“Zincire vurduğum kalbimin anahtarını zorluyorsun.” yazıyordu bir kamyon arkasında.
Sen geldin aklıma. Yolum uzundu ve hava sıcak. Duygusal açıdan hiç mutlu olmadığım anlardan biriydi ve yazdıkça yazdım, anlattıkça anlattım. Söylediklerimin hepsini yeni duymuş gibi onlarla ne yapacağını bilemeyip, her zaman yaptığın en iyi şeyi yaptın: “Görmezden geldin.”

Anladım ki tüm cümlelerim sahip çıkılmadığı için satır aralarından hızlıca düşüyor ve şimdi yerle bir hepsi!
Benden bile sarhoş kelimeler.

Peki, sence kaç hatalı deneme sonrası bloke olacak yaşama sevincim ve kaç kadeh sonrası hayalin karşımda oturup benimle kadeh tokuşturacak?
Hani sevgi bulaşıcıydı? Hiç mi geçmedi sana iliklerime kadar hissettiğim sevdam.
Oysa yalnız senin duyacağın kadar fısıldamıştım hüznümü, hislerimi ise tüm dünyaya duyuracak kadar içime bağırdım.

Dünyamdın oysa ama duymadın.
Şimdi ise kalp ağrımın nedeni ritim bozukluğu değil yokluğunun ta kendisi.
Gerçi “anlamayacaksın ve bende bir daha anlatmayacağım, asla.”

Gerçekten sevilmek için bu kadar kavgaya gerek var mıydı?
Sevgi kendiliğinden yaraları saran bir şey değil miydi, sıcak ve içten?
Gerçi insanın sevmeye gönlü olmayınca bunların hepsi kapı duvar!

Oysa ilk kez birine inanmak istemiştim inatla.
Hayat bu ya işte, en çok inancından vuruyor yanında taşımaya korktuğun silah.

Sen beni unutsan da ben bunu hiç unutmayacağım, en kötüsü de bu.
Bunu hatırlarken seni anmak…

Bu yaşadıklarımız bana sırtını dönmeni gerektirecek şeyler değildi,
ben bana sağır ve dilsiz kalmana kırıldım.

Kafamda dolaşan sesleri tam bir sözcüğe dönüştürememenin sancısıydı bu sitemler!
Sessizliğin gürültüyü bastırdığı saatlerde zihnim adını kusuyordu.

Seni kazanmak için gösterdiğim çabayı sen kaybetmek için harcadığında kayboldum kendimde.
Hala sitem ediyorsam, “başımı okşa beni sevdiğine inandır” diyeydi kapris yaptığımdan değil, en acilinden şefkate ihtiyaçtandı hepsi bu.
Bu kadar mı zordu anlamak!

Adımlarını biraz yavaşlatsaydın giderken belki yetişecekti kalbim sana.
Ama ayakların dört çeker, ellerinse kanat misali hızlıca uzaklaştılar benden.
Dönüp bakmadın bile bıraktığın enkaza.

Hani her katil cinayet mahalline tekrar uğrar, yalanlarına ne oldu?
Satırlar sustu içimde, bütün düğmelerimin yerini biliyormuşsun gibi hepsine aynı anda basıp ciğerlerime giden havamı kestin bir anda.

Biliyordum sen gidince içimdeki tüm sevinçlerin de gideceğini, hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağını.
Bir felaketin asla yalnız gelmeyeceğini bilecek kadar çok yaşadım bu hayatı!
Bu ikimiz için sonun başlangıcı değildi, nedense biz zaten hep sondaydık!

Bir akıl hastanesine gitmenin kaçınılmaz sonu gibi!
Bu kesinlikle ağlamaklı bir mevzu ama ağlayamamamın tek nedeni aldığım antidepresanlardı, sen değil!

Elimde kâğıt kesikleri, kalbimde gereksiz detaylara sarılmış duygusallık yığını.
Aramanı ya da belki de hatalı olduğunu anlayıp dönmeni beklemek gibi aptalcaydı her şey.
Elbette ben de seni arayabilirdim, ama yine ben aramış olsaydım, bunca zaman beni aramadan yapabileceğini göremezdim.
Bunu düşünmek çok can yakıcı.

Ne zaman sana yoğunlaşsam bir parça asit döküp eritiyorsun parça parça bir yerlerimi.
Birden yok olmamı istemiyorsun anladım — azar azar, alıştıra alıştıra!
Esas merak ettiğim, kendini mi alıştırmaya çalıştın böyle davranarak yoksa beni mi?

“Suçlamak, anlamaktan daha kolaydır, anlarsan değişmen gerekir.”
Değişmeni istemedim aslında, anlamanı beklediğim kadar.

İnsan belli bir yaştan sonra karmaşık şeylerden vazgeçip üstünü çizer ya her şeyin,
tam o yaştaydım oysa.
Yine de bir tek sana yeniliyordum, anla!

Bir yazarında dediği gibi:
“Hayatım ne kadar kötü giderse gitsin, bir başka senaryoda seninle rast gelemezdik diye her şeye olsun diyorum.”
Sevmek, tam da böyle bir şey; senin inatla anlamadığın!

Neyse ki ben artık anladım.

Hani diyor ya bir filmde:
“Birini özlüyor olman, ona dönmen gerektiğini göstermez Mathilda.
Bazen özlemen gerekir, bir sabah uyanıp artık özlemediğini fark edene kadar.”

Tolstoy’un da dediği gibi:
“Belki de her şeyi kabullenip hayatı akışına bırakmak lazım.
Zorlamak bazen çözüm değildir.
Ve zorla olan hiçbir şey güzel değildir.”

Gülay MORGÜL