MEB ve YÖK farklılığı ortadan kaldıran her yönüyle ideolojinin merkezi oldu. Proje okulları adı altında MEB iktidara ve kendi sendikalarına yakın olanların merkezi oldu. Çalışan üreten öğretmenler bir anda kendilerini boşta buldular ve proje okulundaki tüm emekleri bir kararla yok edildi. Adana’da bir arkadaşım yüksek lisans ve doktora yaptı proje okulunda devrimsel nitelikte eğitim verdi ve okuldaki müdürü dâhil onu çok benimsedi ama kızağa çekildi ve Homo Sacer’ e dönüştürüldü, yani ölmesi mübah oldu. Bu öğretmen arkadaşım proje okulunun eğitim anlayışına çok şey kattı ve öğrenciler müthiş bir seviyeye geldi. Sonuç: bir okula atanamadı. MEB’in adaletine güvenmiyor. YÖK ise üretim ve sonuç odaklı hipodromda at koşturduğu için atlar ne yapsa başarılı olamıyor. Vur kırbacı akademisyenin üstüne…deh deh deh daha hızlı deh…yeni akıl hastalıkları başladı : YÖKAK (kalite) ve akreditasyon. Herkes birbirini akredite ediyor. Her yıl değişen atama koşulları. Akademisyenlerin emek durumunu önemsemiyorsun, sınıf kontenjanını verimli hale getirmiyorsun, sınıf kontenjanı 20 kişi isteniyor ama 60 yapıyorsun, altyapı sorunlarını çözmüyorsun, maaşları enflasyona göre asgari ücret düzeyinde yapıyorsun, ders yükünü düzeltmiyorsun ama koşulları devamlı yükseltiyorsun. Devamlı proje istiyorsun. Hem araştırma hem öğretim hem akredite hem YÖKAK hem de proje istiyorsun ama akademisyenin emeğinin hakkından söz etmiyorsun. İşte bu yüzden Türk üniversiteleri dünyada ilk yüz ya da beş üniversitede yer alamıyor. İlk bine giren üniversitelerle övünüyorsun. Üç maymunu oynuyorsun. Devamlı iş yükleri ile emeği sömürülen ve başını kaldıramayan akademisyenler anca derse girebiliyor. YÖK ne yapsa üniversitelerde karşılığı yok. İnandırıcılığı kalmıyor. Bu bir IMF tuzağı. 1980’lerin IMFsi gibi davranıyor. Amerikan ve Avrupa Birliği’nin denetlemeci mantığı. İlginç olan şu ki denetleme ve standartlaşma arttıkça durum daha kötüye gidiyor. Zaten akredite olana kadar her şey temsili yapılıyor. Modernitenin sonundayız. Her şey standart olsun. Hitler mantığı işliyor gibi. Standart bir ırk mantığı gibi… Farklılıkları yok edelim ve özgür üniversitelere inanmayalım. Her şey standart olsun ve akademisyen sadece IMF mantığıyla emek sömürüsü altında ezilsin kemerlerini sıkmasın, gersin. Gerçekten yeter artık. Özgür bırakın üniversiteleri. Eğer o kadar demokratik iseniz neden Sayıştay raporları uygulanmıyor. Üniversitelerde farklı cinsiyetleri ve düşünceleri temsil eden merkezler kurulsun. Ama olmaz çünkü Diyanetin yine tek tipçi mezhep değerlerine uygun eğitim olmalı. Eğer başka bir fikir olursa ya da değer benimsenirse terörist, hain, dış mihrak olarak değerlendirilir. Değerlere saldırı olarak yorumlanır. Değerleri kim tanımlar: Diyanet, YÖK, MEB, Milli Eğitim Akademisi, iktidar ve muhalefet partileri…bireyler, öğrenciler, akademisyenler, öğretmenler ve devletin memurları (itaat edenler, emir kulu anlamında) tanımlanmış değerler arasına sıkıştırılır ve görünmeyen aslında emek sömürüsüdür. Ama ideolojik aygıtlar için bunun bir önemi yoktur. Milli Eğitim Akademisi ise öğretmenler açısından tam bir emek sömürüsünün doruğudur ve akademisyenlerin 4 yıllık emeğinin yok sayılmasıdır. Asıl hedef iktidara uygun bireyler yetiştirmektir ve öğretmenleri yoksulluğa mahkûm etmektir. Yoksul, diyanet değerlerine uygun, itaatkâr ve emek sömürüsü yapılan kişiler yetiştirmek. Bu ekonomik zorlukta daha fazla otoriterlik ile daha yoksul ve ezilmiş bireyler yaratmak hedef. Bu üç kurum Türkiye’de öğretmenleri/ akademisyenleri ezen totaliter kurumlardır. O yüzden üçünün de aslında demokraside yeri yoktur. Darbe ile kurulan YÖK kaldırılmalı ve rektörlerin demokratik bir şekilde kendilerini ifade edebilecekleri kurumlar kurulmalı. Daha demokratik bir Türkiye için YÖK ve YÖK başkanlığı bir mit ve nostalji olarak kalmalı ve tarihin derinliklerine gömülmeli. MEB ise yerelleşmeli, iktidar lehine ayrımcılık getiren proje okullarından vazgeçilmeli ve çocukların güvencesiz koşullardaki emek sömürüsü durdurulmalı. Bu dava Avrupa İnsan Hakları mahkemesinden döner.