Şilililer, Augusto Pinochet diktatörlüğünün sona ermesinden bu yana geçen otuz beş yılı aşkın sürenin ardından, ülke tarihinin en sağcı cumhurbaşkanı adayını seçti.

14 Aralık 2025’te yapılan ikinci tur seçimlerinde, Cumhuriyetçi Parti’nin eski milletvekili ve iki kez başkan adayı olan José Antonio Kast, oyların yüzde 58’inden biraz fazlasını aldı. Rakibi, mevcut Devlet Başkanı Gabriel Boric’in sol görüşlü Çalışma Bakanı Jeannette Jara ise yaklaşık yüzde 42 oyda kaldı.

Zorunlu oy kullanma ve otomatik seçmen kaydı sisteminin uygulandığı ilk başkanlık seçiminde, yaklaşık 15,6 milyon Şilili oy kullanma hakkına sahipti.

2022’de yürürlüğe giren yeni seçim kuralları sonucunda, tahminen 5 ila 6 milyon yeni seçmen sandık başına gitti. Çoğunluğu genç, erkek ve alt-orta sınıfa mensup olan bu seçmenlerin, güçlü bir ideolojik kimlikten yoksun oldukları ve siyasete mesafeli yaklaştıkları değerlendiriliyor.

Şili seçmenlerinin bu tercihi, son yirmi yılda sol eğilimli hükümetlerin hâkim olduğu “pembe dalga”yı tersine çeviren ve son olarak Bolivya’da da gözlemlenen daha geniş bir bölgesel sağa kayışla uyumlu görünüyor. Ancak modern Latin Amerika ve Şili tarihi perspektifinden bakıldığında, bu sonuçlar aynı zamanda ülkede yıllardır biriken siyasi sistem karşıtı hayal kırıklığının güçlü yerel bağlamını da yansıtıyor.

Genişleyen seçmen kitlesinin etkisiyle yürütülen kampanya sürecinde, seçmenlerin en fazla kaygı duyduğu konular suç ve göç oldu. Ekim 2025’te yapılan bir anket, suç oranlarının seçmenler açısından en önemli sorun olarak görüldüğünü; göç, işsizlik ve sağlık hizmetlerinin de üst sıralarda yer aldığını ortaya koydu. Şili, Latin Amerika’nın suç oranı en düşük ülkelerinden biri olmasına rağmen, son yıllarda organize suçlara ilişkin yüksek profilli davalar kamuoyunu derinden sarstı. Cinayet oranları 2018 ile 2022 arasında artış gösterdi, sonrasında ise sınırlı bir düşüş yaşandı.

Göçmenlik de önemli ölçüde arttı. Venezuela başta olmak üzere Peru, Haiti, Kolombiya ve Bolivya’daki ekonomik ve siyasi krizlerden kaçan çok sayıda göçmen Şili’ye yöneldi. Ülkedeki yabancı doğumlu nüfus oranı 2017’de yüzde 4,4 iken, 2024’te yüzde 8,8’e yükseldi.

Temel anayasal bağlam

Birçok yorumcu, seçim sürecindeki keskin kutuplaşmaya dikkat çekti. Komünist Parti kökenli bir çalışma bakanının, merhum ağabeyi Pinochet diktatörlüğünde görev yapmış olan ve bu rejimi açıkça öven aşırı muhafazakâr Kast’a karşı yarışması, bu kutuplaşmanın sembolik bir örneği olarak görüldü. Ancak tablo bundan ibaret değil.

Bazı gözlemciler Kast’ı El Salvador Devlet Başkanı Nayib Bukele, Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei ve Brezilya’nın eski lideri Jair Bolsonaro gibi aşırı sağcı figürlerle kıyasladı. Buna karşın Şili, komşu ülkelerde görülen aşırı sağcı siyaset tarzını birebir kopyalamış görünmüyor.

Girit açıklarında göçmen gemisinde 17 kişi ölü bulundu
Girit açıklarında göçmen gemisinde 17 kişi ölü bulundu
İçeriği Görüntüle

İkinci tur seçimlerine giden haftalarda her iki aday da merkeze yönelen bir dil benimsedi. Jara, artan suç oranlarıyla mücadele için cezaevi kapasitesini genişletme sözü verirken; daha önce belgesiz göçmenleri sınır dışı etmekle tehdit eden Kast, söylemini yumuşatarak göçmenlerin “davet edileceğini” ifade etti.

Kast, önceki başarısız başkanlık girişimlerinden ders çıkararak, tartışmalı ve aşırı muhafazakâr sosyal görüşlerini geri planda tutmaya çalıştı. Örneğin her koşulda kürtaja karşı olduğunu yineledi. Oysa Şili toplumunda, 2017’de Kongre tarafından kabul edilen sınırlı kürtaj hakkına güçlü bir destek bulunuyor.

Seçim sonuçları, kampanya mesajlarının ötesinde, Şili siyasetinin yapısal bir özelliğine de işaret ediyor. 2006’dan bu yana yapılan her başkanlık seçiminde, seçmenler görevdeki başkanı sandıkta değiştirerek siyasi yelpazenin karşı ucuna yöneldi. Ardışık başkanlık dönemlerinin yasaklanmasıyla birlikte, sosyalist Michelle Bachelet (2006–2010, 2014–2018) ile muhafazakâr Sebastián Piñera’nın (2010–2014, 2018–2022) dönüşümlü iktidarları sonrası, siyasal sarkaç sürekli ileri geri salındı.

