Savaş;  kötü ruhların toplumu bölme, ayrıştırma, acılar yaşatma, egemenlik kurma dürtülerinin dışa vurumudur.

İnsanoğlu, yüz binlerce yılın süzgecinden geçerek, evrimleşip bugünkü bilim ve teknolojiyle yeni yaşam tarzını yaratmıştır.

Bu tarz kişiyi, yaşadığı coğrafya, topoğrafik ve demografik yapı ile bütünleştirip fiziksel, etik, ruhsal olarak şekillendirerek günümüze taşımıştır.

Bu şekillenme içinde en belirleyici unsur ise, geçmişten günümüze taşınan kültür ve geleneklerle birlikte yönetme tarzıdır.

Bu gelenekler ve yönetme tarzı, zaman süreci içinde, her alanda yaşanan değişim ve dönüşümlere de şekil vermiştir.

Bu değişim ve gelişme adaletsiz dağılım ve paylaşım çarkları arasında yaşamı anlamsız ve çekilmez sürece taşımıştır. Bu acımasız egemen dünya sistemi içinde yaşanan savaşlar, ganimet paylaşımı, hukuksuzluk ve yoksulluklarla hayat akıp gitmektedir.

Bu süreç; çok katı dogmalar, ilkel bakış açıları, güçlü olma ve egemenlik kurma geleneklerinin hala sürmekte olduğu ve her toplumsal yapılanmada farklılıklar yarattığı da görülmektedir.

Çin’in büyüyerek yarattığı korku, Amerika’nın küçülerek ve dar alana hapsolarak yok olacağı korkusu büyük belaları da beraberinde getiriyor.

İsrail – Filistin savaşı, sadece açgözlü yönetenlerin bitmeyen ihtirasları, pay kapma yarışı, insanı hiçe sayan yaklaşımlarının bir sonucudur.

Savaş;  kötü ruhların toplumu bölme, ayrıştırma, acılar yaşatma, egemenlik kurma dürtülerinin dışa vurumudur.

Yok olan bedenlerin sadece çetelesini tutan bu savaş yanlısı güçlerin karşısına iyi insanların direnci, refleksi ve toplumsal iradesi siper olabilir.

Bu savaş dayatmalarının karşısına sadece yoksulların değil, insanım diyen herkesin tavır alması gerekir.

Evet, bu çarpık ilişkiler bütünü içinde hayatı yaşanmaz kılan dayatmaların ötesinde, yaşama yeni bir yorum getirile bilinir.

Evrensel bakış ve yaşam felsefesi geleceğe yön verebilir. Bu felsefi bakış açısı da insan odaklı bir bakıştır.

Bu bakış açısı, her türlü kötülükten arınmış, insani duyguları ön planda tutan, doğal toplumu yaratmada milliyetçiliğin, ırkçılığın, şovenizmin zerresini içinde taşımayan bir bakış açısıdır.

İnsanı insan olarak gören, kin, nefret duygularını genlerinden atmaya ve pozitif yaklaşımı yaşamın her alanına taşımaya çalışan bir felsefi yaklaşımdır.

Asıl olan; dünyadaki gelişmeleri yakından takip edip, insanlığın içinde bulunduğu sıkıntıları, yoksulluğu, vurdumduymazlığı yakından görüp ve her olayı kendi gerçeğinde yorumlayarak empati kültürüyle yaşama güç katmaktır. 

Bu gücü yaratabilmek için, önce yaşamı doğru temelde yorumlayabilmek ve kendimizle ve toplumla barışık olmayı öğrenmeliyiz. Bu konuda geçmişten günümüze yaşanan olaylara baktığımızda bu geçişin hayli zor olacağı görülmektedir.

Ama bu zoru aşmanın yolu doğayı ve insanı sevmekle olur. Doğa sevgisi ufuk genişliği yaratır. Bu ufuk genişliğiyle her şeyin, insanlığın mutluluğu ve huzuru için olduğu bilincini de geliştirir.

İşte bu bilinç; insan onurunun, özgürlüğünün, adaleti ve eşitliği sağlamanın vazgeçilmez temel dayanağıdır.

Toplumsal bir varlık olarak insan, dinler, diller, ırklar ayırımı yapmadan, evrensel bir bakış açısını içine sindirebiliyorsa, doğruyu ve güzeli yakalamış demektir.

Bugün binlerce Yahudi, Müslüman ve Hıristiyan kadın İsrail'de barış için birlikte yürüdü.

İsrailli şarkıcı Yael Deckelbaum, Kadınlar Barışı Ücretlendiriyor hareketinin yeni resmi videosunda, tüm dinlerden kadınlar ve annelerle birlikte "Annelerin Duası" şarkısını söyleyerek müziğin değişim için neler yapabileceğini gösteriyor.  Bin kelimeye bedel tam bir kadın harikası. İşte insan, işte barış, işte birlikte yaşama iradesi…

Tarihsel süreci irdelediğimizde de, dinlerin ortaya çıkışını ve yayılmasını, dillerin var oluş durumunu, ırkların değişik coğrafyalarda nasıl şekillendiğini değişik materyallerden araştırarak, yetilerimizle yorumlayıp değerlendirebiliriz.

Bu değerlendirmeler bize, insanların nasıl yoksullaştığını, ezildiğini, doğal seleksiyon dengenin nasıl bozulduğunu, haksızlık ve hukuksuzluğun nasıl işlediğini, güç ve kudretin nasıl erdemsizleştiğini gösteriyor tabi.

İnsanların ganimetler uğruna birbirlerine nasıl kıydıklarını, kabilelerin nasıl oluştuğunu, hegemonya ve işgal dürtülerinin nasıl imparatorluklar yarattığını, şan-şöhret-ihtişamın imparatorlukları nasıl çökerttiğini, milliyetçilik temelinde ulus- devletlerin nasıl var olduklarını ve zaman süreci içinde nasıl yok olacaklarını tarihin akışı bize göstermektedir.

Belki de yeni nesil, on yıllar sonra geriye dönüp baktığında, atalarının ne kadar da ilkel olduğunu görecek ve sadece hayıflanacaklardır.

Bu ilkellikleri hayatın damarlarından çıkarmak için, insani yönlerimizle yaşama güç katmalıyız. Özgürlüğün, barışın, eşitliğin, paylaşımın ve farklılıklarımızla bir arada olmanın erdemini yaşamın her alanına taşımalıyız.

Bu bakış açısını yaşama geçirmek çok zor değil.

Yeter ki, doğa ve insan sevgisi eksik olmasın. Yeter ki, Ortadoğu’da, Ukrayna’da yaşanan savaşların, dünyanın her köşesinde yaşanan sömürü ve baskı düzeninin yaratıcısının yine insan olduğu gerçeği unutulmasın.

Yeter ki, demokrasi, eşitlik, hukuk ve özgürlük kuralları radikal bir bakış açısıyla içselleştirilerek yaşamla bütünleştirilsin.

Yeter ki, evrensel ve objektif bakış açısı hâkim olsun.

Unutulmasın ki, dünyadaki bütün insanlar sonuçta kardeştir.

Bu kardeşliği zayıflatan etkenler ise, sonsuz ihtiras, hırs ve şöhretle gelen hegemonya dürtüleridir. 

İşin aslı; …Adamı düzeltirsen dünya da düzelir.

 BEDRETTİN GÜNDEŞ

Sosyolog / Yazar