Yirmi birinci yüzyılın ilk çeyreğini tamamlarken, Türkiye, uzun yıllardır süregelen bir güvenlik meselesini çözme eşiğine geldi.
Akıl, vicdan, ahlak, erdem, sevgi ve empati değerlerinin sosyal yaşama uyarlanması durumunda aşılamayacak hiçbir eşik ve engelin olamayacağı hayatın akışında sıkça görülmüştür.
Bu noktada karşımıza çıkan temel sorun ise demokrasi eksikliğidir. Çünkü demokrasi yoksa her türlü sorun ortaya çıkabilir. Bu eksiklik yalnızca silahlı çatışmalarla sınırlı kalmamış; toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmiş, kalkınma projelerini sekteye uğratmış, kaynakların savunma harcamalarına yönlendirilmesine neden olmuş, demokratik değerlerin kurumsallaşmasını zayıflatmış ve yurttaşlar arasında güvensizlik duygusunu beslemiştir.
Bugün artık “terörsüz bir Türkiye” olasılığı sadece bir barış arzusu değil, aynı zamanda ülkenin ekonomik, siyasal ve toplumsal potansiyelinin tam anlamıyla açığa çıkabileceği bir eşik olarak da karşımızda durmaktadır.
Bu iyileşme süreci, yüzleşme süreci ya da arınma süreci olarak ta değerlendireceğimiz “Terörsüz Türkiye” özlemi, demokrasiye evrildiğinde birçok problemi de beraberinde çözecektir.
Ekonomik açıdan bakıldığında, kalıcı bir barış ortamı yatırımcı güvenini artıracak; iç ve dış sermaye akışının önündeki psikolojik ve yapısal engelleri ortadan kaldıracaktır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde devletin stratejik yatırımları ve özel sektörün cesaret bulmasıyla bu bölgeler üretim ve lojistik merkezlerine dönüşebilecektir.
Turizm, tarım ve yenilenebilir enerji gibi sektörler, uzun süredir potansiyelini ortaya koyamayan bölgelerde ivme kazanacaktır. İç güvenliğin sağlandığı bir Türkiye, küresel tedarik zincirlerinde daha aktif konuma gelir. Bölgesel merkez olma iddiası, yalnızca jeopolitik değil, ekonomik ve toplumsal dönüşüm anlamında da somut karşılık bulur.
Demokratik yapının güçlenmesi ise bu sürecin belki de en kalıcı ve değerli çıktısı olacaktır. Terörle mücadele kapsamında zaman zaman yaşanan adaletsiz uygulamalar, yerini kurumsallaşmış bir hukuk devletine bırakır. Farklı etnik, mezhepsel ve kültürel kimliklerin güven içinde yaşadığı bir toplum, kapsayıcı vatandaşlık anlayışıyla yeniden tanımlanabilir ve sürdürülebilir bir konuma gelir.
Toplumun farklı kesimlerinin sisteme olan aidiyet duygusu arttıkça, demokratik katılım ve temsilin kalitesi de artacaktır. Bu süreç, sadece Kürt meselesinin çözümü anlamına gelmez; aynı zamanda Türkiye’nin çok kültürlü, çok sesli yapısının anayasal ve siyasal düzlemde kabul görmesi anlamına gelir. Demokrasi artık yalnızca bir yönetim biçimi değil, toplumsal barışın teminatı olur.
Ancak bu dönüşüm süreci, her değişim gibi bazı dirençlerle karşılaşacaktır. Özellikle "dar ulusalcı" olarak tanımlanabilecek, güvenlik odaklı devlet anlayışını mutlaklaştıran, farklılıkları tehdit olarak gören ve değişime karşı içgüdüsel bir direnç sergileyen çevreler, bu iyileşme sürecine itirazlarını yükseltmeye başladılar.
Demokratik değerlerden uzak, insan odaklı olmayan, saplantılı kurgularla kendini yaşatma düşüncesinde olan bu kesimlerin itirazları; büyük ölçüde ideolojik ve tarihsel korkulara dayanmaktadır. Üniter devletin zayıflaması, ülke bütünlüğünün tehdit altına girmesi, kimlik taleplerinin bölünmeye yol açacağı gibi evrensel değerlerden uzak varsayımlar, bu çevrelerce sıkça dile getirilecektir.
