenkaya'dan ayrılışım adeta bir destandı, anlatılmaz. Kaymakamlık emriyle Karakol Komutanı Haydar Tunger, bana özel bir araç ve rütbeli bir er tahsis etti. Jandarma'nın özel aracı beni Şenkaya'dan Erzurum'a götürüyordu.
Karakolun önünde bir tören düzenlenmişti. Binlerce Şenkayalı toplanmıştı. "Konuş, hocam!" diyorlardı ama konuşamıyordum, dilim tutulmuştu. Arabanın merdivenine çıktım, yine konuşamadım. Büyük bir alkış tufanı koptu. Şenkaya ile Kosor Kasabası arası on kilometreydi. Kosor'dan Erzurum'a kadar ağlıyordum. Komutan, "Hocam öleceksin, ne yaptın hele dur, elini yüzünü yıka," diyordu. Yolda beni getirip, o dönemde demokratların sığınağı olan Selvi Otel'e teslim ettiler. Erzurum'daki Şenkayalı öğrencilerimle hâlâ yazışıyorum. Kader'i, Nergiz'i, Hasan Ali'yi, Cemal'i, Ayten'i hiç unutur muyum? (burada bir sessizlik oldu.) Hikâye uzun... Bir sonraki sürgün yerim Kastamonu oldu. Abdurrahmanpaşa Lisesi'ne atandım. Sürgün kararıyla Kastamonu'ya gitmek üzere yola çıktım. Önce İnebolu Ortaokulu'na, 15 gün sonra Tosya İmam Hatip Lisesi'ne, ardından tekrar 15 gün sonra Tosya, Sekiler Köyü Ortaokulu'na tayinim çıktı. Sekiler Köyü Ortaokulu'nda ise beni törenle karşıladılar. Altmış dört öğrencim vardı. Yetişkin öğrencim Hatice, komutan gibi hepsinin başındaydı. Hatice'yi hiç unutur muyum?...
Tosya Sekiler'de çok kısa kaldım. Orada bir vatandaş bana sordu: "Hocam, kusura bakma ama branşın neydi?" "Din Kültürü" deyince tepkisi şu oldu: "Yapma hocam ya, biz de Fen Bilgisi sandık!" Orada çalıştıktan sonra yine Danıştay kararıyla (Türk Milleti adına gereği düşünüldü) ayrıldım. Ayrılırken bana sarılıp, "Kurban, senin gibi din adamına kurban!" diyerek ağlayan adamı hiç unutmuyorum.
(Hilal Bal): Hocam siz de Fakir Baykurt'un 10. köy romanı gibi gezmişsiniz her yerde.
Mehmet Göl: Daha neler var neler... En son, durup dururken Postacı telefon etti: "Hocam, tayinin geldi, dikkatli ol, seni almaya gelecekler." "Nereye?" diye sordum. "Kayseri Pazarören’e" dedi. Ayrıldım, Pazarören'e yola çıktım. Tüm bu işlemler yapılırken elimde sadece bir bond çanta vardı. Üç küçük çocukla eşim (Sevgi Hanım) burada Düziçi’nde direniyordu; ben ise tek başıma gidiyordum. Arabamla Toroslar üzerinden Pazarören'e gidiyordum. Yolda, Feke'nin Akkaya köyündeki bir dinlenme yerinde mola verdim. Ben dinlenirken bir otobüs geldi, yolcular indi ve otobüste "Gayrı Dayanamam Ben Bu Hasrete" şarkısı çalmaya başladı. Kendi içimde mücadele ediyordum: "Gideyim mi, gitmeyeyim mi?" diyordum. Sonra kendime, "Mehmet Göl, dönüşü yok. Öğrencilere 'Atatürk’çü doğrultuda, devrimci atılımda, ölüm var ödün yok’ diyen sen değil miydin?" dedim ve yola devam ettim.
