Mutsuzluklarıma dil taksam bu gece kim bilir neler anlatırdı. Severken mutsuz olmak diye bir şey varsa o benim başıma gelmemeliydi. Belki safça, katıksız, koşulsuz sevdiğimden belki de sevilmeye herkesten çok ihtiyacım olduğundan bu aralar, kim bilir? Sorun zaten onun beni sevmemesi de değil, benim onun yüzünden kimseyi sevememem!

O yüzden biraz gıcık alıyorum ondan! (Hatta bazen çokça)

Yüzüne tükürdüğüm hayat hala beni ıslatmaktan öteye gidemediği zamanlarda, bende hayatın saçlarından tutup duvardan duvara çarpmak için pekte heyecan duymuyordum açıkçası. Oysa fazla depresifim bu aralar. Bir sonu var mı sorusu çokça bilinmeyenli denklem adeta…!

Başıma gelenler bir aşktan öte. Ve sevmek, dikenli tellerden hazırlanmış bir köprüden, çıplak ayaklarla koşup karşıya geçmeye çalışmaktan ibaretti. Her seferinde düşme korkusu! Her seferinde yerle bir olmak.

Sabahın ışıkları yüzünüze vururken bugün dünden daha güzel olacağını umut etmek. Hayal işte, siz hiç hayalinizle seviştiniz mi? Yâda sevilmek için bir hayali beklediğiniz oldu mu? Sizce gerçek olamayacak kadar güzel şeylerin barındığı yerde yaşamak mı güzel olurdu yoksa ne kadar acı verse de gerçeklerle mi geçirmek size tahsis edilmiş bir ömrü? Bazen işte bazen geçiyor aklından saçma sapan düşünceler. Yâda saçmalıktan öte bir hayat kim bilir?

Seviyor musun?

Seviliyor musun?

Acı mı çekiyorsun, acı çekmeyi mi seviyorsun?

Ya bunların hepsini boş verin. Ben sadece sevdiğimin gözlerine bakıp saatlerce orda kendimi izlemeyi isterdim. Sussa yeterdi, ben içimden ona dair her şeyi anlatırdım o duymasa da olurdu. En azından benim ruhum dinlenirdi. Azda olsa belki acım dinerdi. Bu bile mümkün olmuyorsa, bir yerlerde bir yanlışlık olmalıydı ya da ben yanlış yerde takılı kalmıştım…!!!

Hani “Aşk onunlayken bir çocuk gibi mutlu olmaktı.” Şairler bize yanlış anlatmış olmalıydı! Ya da aşk belki de sadece bir oyundu, kimin kazanacağı başından belli olan. Bunun tek açıklaması Eros’a rüşvet verilmiş olma ihtimali! Aklıma başka bir şey gelmiyor nedense. Bu kadar canım yanarken onun gülebiliyor olmasının başka izahı yok benim şiir kitabımda. Malum bende yazıyorum bir şeyler içinde ‘sen’ olan.

Nedense ben kendi köşesine çekilip kendi yaralarını kendi saran biri olmaktan öteye gidemedim, kimse bana yara bandı uzatmadı, benim uzattıklarım bile!

O yüzden frene basıyorum sürekli ama gönül bu, araba değil ki bir türlü durmuyor, bende el frenini çekiyorum o sıra takla atıyor tüm düşünceler, dağılıyorum. O ise beni toplamaktan aciz!

Kelimeler birbirine karışıyor, çamur içinde tüm cümleler. Öyle böyle değil kara kış içim. Oysa güzel anlamlar yüklemiştim üzerine en temizinden, teker teker ellerimle seçmiştim. Hatta bazı güzel cümleleri çalmıştım Türk Dil Kurumundan! Hepsinde aşk var sanmıştım, oysa hepsi kuyruklu hüzün. “Ölmek bir şey değil, yaşamamak korkunç” dediği yerdeyim Victor Hugo’nun. Şimdi biraz kapatın pencereyi, üşüyor cereyana maruz kalmış sanrılarım. Üşüyor yokluğunda polara sarılmış ayaklarım, üşüyor dokununca sensizliğe kalkan buzlu rakım… Bu defa neden kavga ettiğimize değil, kavga etmek için bile birbirimizi bulamayacağımıza içelim. Ve bu saatten sonra sarhoş olursam uyandırmayın, kaybolursam eğer sakın ola bir daha aramayın…

Gülay MORGÜL