Eski bir solcu öğrenci lideri olan Gabriel Boric, 2019–2020 yıllarında eşitsizliklere karşı patlak veren kitlesel protestoların ardından 2022’de iktidara geldi. Aynı dönemde ülke, Pinochet döneminden miras kalan ve neoliberal ekonomik politikaları pekiştiren anayasanın değiştirilmesi için tarihi bir adım attı. Çoğu taban hareketlerinden gelen yurttaşlardan oluşan anayasa konvansiyonu, yeni bir anayasa taslağı hazırladı.

Ancak doğa haklarını, yerli halkların haklarını ve sosyal hakları güvence altına alan bu ilerici anayasa taslağı, 2022’de yapılan referandumda büyük bir çoğunlukla reddedildi. Bir yıl sonra, bu kez muhafazakâr partilerin de etkili olduğu ikinci anayasa girişimi de sandıktan geçmedi.

Zaten düşük olan Boric’in onay oranları, bu anayasal başarısızlıklarla birlikte daha da geriledi. Bu nedenle Şili’deki muhafazakâr dönüşümü, bölgedeki diğer sağcı zaferlerden ziyade, ülkenin kendi iç dinamikleriyle açıklamak daha isabetli görünüyor.

Süregelen seçmen hoşnutsuzluğu

Şili’de başkanlık dengeleri sürekli değişse de, 21. yüzyıl boyunca hükümetler arasında önemli süreklilikler göze çarpıyor. Bunların başında, seçmenlerin siyasi sisteme duyduğu kronik memnuniyetsizlik geliyor.

Bu hoşnutsuzluk, 2006 ve 2011 öğrenci hareketlerinde, 2019–2020 yıllarındaki Estallido Social (Sosyal Ayaklanma) sürecinde ve anayasa referandumlarında açık biçimde ortaya çıktı. 2020’de anayasa değişikliği için yapılan oylamada seçmenlerin yüzde 78’i “evet” oyu vererek bu rahatsızlığı güçlü biçimde ifade etti. Süreç başarısızlıkla sonuçlansa da, toplumsal hoşnutsuzluk ortadan kalkmadı.

Bu memnuniyetsizliğin son örneklerinden biri, 16 Kasım’daki ilk tur seçimlerinde görüldü. Üçüncü sırayı alan aday, geleneksel sağdan deneyimli bir siyasetçi değil; yıllardır Şili’de yaşamayan ve seçmenlerine bilinçli olarak geçersiz oy kullanma çağrısı yapan popülist ekonomist Franco Parisi oldu. Hoşnutsuzluk farklı biçimler aldı: 2019–2020’de eşitsizlik ve neoliberalizme duyulan öfke, bu seçimde ise ekonomik güvencesizlik ve suç endişesi öne çıktı. Siyasi sistem istikrarını korusa da, memnuniyetsizlik kalıcı oldu.

Bazı gözlemciler, dünya genelindeki demokratik gerilemelere kıyasla Şili’de demokratik normların hâlâ güçlü olduğuna dikkat çekiyor. Pinochet rejimi dönemindeki uzun demokrasi mücadelesi düşünüldüğünde, iktidarın barışçıl biçimde el değiştirmesi önemli bir kazanım olarak görülüyor. Kast’ın üslubu, ABD’de Donald Trump’ın ya da Arjantin’de Milei’nin kullandığı sert ve provokatif dilden daha ölçülü.

Buna karşın, bu görece yumuşak üslubun ardında, hakların aşınabileceğine dair ciddi endişeler bulunuyor: kadınların bedensel özerklik hakları, adil yargılanma güvenceleri ve işçilerin insana yakışır çalışma koşulları bu başlıklar arasında yer alıyor.

Koyu bir Katolik ve dokuz çocuk babası olan Kast, her koşulda kürtaja karşı çıkıyor ve ertesi gün hapının dahi yasaklanmasını savunuyor. Pinochet rejimini sonuna kadar desteklemiş, 1988’de diktatörün iktidarını sekiz yıl daha uzatmayı amaçlayan “evet” kampanyasında aktif rol almıştı. Kamu harcamalarını kısmayı ve ekonomiyi daha da serbestleştirmeyi vaat etmesi, Pinochet döneminin açık bir yankısı olarak değerlendiriliyor.

Kast’ın seçilmesiyle ortaya çıkan bu önemli değişime rağmen, Şili demokrasisinin temel sorunlarından biri olan seçmen memnuniyetsizliğinin kısa vadede ortadan kalkması beklenmiyor. İktidara gelen hükümetlerin hızla destek kaybetmesi ve Kongre’de güçlü muhalefetle karşılaşması, son yirmi yılın tekrar eden bir eğilimi oldu. Mart 2026’da göreve başlayacak yeni hükümet açısından da bu tablonun değişmesi zor görünüyor.

Associate Professor of History, Washington State University

Muhabir: Güven BOĞA