Pazarören'e gittiğimde, öğretmenler odasında çok ilginç bir olayla karşılaştım. Masanın üzerinde duran Tebliğler Dergisi'ni açtım. Derginin 26. sayfası kırmızı kalemle çizilmişti. "Ne var orada?" diye merak ettim. Bir baktım ki, Bakanlıktan takdirname alanların isimleri var. "Düziçi Öğretmen Okulu Din dersi öğretmeni Mehmet Göl takdirname almış" ifadesinin altı kırmızı kalemle çizilmiş ve yanına bir soru işareti konmuştu. Bu durumdan kuşkulandım. Sözü kısa kesiyorum; sekiz öğretmen ve yöneticiler (Karaisalılıydı) bana tekme, yumruk, ölesiye saldırdılar. Durum felaketti ve oradan çıkıp kaçmayı düşünüyordum. Pazartesi günü Din Kültürü dersinden sınav vardı. 34 kız öğrenci büt (ikmal) sınavına kalmıştı. Kızlar bana, "Hocam ne olur gitme, sen gidersen bizi yakarlar!" diye yalvarıyordu. Perişan bir haldeydim. Bitişik köydeki Muhtar Memik'e misafir oldum ve geceyi orada geçirdim. Sabahleyin okula gidip, o vaziyette soruları hazırlayıp sınavı yaptım. Müdür de herkes de hayret etti: "Bu adam ölecekti, ne oldu?" Sınavı, herkesin geçebileceği şekilde, çok kolay sorular sorarak yaptım. Hepsi geçti. Evrakları imzalayıp teslim ettim ve arabaya binip oradan kaçtım. Kaçarken beni takip ediyorlardı… Hikâye uzun... Gece saat üçte Kadirli'de, eski milletvekili Mahmut Bozdoğan'ın evine geldim. Beni görünce şaşırdı: "Kardeşim, hayırdır, ne oldu sana?" diye sordu. Mahmut Bozdoğan bana sarıldı, o ağlıyor ben ağlıyordum. Kendisi daha önce Pazarören Öğretmen Okulu'nun müdürlüğünü yapmıştı. Oradan çıkıp sabaha karşı Düziçi’ndeki evime geldim ve bir hafta boyunca dışarı çıkmadım.
Sonuçta ben bir ilahiyatçıyım. Hakkımda solcuydu, komünistti, şuydu buydu denildi ama Yüce Tanrı'ya bin şükür, kimse bana hırsız, yalancı veya sahtekâr diyemedi. İşte bu yüzden Kemalistim. Bir Kemalist İlahiyatçı olarak varlığımı sürdürüyorum. Düşünüyor, yazıyor ve yaşamıma devam ediyorum. Bu arada uzun yıllar İl Kültür Müdürlüğü yaptım. Orada da bizi rahat bırakmadılar. Adana'da Kültür Müdürü iken SODEP’li gençler ziyaretime geldi ve "Hocam, bize ilahiyatçı gözüyle Aleviliği anlatır mısın?" dediler. Nerede anlatacağımı sordum. "Partide" dediler. "Ben devlet memuruyum, partide nasıl olur?" dediğimde, "Basına haber vermedik, sadece arkadaşlarımız gelecekti. Sen gel konuş," dediler. "Tamam," dedim ve gittim. SODEP Gençlik Kolları Başkanı'nın davetiydi. Erdal İnönü’nün Genel Başkan ve Başbakan Yardımcısı olduğu koalisyon dönemiydi. (Süleyman Demirel'in Başbakan olduğu dönem)
Konuşmaya başladığımda müthiş bir kalabalık vardı. Ben coşkuyla devam ederken, şak şuk sesleriyle sağdan soldan basın geldi ve fotoğraf çekmeye başladı. Gençlik Kolları Başkanı'na, "Oğlum, hani haber vermeyecektiniz?" diye sordum. O da, "Hocam, vallahi bizim haberimiz yok, biz vermedik," dedi. "Oldu olacak," dedim ve konuşmaya devam edip bitirdim.
