İnsanın insan olmasından günümüze dek insan ve insan olma, adam olma tartışması yapılmıştır.

"Homo sapiens" türümüz olan "insan" teriminin Latincesi "bilge" veya "zeki" anlamına gelmektedir. "Sapiens" kelimesi ise "bilge olmak, bilmeye cesaret etmek" olarak tanımlansa da aslında “zevk almak” anlamında gelmektedir. Homo sapiens sapiens ise yaşamı anlayacak zeka ve bilgi sahibi olması kadar, yaşamdan zevk alan “insan” olsa gerek. Sanırım aranan “insan” yani topraktan yaratılan “adam” olarak tanımlıyoruz.

İnsanın tarihi yolculuğuna baktığımızda insanın insanı yönetmeye kalkışması yanında bazıları da dünyanın ve yaşamı anlama konusunda derin düşünme uğraşı içinde olmuşlardır. Başta felsefe, din, ahlak, etik, hukuk sosyal bilim konularının insan ile ilgili bütün alanları hep insanı anlamaya ve insanı bir norm biçmeye çalışmıştır. Aslında eğitim diğer bir ifade ile bilimsel eğitim de mümkün olduğunca objektif olarak doğayı tanımlamak, doğanın yasalarından yararlanarak insanın birlikte yaşaması konusunda tarihsel süreçte verilen çabaları ve önemli olguları öğretme faaliyetidir. Bunca uğraşılar ve kavgaların tümü insanın kendine göre kendi çıkarı için geliştirdiği, ürettiği çözümlerin sonuçlarıdır diyebiliriz.

Geçmişten günümüze bütün bu öğreti ve uğraşılar insanın “insan” olma bilincine, bilgisine dayalı doğaya uygun yaşaması üzerine işlenmiştir. Ancak bazı insanlar ne üretti ne de hayata katkıda bulundu. Halen bazı ilkel kabileler kültürel bir birikim yapmadıkları gibi, modern çağda bazı insanlar ailelerinden gelen miraslar üzerinden elini soğuktan sıcağa da vurmadan krallardan daha iyi yaşamaktadır. Aslında doğada he canlı kendi gıdasını temin etmek üzerine programlanmıştır. İnsan varlığının bir çoğu çalışmıyor, ancak başkasının emeği üzerine çok rahat oturabiliyor. Kavgada biraz buradan da çıkıyor.

Ancak bazı insanlarda kendileri olmadıkları için çoğu zaman güçlü kişilerin veya kendisi adına söylem içinde olanların şemsiyesi altında kendilerine bir yer edinmeye çabalamaktadır. Çoğu zaman olup biteni anlamadan ve sorgulamadan başka insanlar ile kavga ediyor, ölüyor, öldürüyor. Günlük hayata baktığımız zaman savaşlarda, maçlarda holiganların başka takımdaki hiç tanımadığı birini öldüresiye dövmesi gibi. Birçok alanda oluğu gibi siyasette hiç anlamadan birileri için ölenler, kıyasıya çatışanlara bakıldığında da çoğunun derinlemesine bilgisi olmadan kulaktan duyma fikir sahibi oldukları kısa sürede anlaşılır.

Adam Olmak Nasıl Olunur?

Bir arkadaşım sosyal medya sayfasında “bir insanın alabileceği en büyük unvan adam olmaktır” ifadesini paylaşmış. Tabii doğanın diyalektiği gereği her ifadenin bir arka planı ve birde olası sonucu olması gerekir. Fuzuli’nin belirtiği gibi dert söyletiyor. Mutlaka bir olaya bağlı olarak bu ifade kullanılmıştır. Aynı zamanda kullanılan her ifade zihinlerde birçok çağrışımları da yapmaktadır. Eğer arkadaşım uygun görülürse "adama olduğunu bilenlere bu unvanı uygun görelim". Çünkü adam olmak nedir, diye sorsak, herkes kendini adam, insan, iyi insan, melek de sanabilir. Bir başkası da onu çok kötü biri olarak tanımlar. Adam olma görece bir kavram olmakla birlikte olması gereken bir norm tanımın olduğu da bir gerçektir. Ancak yine de o kadar adamım deyip ortalıkta gezen kişi var ki. Kendini hiç olaydan sorumlu tutmayan, olup bitenlerden habersiz yiyip-içen, yatıp-kalkıp, zorunlu ihtiyaçlarını görüp geçiren çok insan var.

  

Adama Olmak Kolay mı?

Adam olma konusunda ufukları ve zihni açık, doğayı ve çevresini analiz eden farkındalığı gelişmiş insanlardan adam olma konusunda geniş bir sözlü yazılı külliyat üretmişlerdir. Halen de konu tartışılıyor ve konuşuluyor. Anadolu aydınlanmasının yaşandığı 11 yy. sürecinde düşünürler ve bilge kişiler çok özlü sözler belirtmişlerdir. Mevlâna demişti ki; “nice insan gördüm üzerinde elbise yok. Nice elbise gördüm içinde insan yok”.  Yine Mevlana’nın “cahille oturup bal yiyeceğine, alimle oturup kuru ekmek ye” ifadesi ile bilgi görgü sahibi, sorumluluk taşıyan kişiler ile oturup kalmak insan çok daha zenginleştirdiğini baldan daha tatlı geldiğini belirtiyor. Benzer bir ifadeyi Victor Cousin’nun kullandığı “parası olmayan adamı, adamlığı olmayan zengine tercih ederim” dizelerinde görüyoruz.