Ancak demokratik yönetimlerin tecrübesi göstermiştir ki; baskı altında tutulan kimlikler zamanla ayrışmayı, güvence altına alınan kimlikler ise bütünleşmeyi doğurur. Toplum sosyolojisinden uzak düşünsel sapmalar ve statükocu bakış açıları bir arada birlikte yaşamayı değil, ayrışmayı teşvik eder. Demokratik değerler ve evrensel bilincin öne çıkarılması durumunda, her şeyin çok daha iyi yürüyeceği göz ardı edilmemelidir.
Tarihin kritik eşiklerinde büyük dönüşümler cesaret, irade, vizyon ve toplumsal mutabakatla mümkün olur. Bu beklenti; toplumun tüm kesimlerinin adil, özgür, eşitlikçi ve güvenli bir yaşam sürdüğü bir gelecek idealidir. Bu süreç başarıyla sonuçlandığında, Türkiye sadece kendi içinde değil, bölgesinde de örnek bir barış ve kalkınma modeli olabilir.
Türkiye’nin uzun yıllardır Batı ile yaşadığı gerilimlerin önemli bir kısmı, iç siyasal tansiyon, insan hakları ihlalleri ve güvenlik odaklı yönetim anlayışından kaynaklanmaktadır. Kalıcı bir barış ortamı, Türkiye’nin demokratik normlara daha güçlü biçimde erişmesini sağlar. Avrupa Birliği başta olmak üzere Batılı müttefiklerle ilişkilerde güven tazelenir
"Terörsüz bir Türkiye” nin en önemli içsel kazanımlarından biri de kamu yönetiminin normalleşmesi ve yeniden yapılandırılması olacaktır. Güvenlik kaygılarıyla yıllarca olağanüstü yetkilerle çalışan devlet aygıtı, sivil denetimin, hesap verebilirliğin ve yönetişim ilkelerinin öncelendiği adil bir yapıya dönüşecektir.
Ayrıca vatandaş-devlet ilişkisi daha yatay, daha katılımcı bir modele dönüştükçe toplumsal aidiyet duygusu güçlenecektir. Sosyal devlet uygulamaları kapsamında bireylerin eğitim, sağlık, barınma ve istihdam gibi temel ihtiyaçlarına adil erişimi, özellikle çatışma ortamında hizmetten mahrum kalan bölgelerde devletin meşruiyetini pekiştirir. Kamu personel sisteminin liyakat esaslı dönüşümü ise hem etkinliği hem de güveni artırır.
Terörün sona ermesi, barışın kendiliğinden kalıcı olacağı anlamına gelmez. Barış; hakikat, adalet, kalkınma, katılım ve kapsayıcılıkla inşa edilmesi gereken bir süreçtir. Bu süreç başarıyla tamamlandığında, Türkiye yalnızca terörü geride bırakmakla kalmaz; aynı zamanda uzun yıllar ertelenmiş demokrasiyi de halkına sunmuş olur. Bu sürecin toplumsal barışa katkısı, yalnızca güvenlik araçlarıyla değil, sosyal politikalarla da yeniden inşa edilir.
Demokratikleşme, bölgesel liderlik, ekonomik güç ve toplumsal refah yol haritası olarak şekillendiğinde, çok özlediğimiz insanca yaşam koşullarının önü de açılmış olacak.
Türkiye’nin kaderi, artık yalnızca güvenlik tehditleriyle değil, stratejik fırsatlarla da yeniden yazılmaktadır. Demokratik değerlerin öncelendiği bir yapılanmada, huzur, kalkınma, insan hakları, sosyal devlet anlayışlarının hayat bulmasının da teminatı olur.
Barışı ve adaleti savunmak; kin ve ihtiraslardan arınarak, geleceğe umutla bakmaktır.
Bedrettin Gündeş
Sosyolog / Yazar