Bir gün sonra Adana'nın yerel gazeteleri, "Adana İl Kültür Müdürü, İlahiyatçı Mehmet Göl, parti merkezinde konferans verdi, Aleviliği anlattı" başlıklarıyla çıktı. "Yarın kesin Vali beni çağıracak," diye düşündüm. Sabah daireye gittim. Adana Valisinin Özel Kalem Müdürü beni çağırdı: "Müdürüm, sizi Valim emrediyor." Hemen yanına gittim. "Buyurun Sayın Valim," dedim. "İl Kültür Müdürüyüm," dedim. O da, "Nasıl olur da İl Kültür Müdürü olarak sen partide konferans verirsin?" diye sordu. Ben de, "Sayın Valim, Cumhuriyet'in valisi bir siyasi partinin arabasının üstüne çıkıp nasıl konuşma yapıyorsa ben de öyle yaptım. Ne gerekiyorsa yapın," dedim. Bana hiçbir şey yapamadı.
Adana İl Kültür Müdürlüğü'ne devam ederken iktidar değişikliği oldu. O sırada doktor kızımız Ahlat'taydı. Eşimle birlikte bir perşembe günü onu ziyarete Ahlat'a gittik. Ahlat'ta kızımın tanıdığı eczacılarla konuşuyordum. Bölgede tarikatlar çok yaygındı. İlahiyatçı olduğumu duyunca başıma toplandılar ve Cuma günü Ahlat'ın en büyük camiinde vaaz vermemi istediler. Kabul edip anlaştık. Ancak akşam eve geldiğimizde bir telefon haberi aldım: Adana İl Kültür Müdürlüğü'ne Bakanlık Takdirnamesi almış bir müdürken, tayinim Iğdır İl Halk Kütüphanesi'ne memur olarak çıkmıştı. O yaldızlı takdirname içeride asılı duruyordu.
Eşimle ikimiz vaaz işinden vazgeçtik. Arabaya binip Adana'ya döndük. Sabah erkenden Valinin huzuruna gittim: "Sayın Valim, ben geldim, emekliye ayrılıyorum," dedim. O da, "Hayırdır Müdür Bey, bir şey mi oldu?" diye sordu. Hâlbuki yalan söylüyordu, haberinin olduğunu biliyordum. Dilekçeyi verdim. Iğdır'a gitmedim. Gitseydim, biliyordum ki Danıştay kararıyla tekrar geri dönerdim. Fakat çok yorulmuştum. Oraya gitmemeyi tercih ettim ve ayrıldım.
Ayrıldıktan sonra eşim de emekli oldu. Bu süreçte çok ağır bir rahatsızlık geçirdim ve açık kalp ameliyatı oldum. İki kez COVID-19 geçirdik. Daha sonra depremde evimiz yıkıldı. Ölümden döndük. TOKİ konutları kurasında burası (şu an oturdukları ve bizim röportajı yaptığımız ev) ilk bize çıktı. Evimiz yıkıldığı için buraya taşındık ve bir yıldır buradayız. Laik Cumhuriyet'in sürmesi için çabalarımız ise devam ediyor.
Mehmet Göl ile gerçekleştirdiğimiz söyleşimizin ikinci bölümünün sonuna geldik. Bu bölümde, inandığı değerlerden asla vazgeçmeyen bir öğretmenin yaşadıklarına tanıklık ettik. Boyun eğmeyen tavrı ile şimdiki mücadele ruhuna ilham ve güç kaynağı olan Mehmet Göl'e, hayatına anlam kattığı ve bizlere örnek olduğu için teşekkür ederiz.
Üçüncü bölümde ise merceği günümüze çeviriyoruz: Eğitimde ve öğretmenlik mesleğindeki sorunları çözüm önerileriyle birlikte konuşacağız. Aynı zamanda Cumhuriyetin ilkelerinden biri olan laiklik konusuna kısa bir giriş yapacağız. Ufuk açıcı ve etkileyici son bölümde görüşmek dileğiyle…