Seni alıp öyle bir yere koydum ki kendim bile ulaşamaz oldum.

Sen kendi hayatından ödün vermezken ben sürekli kendi hayatımdan çaldım. Ben bende eksildikçe sen bende çoğalmaya başladın, öyle çok çoğaldın ki kendime bile yer kalmaz oldu. O yüzden arkama bile bakmadan kendimden gidiyorum. Hiç canım böylesine acımadı. Kalbim sökülüyordu, yer yerinden oynuyordu ama benim canım sadece söylediklerine yanıyordu. Aslında haklıydın da! Bizden önce bir hayatımız vardı öyle böyle devam eden. Rolantıda devam edip arada kendini mutlu etmek lazımdı, beklentin tam da buydu. (Sana sarmamam için.) Bense söz geçiremediğim kalbime yenik düşerken artçı krizlere gebe kaldım. Seviyordum ve sanırım çok sevince bir şeyleri ruhunla görmekten alıkoyuyordu zihnin seni. Sonra yanılıyordun, üzülüyordun, kendinden veriyordun sanki sende çok kalmış gibi.

Zorlu mücadelelerle geldiğin bu yaşta kalan zamanını acıyla geçirmeyi kim isterdi ki? Ama yanlış adama âşık olunca bu kaçınılmaz oluyordu elbette. Gelecekle ilgili hayal kuramıyordun mesela, bugün yaşadın yaşadın sonrası yok, belki bir gün daha, belki bir hafta daha! Yıkılmış köprüler gibi ne zaman sonlanacağını bilmediğin bir düzlükte ilerliyordun. Bu çok yorucu! Vazgeçiyorsun bazen ama sonra yine canın acıyor, yani her iki ucu keskin bıçak, nerden tutsan kanatıyor kâğıt kesiği gibi. Yine de kayboluyorum gözlerinde tamda kendimi bulmuşken. Ama ben uslanmıyordum! Sanırım genetik. Bir el atmalı bilim insanları bu duruma, hala bir şansım var mı bilmek için! Mesela yeniden gökyüzünü görebilir miyim canım acımadan? Yeniden yağmurun saçlarımı ıslatması mümkün mü üşümeden? Ve ısınması donan ellerimin! Çarmıha gerilmiş İsa’dan farksızım şuan, tüm ruhuma çiviler çakılmış ve bileklerimden süzülen damlalar hüzünlerimi kapatmaya yetmeyecek kadar sınırlı. Kader demek sadece sonuçlarına katlanmak istemediğimiz şeylerden kaçmak değil miydi? Sonuçsuz bırakmak. Yani neyi almak istiyorsan onu alıp gerisini öylece atmak uçurumdan aşağı. Oysa ben sevince tüm duygularımla seviyordum. O ise imha edilmesi gereken bir yere gönderilmiş canlı bomba gibi patlamak için kalbimi seçiyordu. “Her tuğladan duvar olmuyor, sırtınızı yaslayınca anlayacaksınız” der bir atasözü. Ama ben yine de yaslandım, şimdi altında kalarak ağır ödüyorum sevmenin bedelini!

Anlaşılan ölçüsü kaçtı mı sevginin, en değerli şeyler bile değersizleşiyor hayatta, sonra nedense deliriyorsun ve “Delirmek her zaman kötü bir şey değildir” eğer bir yere kapatılmıyorsan!

Sonra boş veriyorsun her şeyi; Cahit Zarifoğlu’nun da dediği gibi “Onca sevgiye rağmen kalbi filizlenmemişse, toprağı sen değilsindir.” Ve öylelikle anlıyorum bazen çok uzatmamak gerek, hayat oldukça kısa, hem neydi o meşhur cümle “Sevdiğini serbest bırak, dönerse senindir dönmezse ipi biraz daha sert çek.” J Uydurdum yine ama sizde çokta şey etmeyin…! Belki de vazgeçmek için henüz erken!

Gülay MORGÜL