Hollanda’da gezerken bir yanda mutlu ve kanalda kürek çeken gülümseyen yüzler, öte yandan Utrecht Üniversitesi’nin hemen yanındaki parkta uyuşturucu kullanan göçmenler ve aynı parkta barbekü ve dans eşliğinde parti yapan Hollandalılar ve park çemberinde dört polis arabası ve birkaç bisikletli polis geziyor.
Uyuşturucu yasal ve yasal-olmayan şekilde devam ediyor. Yasal olmasına yasal ama yasallığı aslında bir efsaneden öteye geçmiyor.
Hoşgörü, demokrasinin merkezi Hollanda!
İngilizce konuşmak için müthiş çabalıyorlar. Özellikle İngiliz İngilizcesine özentinin oldukça fazla olduğunu gözlemledim.
Uluslararası zengin öğrencilerden kazandıkları kapital ile üniversiteler yaşamlarını sürdürüyor. Hollanda vatandaşının en az beş ile sekiz katı para ödeyen uluslararası öğrenciler bulunmaktadır. Programların çoğu İngilizce. Neden? Çünkü müthiş bir gelir kaynağı (1.5 milyar Euro).
Bu kadar demokratik ve özgürlükçü olmasına rağmen dil konusuna gelince oldukça kolonyalist bir tavırla ve eylemle yaklaşmaktadırlar.
2004’ten beri sistematik bir şekilde farklı dilleri müfredattan çıkardılar ve asimilasyona hız verdiler.
Hatta görüşme yaptığım kişiler, Hollandalı öğretmenlerin okulda Türk öğrencilere Türkçe konuşmalarını yasakladıklarını söylediler.
Kübalı Prof.Dr. Ofelia Garcia sınıf içinde ana dilin kullanımının hayati derecede önemli olduğunu vurgulamış ve çok kültürlülük efsanesinin yıkılması gerektiğini ifade etmiş ve bu yüzden Avrupa’nın bu ikiyüzlülüğünü eleştirmiştir.

Peki Hollanda’nın yaptığı bu politikalar nedir? Yeni Kolonyalizmdir.
Yok sayma ve yok etme.
Vahşi kapitalizmin, fırsatçılığın, ikiyüzlülüğün, kolonyalist, makyavelist bir rejimin devamıdır Hollanda.

Görünürde müthiş güzel. Evleri, doğası, insanların güleç yüzleri ve demokratik tavırlar ama göçmen evlere girince durum değişmektedir.
Amerika’nın yerlilere, yerli dillerine, siyahilere, siyahilerin dillerine yaptıkları kolonyalist uygulamalar gibi Hollanda da aynısını göçmenlere yapmaktadır.
İngilizce ve sözde Batı dilleri dışındaki tüm kültürler ve diller yok olsun.
Dernekler ve sivil toplum örgütleri aracılığı ile yaşasınlar ama vahşi kapitalizmde derneklere gidecek zaman yok ki…
Hollanda devleti, durum kapitalist mantık olunca politik olarak destek veriyor ama yerel kültürleri ve dillerini bilinçli olarak kolonyalist mantıkla yok ediyorlar.

Türk ailelerin evlerine girdiğimde çocuklar Türkçedeki basit hayvan ve nesne isimlerini bilmiyorlardı. Bunları İngilizce ve Hollandaca çok iyi biliyorlardı.
Bir Türk aile, çocuklarını bir derneğe yollamıştı ve çocuk bu sayede üretici bir şekilde temel cümle kurabiliyordu ama isimleri üretme konusunda zorluk yaşıyordu.
Aileler de kapitalist sistemde yoğun çalışmak zorunda kaldıkları için istikrarlı bir şekilde zaman ayıramıyorlar.

