Ekoloji kelimesi bana doğayı çağrıştırır. Doğa, dünya gezegeninin oluşumu tamamlandıktan sonra ilk natürel halini almıştı. Bu oluşumun sonucunda canlılar kendi aralarında çevreleriyle doğal bir etkileşim halindeydiler. Doğada herhangi bir bozulma veya tahribat olmamıştı. Tarihsel süreçte homo sapiensin ortaya çıkışıyla doğada ilk tahribatlar başlamıştır diyebiliriz. Buradan hareketle ekolojik sorunların temelleri homo sapiensle başlamıştır denilebilir.

Homo sapiensler ilkel komünal düzende beslenme, üreme gibi temel ihtiyaçlarının dışında ısınma, giyinme, barınma, av aletleri üretme vb. gibi ihtiyaçları doğadaki organik nesneleri veya canlıların derileri, kemikleri vs. kullanarak karşılıyorlardı. İlkel komünal topluluklarda avcılık ve toplayıcılıktan elde edilen veya üretilen her şey herkes tarafından paylaşılırdı. Bu topluluklara kişisel giyecek ve özel eşyalar hariç neredeyse hiç özel mülkiyet yoktu, çünkü bu topluluklarda artı değer yaratacak bir teknolojik gelişmişlik yoktu. Bu sebepten dolayı ihtiyaca göre üretilen şeyler yine ihtiyaca göre tüketilirdi. Bu şekilde yaşayan bir topluluk doğanın ekolojisine zarar vermemiştir.

İlkel komünal düzenden yerleşik hayata yani tarıma dayalı üretime geçildiği neolitik dönem ile dünya nüfusunda da belirgin bir artış gözlenmiştir. Yine bu dönemde özel mülkiyet, sınıflar ve kölecilik ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu dönemde insanın hayatta kalabilmesi için doğanın dışına çıkabilmesi doğa ile arasında denge kurabilmesi açısından doğa üzerinde tahrip edici, yıkıcı teknikleri ve teknolojik yaklaşımları zaman zaman kullanılmaya başladığıdır. Ekolojik sorunların temellerinden en önemlisi Homo sapiensle birlikte gelişen teknoloji diyebiliriz. Araştırmalar insanlık tarihinin geçmiş önemli bir bölümünde teknolojik ilerleme ve nüfus artışının paralel ilerlemediğini göstermiştir. Nüfus artışı teknoloji ye göre göreceli olarak düşüktü. Son iki yüzyılda ise, sanayileşme sürecine paralel gelişen teknolojik ilerleme ile nüfus önceki dönemlerin üzerinde bir artış sergilemiştir. Bu bağlamda tarihsel sürece derinlemesine bakıldığında bütün toplumsal koşullara ve sosyolojik ilişkilere "Teknoloji" kadar derinlemesine etki edebilen bir kelime daha yoktur. Teknolojinin gelişmesi, buluşlar ve sanayi devrimi ile birlikte kapitalist sistem doğa üzerinde çok fazla yıkıcı etkiye sebep olmuştur. Kapitalizm kar odaklı bir sistem olduğu için insanı göz ardı eden ve insanın öncelikli ihtiyaçlarını yok sayarak doğayı geri döndürülemez şekilde yıkarak tahrip etmiştir.

eee-4

Ekolojik sorunların temellerinden biriside nüfus artışı mıdır? Bu tez dünyadaki birçok kuruluş, politik ve nadiren ekolojik eylem hareketleri tarafından ortaya atılan en temelsiz ve anlamsız tezdir. Burada nüfus artışı sonucu bir nedene dönüşür. Çünkü zamanımızdaki sosyolojik, ekonomik-politik koşullar bu şekilde devam ettiği sürece, insanlığın dünyamızı zamanla aşırı nüfusa boğacağı ve kendi yerleşim yerlerinde böcekler gibi yaşayacağıdır. Ancak ekolojik dengenin bozulmasını sadece dünya nüfusunun artışı bağlayan kuruluşlar, politik söylemler ve bazı ekolojik eylem hareketleri servet eşitsizliğini göz ardı etmişlerdir.

Halbuki 2022 yılında Dünya Eşitsizlik Raporu gelir ve servet eşitsizliği ile ilgili dikkat çekici bazı sonuçları şu şekilde yayınlayarak bazı kuruluşların, politik ve ekolojik eylem hareketlerinin tezlerini çürütmüşlerdir.

“Küresel servet eşitsizlikleri ise gelir eşitsizliklerinden daha da çarpıcı. Küresel nüfusun en yoksul yarısı neredeyse hiçbir servete sahip değil ve toplam zenginliğin ancak %2’sini elinde bulunduruyor. Buna karşılık, dünya nüfusunun en zengin %10’u küresel servetin %76’ına sahip. Nüfusun en yoksul yarısı yetişkin başına ortalama 2.900 Avro, yani 4.100 Amerikan dolarına sahipken, en zengin %10’luk kesim ortalama 550.900 Avro ‘ya (771.300 USD) sahip.”

 

Yani bu rapora göre dünya nüfusunun %10’unu oluşturduğu halde dünya kaynaklarının %50'den fazlasını tüketen bir sınıfın kendi çevresiyle asırlardır duyarlı bir denge içinde yaşayan halkları yerinden yurdundan edip onların doğal kaynaklarını kendi çıkarları için sömürmesi batı ülkeleri tarafından ortaya atılmış "nüfus artışı" tezine bağlaması temeli olmayan bir yaklaşımdır.

Ekolojik teknolojik yıkımın önlemlerinden bazıları şu şekilde olabilir. Dünya ülkeleri kamusal-özel alan ayırımını yıkarak teknolojinin yaratıcı potansiyelini tahrip kapasitesinden ayırarak politikalarını ekoloji temelli söylem ve eylemlerle değiştirmeli. Sosyolojik dengenin ve toplumsal ilerlemenin sağlanabilmesi için vazgeçilmez olan bazı ileri teknolojileri toptan devre dışı bırakmak yerine yine insanlara faydaya çevirebilecek farklı teknolojilere, üretim yaklaşımlarına çevirerek daha da geliştirmektir.

 “Ekolojik yurttaşlık” kavramını insanların bilincine özellikle çocukların kreş eğitiminden başlayarak yerleştirmek, bilinç yükseltmek ve ekolojik etik kaygıları olan erdemli yurttaşlar yetiştirmektir. Bu eğitim ve bilince sahip olan ekolojik yurttaş yaşamına etki eden, demokratik ekolojik taleplerde bulunabilen ve toplumun ekolojik yöne doğru evrilmesine katkıda bulunabilecektir.