Yunus Emre’nin

“İlim ilim bilmektir

İlim kendin bilmektir

Sen kendini bilmezsin

Ya nice okumaktır” diyordu.

Kendini anlamadan, yaşadıklarının anlamı olmadan yaşanmış sıradan bir yaşam demektir. Kim demişti hatırlayamadım, “insan adam olmayınca, adamlık insana zor gelir” demişti. Çok düşündürücü bir ifade.

Sokrates'e atfedilen "Sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez' ifadesinde bir kişinin bilge olması için kendisini anlayabilmesi gerekir. Yine Sokrates der ki “Ben bilmediğimi bildiğim için diğer insanlardan farklıyım.” 

Adam/insan olmak, insanın kendini tanıması, değeri kıymeti bilmesi, sorumluluk sahibi olmak çokta kolay değil. Adam gibi adam olmak, sözü özü bir olmak, doğru yerde durmak, haklıyı haksızı bilmek, empati yamak, başkasının hakkına rivayet etmek, kurdun kuşunda bu dünyada yeri oluğunu bilmek gerekir. Adam olmanın omuzlara yüklediği manevi yükü taşımak kolay mı?  Dile kolay derler.

Boşu Boşuna Yaşamayalım.

Ozan Mahsunu Şerif “Boşu boşuna” deyişinde adam olmanın ağır yükünü çekmenin ne denli zor olduğunu, hayatın bu bağlamda boş olduğunu çok güzel dizelerine işlemiş.

Ey erenler bir kâmile danıştım

Er olana edep erkân hoşumuş

Kalırsa Dünya'da insanlık kalır

Kuru hayal fâni Dünya boşumuş, boşumuş, boşumuş

Dünya’da delinin teki Mahsuni

Yaktı seni içindeki Mahsuni

Dile kolay bunca yükü Mahsuni

Yıllar yılı taşımış da taşımış, taşımış, taşımış

Evet, eğer yaşadığın yaşamı sorgulamadıysan, sorumluluk taşımıyorsan özünü yoklayıp insan olma yolunda bir çaban yok ise “kuru hayal fâni dünya boşumuş”. Gerçekten de boş olduğu yaş ilerledikten ve kendine geldikten sonra  anlaşılıyor ki yılların çoğu boşuna geçmiş. Yıllar yılı taşımış da taşımış olduğu yükün farkında olmak sanırım insan/adam olmanın bilincini oluşturuyor.

Bu konuda Leo Tolstoy’un “Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın” diyor. Anlaşılan insan olmak öyle sanıldığı kadar da kolay değilmiş.

Bu konuda Nimri dedeye ait olan ve Arif Sağın okuduğu  "İnsan Olmaya Geldim" dizeleri insan olma yolunun ne kadar anlam yüklü oluğunu görüyoruz.

İkilik kinini içimden atıp

Özde ben bir insan olmaya geldim

Taht kuralı ariflerin gönlünde

Sözde ben bir insan olmaya geldim

Serimi meydana koymaya geldim

Ben de bir zamanlar baktım bakıldım

Nice yıllar bir kemende takıldım

O aşkı mecazla yandım yakıldım

Közde ben bir insan olmaya geldim

Serimi meydana koymaya geldim

Süregeldim aşk meyini içerek

Her bir akı karasından seçerek

Varlık dağlarını delip geçerek

Düzde ben bir insan olmaya geldim

Sazda ben bir insan olmaya geldim

Serimi meydana koymaya geldim

Genelde formel eğitimin temel özelliği farkındalığı sağlamaktır. Ancak kişisel gelişim ve kişinin kendi iç eğitim ise kişiyi insanlaştırmak, özünü yoklatmayı sağlar. Artan çıkar ilişkileri ve iktidar olma durumları insanların iç dünyalarını geliştirmeye çok da fırsat vermiyor gibi görülüyor. Ancak bireyin kendisini aşarak okuyarak, tartışarak, değişik sosyal-sanatsal ve bilimsel etkinliklere katılarak ve de zaman ayırarak kendini geçekleştirebilir. Bilgi edinme emek istiyor.

Sonuçta ömür denilen ve şu yaşanası dünyaya geldikten sonra biyolojik olarak büyümek, gelişmek ve ömrünü tamamlamak yanında kültürel bir varlık olarak da içinde yaşadığımız ortam ve evrende olup biteni analiz anlamak, işleyişin mekanizmalarını araştırmak, anlamak ve öğrenmek, öğrendiklerimizi sade bir şekilde başkasına da öğretmeyi sorumluluk bilip bilinçli yaşamı bilgi-beceri ve yetenekleri ölçüsünde gerçekleştirmek sanırım aranan insan veya adam olma gerekleridir. Sonuçta, insanın kendisini gerçekleştirmesi ve doğa ile bütünlüklü yaşaması olarak tanımlanan kâmil insan olma işlevi dikenli zor bir yol. Adam olmak emek gerektiren ulvi bir yürüyüş olmalı. Ne mutlu adam olana!