Hollanda’da Türkçeyi çalışan dilbilimciler bulunmakta ama Hollanda devletinin ve toplumunun politikalarını eleştirmek yerine dildeki diğer unsurları mekanik ve sadece teknik olarak çalışması bana başka bir kolonyalist mantığı hatırlatıyor: Oryantalizm.
Hollanda’da doğan son kuşak çocuklarda Türkçe edinimi ve Türk kültürünü tanıma oranı anlamlı düzeyde düşmektedir.
Hollanda’da hem fiziki/mimari yerleşim hem edebi/sanatsal yerleşim hem de kültürel/dilsel yerleşim ayrımcılık mantığına dayanmaktadır.

Bu durumda geriye kalan Hollanda devletine bu tutumundan dolayı insan hakları ihlalinden dolayı davalar açmak ve ayrıca bir direniş olarak Türk aileleri bilinçlendirerek Türkçeyi ve Türk kültürünü yaşatmaktır.
Burada Türkçe ve Türk kültürü, Hollanda’da 10 temel yerel kültürden sadece bir tanesi.

Ana dilini konuşma, kendi sorunun olarak görülüyor.
Dil çalışmalarında ön plana çıkan Hollanda üniversitelerinin bu duruma duyarsız kalması insani ve etik olmayan farklı düşünme yöntemlerinin (kolonyalist/postkolonyalist/pragmatist/Makyavelyan/neoliberal) göstergesidir.

Srebrenitsa katliamı, Rawagede Katliamı (Endonezya), Sulawesi Katliamları (Endonezya), Nazilerle işbirliği yaparak Yahudi katliamı açıkça yapılırken, günümüzde örtük ve kurumsal olarak postkolonyalist stratejilerle yapılmaya devam etmektedir.
Bu durumdan en çok etkilenen kültürlerden biri Türk kültürü ve dil olarak da Türkçedir.

Görmezden gel, unuttur ve yok et!!!
Bu güzel görünen ülkede yok sayma kötülüğün bir sıradanlığı değil mi? Bunları sormadan edemiyorum.

Bir fabrikaya gitmiştim ve oradan çalışan Türkler vardı. Sordum: Türkiye’yi özlüyor musunuz?
Biri şu cevabı verdi: “Burada çalışırken Türkiye’ye tatil için gideceğimiz zaman bizim için tek motivasyon ve ödül.”

Bir de yeni yaklaşımlarda ana dil evde konuşulunca dilbilimciler bu ana dile ‘miras dil’ demektedirler.
Anlamadım neyin mirası. Önümüzde capcanlı duran ve yaşayan dile nasıl miras dil derim? Bu dil ölü mü ki ‘miras dil’ diyorum.
Demek ki zihinlerinde Hollanda’da konuşulan diğer ana dilleri zaten ölü olarak görüyorlar.
Yaşatmak yerine dile ölü gibi davranmak bir katliam değil mi?
Ana dilleri politika aracılığı öldürüyorsun.
Miras dil mi? Ne kadar yok edici akademik bir kavram!
Zaten Hollandalı sosyolog ve dilbilimci Abram de Swaan hiyerarşik dil görüşüyle bu kolonyalist mantığı göstermedi mi?
Hollanda devleti bu gerçeklerle yüzleşmelidir.

Son yıllarda Hollanda hükümetinin kurulamamasının nedenleri arasında göç ve ırkçılık olduğu unutulmamalı.
Göçmenlerin direnişinin olması ve olaylara tepki göstermesi anlamlı.
Özelde Türklerin Türkçe konusunda geniş bir kitlesel ve kolektif eylemi bulunmamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin görevlendirdiği sınırlı sayıdaki öğretmenlerle anlamlı bir dönüşüm yaşanmamaktadır. Daha radikal dönüşümler gerekmektedir.
Fakat neoliberal çağda göçmen olmanın zorlukları bu durumu güçleştirmektedir.
Hollanda devletinin sistematik dil ve kültür asimilasyon politikaları karşısında direnişin de güçlü olması gerekmektedir.

Dil nedir ki Hollanda devleti için? Kapital ve meta değeri olmayan bir kalıntı, en hafif bir esintide uçup gidecek kuru bir yaprak, kullanılacak 5 mg lık bir uyuşturucudan daha değersiz…